Aydın Engin*
Birkaç cümlelik bir paragraf yazdım. Sonra sildim. Sonra aynı paragrafı bir daha yazdım ve bir daha sildim...
“Ülke ne hale geldi, biz ne hale geldik” sorusunun benim için bundan daha kestirme, daha yalın ve daha öfkelendirici cevabı olamaz.
Yazdım, sildim, yazdım, sildim. Çünkü...
Çünkü kafamda cevaplayamadığım sorular kol geziyor:
Acaba bu cümleyi böyle yazarsam durumdan vazife çıkaran bir savcı “Anayasa Mahkemesi’nin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif” iddiası ile soruşturma başlatır mı?
Acaba Anayasa Mahkemesi üyelerinin önünde duran ve incelenmeyi bekleyen “Cumhuriyet tayfasının dosyalarına olumsuz bir önyargı” yaratır mı?
Acaba zaten bıçak sırtında yürüyen “gazetemize bir zararı” dokunur mu?
***
Ardından “Ulan Aydın Engin, amma da ödlek oldun haaa” diye kendimi tırmıkladım.
Sonunda “Korkunun ecele faydası yok” halk deyişine uymaya karar verdim. Başka koşullarda çok masum olan, ama bugünün koşullarında “sonuçlar”doğurabilecek cümleyi yazdım:
- Eyyyy Anayasa Mahkemesi susma hakkın var mı, olabilir mi? Ey Anayasa Mahkemesi senin de kulağına çalınmıştır. Bu ülkenin yiğit kadın ve erkekleri alanları çınlatırlar, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ diye haykırırlar. Eyyy Anayasa Mahkemesi sıra sana geldi bile farkında değilmisin?
Tamam savaş koşullarındayız. Sadece Türkiye’nin değil, neredeyse bütün dünyanın gündeminin başköşesine Afrin harekâtı oturdu.
Tamam, “Barışı savunmak, savaşa itiraz etmek” suç oldu (gibi). Tamam, “Savaşa karşı çıkanları vurun” diyebilecek kadar zembereği boşalmış herifler ellerini kollarını sallayarak aramızda dolanmaktalar ve anlaşılan savcılar da tribünde oturup çekirdek çıtlatıyorlar.
Gündem bu kadar yüklüyken, Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarının alt mahkemeler tarafından pervasızca yok sayılması adeta toplumsal belleğin diplerine itilmiş durumda.
Buna seyirci kalmak, gündemi zorlamaktan kaçınıp “Afrin, savaş, barış, askeri harekât”la sınırlı yazılar döktürmek gazetecinin sınıfta kalması değilse nedir? O yüzden silip yazdığım, tekrar sildiğim paragrafı yineliyorum:
- Eyyyy Anayasa Mahkemesi susma hakkın var mı, olabilir mi? Ey Anayasa Mahkemesi senin de kulağına çalınmıştır. Bu ülkenin yiğit kadın ve erkekleri alanları çınlatırlar, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ diyehaykırırlar. Eyyy Anayasa Mahkemesi sıra sana geldi bile farkında değilmisin?
Aldığın kararın yok sayılmasını, umursanmamasını, ülkenin bütün saygın hukukçuları ayağa kalkmışken susmanızı içimize sindirmeli miyiz? Bizim de sizler gibi sindirmemizi ve bizim de susmamızı mı istiyorsun?
Bunu isteyebilir misin?
Anayasasında hâlâ “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” yazan bir ülkede hukukun son kalesini boşaltıp tribünde seyirci gibi oturmanın bir açıklaması olabilir mi?
Bunları hâlâ Silivri’de volta atan Şahin Alpay, Mehmet Altan için yazmıyorum. Darbecilik suçlamasıyla yetinmeyip şimdi de casusluk suçlamasıyla üstüne çullanılmış Nazlı Ilıcak için yazmıyorum. Sadece yazı yazmaktan ibaret suçlar işlemiş meslektaşlarımın sahiden tutuklanıp hapise tıkılmalarını uygun bulup bulmadığınızı anlamak için de sormuyorum.
Kendim için soruyorum. Biz şimdilik dışarıdaki gazeteciler ve biz dışarıdaki yurttaşlar için soruyorum.
Bize açıkça “Bize güvenmeyin. Hukuka da güvenmeyin. Yargıya da güvenmeyin” demekte olduğunuzun farkında mısınız?
Anayasa Mahkemesi için “yüksek yargı” nitelemesi kullanılır.
Sahi, ne kadar yüksek?
* Bu makale ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.