Ahmet Altan’ın geçtiğimiz yıl Ocak ayındaki köşe yazısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, "basın yoluyla hakaret" ettiği gerekçesiyle 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandığı davanın 7. duruşmasında karar çıktı. Hakim, Altan'ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a basın yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandığı davada, Ahmet Altan'ın yazısında eleştiri sınırlarını aşarak, hakaret ettiğinin sabit olduğunu belirterek önce 1 yıl 2 ay hapis cezasına hükmetti. Ardından sanığın duruşmadaki iyi hali nedeniyle 11 ay 20 güne indirdiği hapis cezasını 7 bin lira para cezasına çevirdi.
Ahmet Altan'ın avukatı Veysel Ok duruşmada, Altan'ın suçsuz olduğunu belirterek "Mahkeme, yazılarda iyi niyet aramalıdır. Rahatsız edici ve rencide edici fikirler de koruma altındadır. Sert ifade saldırganlık değerlendirmesi yapmaya yetmez. Müvekkilim bir gazetecidir, Recep Tayyip Erdoğan ise 10 yıldır başbakanlık yapan kişidir ve bu nedenle eleştiri sınırı daha geniştir" dedi.
'Önce Uludere emrini kimin verdiği araştırılmalı'
Ok, köşe yazısında Uludere olayına değinildiği için Uludere olayında kimin emir verdiğinin araştırılması gerektiğini ifade etti. Avukat Ok, olayda sorumluların tespit edilmesi için Genelkurmay Başkanlığı’na müzekkere yazılmasını ve dosyada siyasi iktidarın sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespiti için de dosyanın bilirkişiye teslim edilmesini talep etti.
'Başbakan'ın eleştiri sınırı daha geniş olmalı'
Dava ile ilgili kişisel değerlendirmesini sorduğumuz avukat Veysel Ok, "Bu dava ile siyasi iktidarın eleştirilmesinin engellenmiştir. Bu şeffaf, katılımcı demokrasi anlayışına engel teşkil etmektedir" dedi.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, AİHM
Mahkemenin kararına itiraz edeceklerini belirten Ok, davayı Yargıtay'a götüreceklerini belirtti. Aleyhlerinde kararın çıkması durumunda Anayasa Mahkemesine başvuracaklarını, gerekirse de AİHM'ye de başvuru yapacaklarını belirtti.
Hapis cezası para cezasına dönüştürüldü
Mahkeme önce, sanık Ahmet Altan’a köşe yazısında "Devlet yardakçılığı ve ahlak" başlıklı yazı ile eleştiri sınırlarını aşarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a basın yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl 2 ay hapis cezası verdi. Sanığın duruşmadaki iyi halini de dikkate alan mahkeme hapis cezasını 11 ay 20 güne indirdi ve verdiği hapis cezasını günlüğü 20 liradan toplamda 7 bin lira adli para cezasına çevirdi.
'Saygınlığı zedeleyici unsurlar barındırıyor'
Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2012 yılının Şubat ayında hazırlanan iddianamede, gazeteci Ahmet Altan’ın 2012-Ocak ayında Taraf gazetesindeki köşesinde, Uludere olayı ile ilgili "Devlet Yardakçılığı ve Ahlak" başlıklı yazısıyla Başbakan Erdoğan’a hakaret içerikli yazı kaleme aldığı vurgulandı.
İddianamede, “Müştekinin siyasi kimliği gözetilerek katlanması gerektiği düşünülen ve eleştirinin yapısı gereği olması beklenen "Sert, kırıcı, hırçın’ ifadelerinin ötesinde, eleştiri sınırlarını aştığı ve kamuoyu önünde müştekinin siyasi kimliği dışında kişisel saygınlığını zedeleyecek maddi unsurları barındırmıştır" denildi. Suçun muhatap aldığı kişinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve kamu görevlisi olduğu belirtilen iddianamede, Ahmet Altan’a eleştiri sınırlarını aşarak ‘Basın yolu ile kamu görevlisine alenen hakaret’ ettiği gerekçesiyle 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.
Ahmet Altan'ın 4.1.2012 tarihli o yazısı:
"Devletin içindeki zehri temizlemeden o devleti on yıl boyunca yönetmeye kalkarsan, o devletin en tepesine tırmanabilmek için kendi halkına arkanı döner, devletin yardakçılığına soyunursan, o zehir kaçınılmaz olarak senin damarlarına da akar.
Sen de zehirlenirsin.
Zehirlenmiş bir devletin zehirlenmiş bir parçası haline gelirsin.
O zaman başlarsın tehditlere, yalanlara, saptırmalara, iftiralara.
O yönettiğini sandığın devlet senin emrinde halkını bombalar, sen devlete sahip çıkarsın.
Bir özür bile dilemezsin.
Senin başbakanlığını yaptığın devlet bu ülkenin 35 çocuğunu bombalarla parçaladı.
Ya seni kendi yönetimindeki devlet tuzağa düşürdü...
Ya sen bile bile öldürttün.
Hangisi?
Biz senin “tuzağa düşürüldüğünü” düşünüyorduk ama sen bombacılara sahip çıkarak, gerçekleri halkından saklayarak, olayları saptırarak, “tuzağa düşmediğini” anlattın bize.
O zaman öldürülen çocukların hesabını ver.
“Devlet halkını bombalamadı” diye tepineceğine, devlet halkı nasıl bombaladı onu anlat.
O insanların ölüm emrini kim verdi?
Niye verdi?
“Tugay komutanımla konuştum” diyorsun, tugay komutanın sana “bir dakika başbakanım, sınır karakoluna bir sorayım, orada gerçek kaçakçılar var mı” demedi mi?
Demediyse niye demedi?
Niye bombardıman başlamadan önce durumu kontrol etmedi?
Sordun mu bunu o senin “tugay komutanına”?
Sen milletin bir parçasıydın işbaşına geldiğinde, devletin bu millete yaptıklarına karşı çıkıyordun, gidip milletinle konuşuyor, milletine danışıyordun, devletin suçunu saklamaya çalışmıyor, devletin suçlarını aydınlatmaya, engellemeye uğraşıyordun, şimdi devlet yardakçılığına soyununca sadece istihbaratçınla, generalinle, “komutanınla” konuşuyorsun.
Sorsana o köydeki insanlara o gece neler olduğunu.
Bak BDP Eşbaşkanı Demirtaş sormuş: “Son bir aydır her gün gidiyorlar. Son bir aydır karakol izin vermiş durumda. 50 ve 100’er kişilik gruplar her gün katırlarla gidiyorlar. 28 aralıkta öğlen saatinde devletin karakolunun önünden gidiyorlar. Kaç kişinin gittiğini karakol biliyor. İki yol var, ikisi de karakolun önünden geçiyor. Bunların hepsi tanık anlatımıdır. Alışverişini yapıyorlar, geri geliyorlar. Öğlen geçtikleri iki yol da akşam saatlerine doğru köyün girişinde askerler tarafından kapatılıyor. İlk köylü grubu köye girmek üzereyken onlara kılavuzluk yapan bir kişi ‘Askerler köyü kapatmışlar, bekleyin’ diyor. Askerler mallarına el koyarlar diye bekliyorlar.”
Sana “komutanların” bunları anlatmıyor, değil mi?
Anlatıyorlarsa da sen bize anlatmıyorsun.
Biz senin dün yaptığın konuşmadan Uludere ile ilgili ne öğrendik?
Hiçbir şey.
Bir sürü boş laf.
Manasız bir bağırış çağırış.
Bu devletin zehrini yutan, milletiyle böyle konuşur zaten, korkutmaya çalışır, tehditler yağdırır, iftiralar atar.
Senin “komutanların” bunları daha önce çok yaptı, şimdi onların yerine sen yapıyorsun, yaşadığımız “büyük değişim” bu oldu, gerçek generaller yerine “sivil postuna bürünmüş generaller” çıkıyor artık karşımıza.
Bize, o sınır karakolunun varlığından haberdar olduğu 35 çocuğu nasıl, neden, kimin emriyle öldürttüğünüzü anlatmıyorsun, o akşam sınır karakoluna neden danışmadığınızı anlatmıyorsun, danıştıysanız karakolun size gerçeği niye söylemediğini anlatmıyorsun, yanlış istihbaratın nereden geldiğini anlatmıyorsun, o istihbaratı neden “çek edemediğinizi” anlatmıyorsun, sen bize hiçbir şey anlatmıyorsun bu katliamla ilgili.
Bu çocukları niye öldürdünüz, bize bunu söyle.
Niye bir özür bile dilemediniz?
Bu umursamaz, aldırmaz, devlet yardakçısı hallerinizle bütün bir Kürt halkını da kurban haline getirdiniz, sadece o çocukları bombalayarak değil, o bombardımandan sonraki o korkunç umursamazlığınızla bu ülkeyi hiç kimsenin beceremeyeceği biçimde böldünüz.
Ölenler Türk askeri olsa o kürsüde öyle mi konuşacaktın?
Askeri sivilden, Türk’ü Kürt’ten üstün gördüğün için öyle konuştun, senin gibiler yıllardır öyle gördüğü için zaten bu ülkenin acıları hiç dinmiyor.
Yazık sana, şu düştüğün hale bak, milletin yiğidiydin, devletin oyuncağı oldun.
Bir de kalkmış hiç yüzün kızarmadan bizim gazeteye laf ediyorsun, “bizim gazetenin arkasındakileri, emelleri, amelleri biliyormuşsun”.
Bu gazetenin “arkasındakilerle”, gizli emelleriyle, amelleriyle ilgili ne biliyorsan dürüst bir adam gibi lafı dolaştırmadan açıkla.
Açıklayamazsın çünkü yalan söylüyorsun.
28 Şubat’ın andıççı generalleri gibi iftira atıyor, kendi ahlakından da hepimizi kuşkuya düşürüyorsun.
Değer miydi bir Köşk için bu zillete?
Değer miydi gidip devletin zehrini içmeye?
Bak sen de zehirlendin sonunda."