Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Fransa ziyaretini köşesine taşıyan Cumhuriyet yazarı Ahmet İnsel "artık AB Komisyonu Türkiye’yi genişleme değil, “iyi komşuluk” programı içinde ele alıyor" yorumunda bulundu. İnsel Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un, Türkiye’nin AB’ye aday üye statüsünün sona erdiğini ortak basın toplantısında son derece açık biçimde ifade ettiğini söyledi.
İnsel'in "Anlamak İstenmeyen durum berrak" başlığıyla yayımlanan (9 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Size açıkça söyleneni anlamaya çalışmak istemediğinizi ifade etmek, o söyleneni duyup, anladığınız, ama bunu kabul etmek istemediğinizi ima etmenin bir biçimidir. Bunun mantıklı sonucu, kabul etmek istemediğiniz olguyu değiştirecek etkili girişimlere başlamaktan veya devam etmekten geri kalmamaktır. Hiçbir şey olmamış, size hiçbir şey söylenmemiş gibi eski yolunuzda devam etmek, anlamak istemediğinizi söylediğiniz şeyi, bilinçli ya da bilinçsiz kabul ettiğinizi gösterir.
Fransa Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhurbaşkanı’na Türkiye’nin AB’ye aday üye statüsünün sona erdiğini ortak basın toplantısında son derece açık biçimde ifade etti. Açılmayan fasıllardan şikâyet eden Tayyip Erdoğan’a, bu koşullarda hiçbir fasıl açılamayacağını söyleyerek yanıt verdi. Koşullardan kast ettiği gayet somuttu. Türkiye bugün Kopenhag kriterlerini yerine getirmiyordu. Benimsediği yön, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temelini oluşturduğu hukuk devleti anlayışının tersi istikametteydi. Bunun Türk halkının egemen seçimi olabileceğini, saygıyla karşıladığını ama AB üyeliği için gerekli koşullara zıt olduğunu, diplomaside olabilecek en net biçimde ifade etti. Son anayasa referandumuyla getirilen, 2019’da resmen yürürlüğe girecek olan, şimdiden fiilen uygulanan “cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemi”ne açıkça işaret etmedi. Kast ettiği oydu.
Tayyip Erdoğan’ın, yüzüne karşı ve kamuoyu önünde, AB’nin kurucu ve güçlü üyesi bir devletin başkanı tarafından “bu iş bitti” dendiğini elbette anladı. Anlamak istemediği, bu işin bitiş nedeninin Avrupa ile olan kültürel mesafe, coğrafi konum veya büyük demografik baskı değil, bu kez, Kopenhag kriterlerinin yerine getirmiyor olmak gibi somut, nesnel ve siyasal bir gerekçeye dayandırılmış olması. Bu kriterleri yerine getirme amacını bile artık dile getirmeyen, tam tersine AİHS çerçevesi dışına çıkmayı “yerli ve milli” bir gerek olarak sunan, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran bir rejim tesis eden Türkiye’de iktidardaki gücün siyasal zihniyetini aynı basın toplantısında Tayyip Erdoğan mükemmel biçimde sergiledi. Fikir her şeyden önce fikirdir, suça açıkça teşvik etmedikçe, ifade özgürlüğü hukuk devletinin temelidir, diyen Fransa Cumhurbaşkanı karşısında Türkiye Cumhurbaşkanı, “evet öyledir ama…” bile demeden, düşünce ve terör arasında doğrudan ilişki kurdu. “Terörizm bahçıvanı” benzetmesi, Macron’un ileri sürdüğü Türkiye’nin AB üyeliğinin sona ermesi gerekçelerinin onaylanması için sanki dile getirilmiş gibiydi.
Bu ikili görüşmeden Türkiye ne kazanarak döndü? Tayyip Erdoğan kendi kamuoyu nezdinde imaj pekiştirmesi elde etmiş olabilir. Ama ülke ölçeğinde bakınca, tablo her bakımdan kazananın Fransa olduğunu gösteriyor. Yolcu uçağı, nükleer santral, füze savunma sistemleri anlaşmalarını sayarken, hatta biraz toptancı hali üslubuyla “5 bin 700 ton et” sattığını basın toplantısında söyledi Fransa Cumhurbaşkanı. Ad belirtmeden, cihatçı terör eylemcilerine karşı alınan ortak önlemler konusunda memnuniyetini dile getirdi. Suriye’de çözüm için yöntem konusunda görüş ayrılıklarını belirtti. Ve Türkiye’nin üyeliğinin artık gündemde olmadığını belirtirken, AB içinde Türkiye konusunda verilecek zor kararın inisiyatifini üzerine aldığını ilan ediyordu. Bu da, Emmanuel Macron’un AB içinde birçok çetrefilli konuya neşter atma girişiminin bir devamı olarak değerlendirilebilir.
Artık AB Komisyonu Türkiye’yi genişleme değil, “iyi komşuluk” programı içinde ele alıyor. Macron da özetle bunu ifade etti. Anlamak istesek de istemesek de, durum bu.