Gezi Parkı olayları başladığı günden bu yana iki kez "itidal" çağrısı yapan ve dün yayınladığı mesajda 'Kaygılıyız' mesajını ileten ABD'nin tavrındaki değişiklik merak uyandırdı. Keza, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bundan 1 ay önce “Sayın Başbakan, liderliğinize büyük bir inanç besliyorum” diyerek Başbakan Erdoğan'a hayranlığını dile getirmişti.
Peki ne oldu da ABD, Türk hükümetine olan eleştiri dozunu yükseltti? Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin, bu durumu "Öyle anlaşılıyor ki, son Taksim olayları Washington’da zaten birikmiş olan eleştirel çizgide bir eşiğin geri bırakılmasına ve yönetimin üst kademeleriyle ilk kez hükümet karşısında daha kuvvetli bir söyleme yönelmesine yol açtı." diyerek açıklıyor.
İşte Sedat Ergin Hürriyet'te (12.06.2013) yayımlanan o yazısı:
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, konuşmasının girişinde “Sayın Başbakan, liderliğinize büyük bir inanç besliyorum” diye hitap etmişti Recep Tayyip Erdoğan’a, 16 Mayıs tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki yemekte.
Biden, ertesi günü yine Erdoğan’ın yanında yaptığı bir başka açıklamada kendisine “hayranlığını” ifade ettikten sonra “İnanılmaz derecede zor bir bölgede harikulade bir iş çıkardınız” demişti.
Amerikan yönetimi, çok az yabancı lidere gösterdiği ölçüde istisnai bir ilgi ve protokol düzeyi ile ağırlamıştı Türkiye’den gelen önemli konuğunu.
İşte bu gezi sırasında Erdoğan’ın liderliğini göklere çıkaran ABD yönetiminin iki numaralı ismi Biden, üç hafta sonra 4 Haziran’da “Türkiye’de sokaklardaki protestolardan duydukları kaygıları” aktarıp “ABD’nin bu gibi durumlarda yanında durduğu ilkeler açıktır. Bunlar, hükümet ve göstericilerin şiddetten uzak durması, toplanma özgürlüğüne, bağımsız ve özgür basına saygı gösterilmesidir” açıklamasını yaptı.
Biden bu çıkışı Türk-Amerikan Konseyi’nin Washington’daki konferansında yaparken, hemen yanında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da kendisini dinlemekteydi.
Diyelim Washington’un gösteriler konusunda tepki vermesi kaçınılmazdı, peki Beyaz Saray neden “bağımsız ve özgür basın” konusunda da bir mesaj verme ihtiyacını duydu?
***
Türkiye’de pek çok yayın organı Biden’ın açıklamasındaki “Türkiye’nin geleceği Türkiye’nin halkına aittir, başka hiç kimseye değil” bölümünü ön plana çıkarırken, devam cümleleri gereken ilgiyi görmedi. Oysa “Ama” dedikten sonra şöyle devam ediyordu Biden: “ABD, ortaya çıkacak sonuca kayıtsız kalamaz. Çünkü bizim kuvvetle inandığımız şudur: Yirmi birinci yüzyılda gelişme gösterip en güçlü olacak ülkeler, açık toplumlara ve ekonomilere, demokratik kurumlara dayanan, evrensel insan haklarına sıkı bir taahhüdü bulunan ülkeler olacaktır...”
Biden’ın bu açıklamasının önemli bir boyutu, ABD’nin Türkiye’nin geleceğine kayıtsız kalmayacağını vurgulama ihtiyacını duymuş olmasıdır. Tersinden okunduğunda, evrensel insan haklarından, demokratik değerlerden uzaklaşıldığı oranda Washington’un böyle bir yönelişe kayıtsız kalmayacağı mesajı verilmektedir.
Keza ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de olayların hemen ertesinde 3 Haziran’da yaptığı açıklamada, ifade ve gösteri özgürlüğüne desteğini belirtip, demokrasiyle ilgili evrensel ilke ve değerlerin vurgulanmasını “içişlerine karışma olarak görmediklerini” kayda geçirmiştir.
***
Şimdi yanıt aramamız gereken soru şudur: Erdoğan’ı çok kısa bir süre önce el üstünde tutan Obama yönetimi, nasıl olup da birden Türkiye politikasında bu içerikte kuvvetli demokrasi mesajları verme ihtiyacını hissetmiştir? Yönetim bu açıklamaların tonunu pekâlâ daha düşük tutabilirdi.
Bir başka önemli nokta daha var. Türkiye’de gösteri ve ifade özgürlükleri alanlarındaki sorunlar yeni değil. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geçen nisan ayında açıkladığı insan hakları raporunda bu sorunlar oldukça geniş bir şekilde işleniyordu. Örneğin “Türk basınında otosansürün yaygın olduğu”, hatta “insanların hükümeti eleştirmekten korktukları” bile belirtiliyordu bu raporda.
Bu noktada Obama yönetimi ciddi bir tutarlılık sorunu ile malul.
Washington bu meseleleri raporlasa da, Başkan Obama Başbakan Erdoğan ile diyaloğunda bu pürüzlü başlıkları gündeme getirmekten dikkatle kaçındı. Obama bu konuları açmayınca, Erdoğan da her seferinde Beyaz Saray’ın bu konuları önemsemediği gibi bir algı ve dolayısıyla Amerika cephesinde elinin serbest olduğu kanaati ile döndü Washington’dan.
***
Aslında çok uzun zamandır Obama’ya, bu başlıkları Erdoğan’la diyaloğunda gündeme getirmesi yolunda bürokrasi içinden talepler iletilmekle birlikte, bu öneriler her seferinde Başkan’ın masasından geri dönmekteydi. Bunda kısmen Obama’nın Erdoğan’a duyduğu yakınlık ama daha çok da Türkiye’deki büyük stratejik çıkarlarını demokrasi gibi konular nedeniyle tehlikeye atmama çabasının etkisi vardı.
Öyle anlaşılıyor ki, son Taksim olayları Washington’da zaten birikmiş olan eleştirel çizgide bir eşiğin geri bırakılmasına ve yönetimin üst kademeleriyle ilk kez hükümet karşısında daha kuvvetli bir söyleme yönelmesine yol açtı.
Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın yönetim tarzının Amerikan basınında artan ölçüde “otoriterleşme” şeklinde algılanmaya başlanmasının da Obama yönetimini artan ölçüde bir kamuoyu ve Kongre baskısı altına sokacağı anlaşılıyor Türkiye dosyasında.
Sonuçta AK Parti hükümetinin 31 MayısTaksim olayları sonrası dönemde özellikle demokrasi ile ilgili sorunlar konusunda eskiye kıyasla sözünü biraz daha az sakınan bir Washington bulacağını söylemek hata olmaz.