Gündem

Alper Görmüş: Paralel medyanın işi zor

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur" sözünden "Son terörist yok edilene kadar...

23 Ağustos 2011 03:00

T24 - Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur" sözünden "Son terörist yok edilene kadar savaşa devam" sözüne döndüğünü belirten Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, "Başbakan keskin bir dönüş yaptı ve paralel merkez medya fena halde açık pozisyonda kaldı. İşleri gerçekten de çok zor..." dedi.

Görmüş'ün "İş, aş, bomba" başlığı ile yayımlanan (23 Ağustos 2011) yazısı şöyle:


İş, aş, bomba


Hükümet, “terörle mücadelede yeni strateji” geliştirmiş...


“Yeni strateji”
yi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik anlatmış, OkanMüderrisoğlu haber haline getirmiş, Sabah gazetesi de manşet yapmış (21 ağustos).


“PKK’ya karşı sivil harekât”
 başlığının uygun görüldüğü “yeni strateji” gazete tarafından “sivil reçete” diye de adlandırılıyor. “Güvenlik önlemlerinin yanı sıra, halkı kazanmayı hedefleyen sivil harekât” şu unsurlardan oluşuyormuş (gazeteden aynen aktarıyorum):


“1- 20 ile teşvik,

“2- 50 bin gence iş,

“3- Beş bin kişiye kaynaşma yemeği,

“4- BDP’li vekillerin köyüne su,

“5- Bursaspor-Şanlıurfaspor dostluk maçı.”


Böylece anlıyoruz ki, hükümetin 2009 seçimlerinden itibaren “Kürt sorununun çözümü”nden anladığı şey olan “iş ve aş” formülü, şimdi yeni bir ilaveyle bir daha parlatılıp piyasaya sürülüyor: “İş, aş, bomba...”



“Terör var” diye değil ha!


Bilhassa üçüncü ve beşinci maddeleriyle okuyanda tebessüm uyandıran “terörle mücadelede yeni konsept”in “terör var, diye hayata geçmediği özellikle anlatılacak”mış.


Maddelerle ilgili olarak dikkatinize birkaç ayrıntı daha sunmak istiyorum. Haberden aynen aktarıyorum:


“Teşvik
: 20 ilde 1000’er, ilçelerinde ise 500’er gencin asgari ücretle ve sigortalı olarak toplum yararına işlerde çalıştırılması planlanıyor.


“Yatırım
: Terör örgütü lideri Öcalan’ın köyü olarak bilinen Urfa’nın Halfeti İlçesi’ne bağlı Ömerli’nin, Ortayol’la bağlantısını kuran 3,5 km yol asfaltlanıyor. Ayrıca KCK tutuklusu BDP Milletvekili İbrahim Ayhan’ın köyüne de su götürülüyor.


“Yer sofrası
: İllere moral çıkarma yapılması düşünülüyor. İlk hazırlık Şanlıurfa için başlatıldı. Ekim ayında Cumhurbaşkanı’nın da katılımı ile beş bin kişilik yemekli toplantı düzenlemesi, yer sofrası kurulması düşünülüyor.


“Maç
: Ayrıca Bakan Çelik’in eski seçim çevresi olan Bursa ile yeni seçim çevresi Şanlıurfa arasında spor köprüsü kuruluyor. Çok yakında Bursaspor ile Şanlıurfaspor dostluk maçında karşılaşacak.”


Böyle işte...


Demek ki Başbakan Erdoğan, “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, benim Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” derken, birilerinin iddia ettiği gibi incelikli, nüanslı bir şeyler anlatmaya çalışmıyormuş, basbayağı “Kürt sorunu yoktur” diyormuş.


Peki, zirvesini Tayyip Erdoğan’ın 2005’teki “Vardır ve çözmek bizim görevimizdir”cümlesinin oluşturduğu Kürt sorununu özünde siyasi-psikolojik bir sorun olarak görme tutumu, nasıl oldu da Ecevit’vari bir dönüşüme uğradı ve “Kürt sorunu iş ve aş meselesidir” limanına demirledi?


Benim bu soruya cevabım şöyle: Hükümet uzun bir süre, kendisinin uygun ve yeterli gördüğü kimi hakları herhangi bir müzakereye girişmeden tek yanlı olarak verirse, “siyasi çözüm”e ulaşılabileceğini düşündü. Fakat ne zaman ki siyasi çözümün “anadilde eğitim”“Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesi” (özerklik) ve “genel af” anlamına geldiği ortaya çıktı, işte o zaman “Kürt sorunu yoktur, benim Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” dendi ve “iş ve aş”lı çözüm arayışına girildi. (Tabii, siyasi çözümün aynı zamanda “müzakere” demek olduğunun ortaya çıkmasının da rolü var bu vazgeçmede.)



“BDP’yi, PKK’yı sat seni âbâd edeyim”


Ben, daha önce defalarca yazdığım gibi, Kürt sorununu “iş ve aş”la çözme konseptinin Kürtlerde sinirlilik ve öfke yaratmaktan başka bir işe yaramayacağı kanaatindeyim. Ve bugün, hazır bu küflü konsept yeniden piyasaya sürülmüşken, bunun Kürt sorununun çözümünde hiçbir işe yaramayacağını, önceki denemeleri bir daha hatırlatarak göstermek istiyorum...


Hikâyemizi 2007 seçimlerinden başlatabiliriz...


Başbakan’ın, Kürt meselesini özünde bir siyasi-psikolojik sorun olarak gördüğünü ortaya koyan ünlü Diyarbakır (2005) konuşmasıyla 2007 seçimleri arasında geçen iki yılda bölgeye, eski iktidarlarınkiyle kıyaslanmayacak kadar yatırım yapıldı. Hükümet, 2007 seçimlerinde Güneydoğu’dan alınan rekor oyu, esas olarak “yatırım”lara bağladı ve böylece büyük bir hata yaptı. Doğru, o âna kadar AK Parti’ye sempati duymayan Kürtler bile bu yatırımlardan dolayı AK Parti’ye yakınlaştılar ama unutmamak lâzım; AK Parti aradaki iki yılda sorunun özünü “siyasi” olarak görmeye devam etti ve bunun propagandasını yaptı.


2009 yerel seçimleri “bölgeyi yatırıma boğma” temelinde yürütüldü. Fakat bu arada sorunun özünün “siyasi” olduğuna dair vurgular alıp başını gitmişti. Çünkü AK Parti ve hükümet 2007 seçimlerini yanlış okumuş, “iş, aş ve yatırım” temelli bir seçim kampanyasıyla aşağı yukarı aynı oyu, belki daha da fazlasını alabilmeyi ummuştu.


AK Parti seçimlerde bir hata daha yapmış, enerjisinin önemli bir bölümünü Demokratik Toplum Partisi’ni (şimdiki Barış ve Demokrasi Partisi –BDP), “PKK’ya terörist de, yoksa senle görüşmem” noktasından sıkıştırmaya ayırmıştı.


Bölgeyi “yatırıma boğma” vaadi (ki önemli ölçüde realize edildi), işte bu sıkıştırma nedeniyle Kürtler tarafından bambaşka bir biçimde algılandı. 2009 seçimlerini değerlendirdiğim “Seçimler ve Kürt sorunu: Hükümetin dersi, psikoloji!” başlıklı yazımda (3 Nisan 2009) bu “algı”yı şöyle anlatmıştım:


“Ne zaman ki Kürtlere yönelik, ‘legal ve illegal temsilcilerini yüzüstü bırak, bunun karşılığında ben seni âbâd edeyim, hatta birtakım kimlik taleplerini de karşılayayım’ nutukları başladı, bölgedeki bütün psikoloji değişti. Nasıl ki, çocuklarını döven ana babalar, başkalarının onları azarlamasına bile tahammül edemez, bu yaklaşım da Kürtlerde benzer bir tepkiye yol açtı.”


Kürtler, nevzuhur “PKK’ya karşı sivil harekât” ve benzeri projelerdeki, “Bakın size neler verdim, siz de bunun karşılığında BDP’yi, PKK’yı, Öcalan’ı ‘satın’, size başka şeyler de vereyim” imâsını ve “trampa” tekliflerini haklı olarak “onur kırıcı” buluyorlar ve reddediyorlar.


Hükümet de bunun farkında ki, planlanan “kıyak”ların “terör var diye hayata geçirildiği”sanılmasın diye özel bir hassasiyet gösterecekmiş.


Boşuna gayret...


“İş ve aş”
 projeleri, ancak sorunun özünün siyasi-psikolojik olduğunun kabulüyle paralel götürüldüğü sürece işe yarar: 2007’de olduğu gibi ve 2009’da olmadığı gibi...



Muhafazakâr basın: Milliyetçilik üstü az İslamiyet


Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler “Sağduyu” başlıklı makalesinde (20 ağustos) şöyle yazdı:


“Muhafazakâr kesimin yayın organlarının şahinleşen yaklaşımlarını yadırgadığımı da belirtmek isterim. Bu tablo aynı zamanda Türkiye’de muhafazakârlık yaklaşımının İslamcılık etkisinden iyice uzaklaştığını gösteriyor.”


Bence de öyle... İslamcılık etkisinden iyice uzaklaştığını, milliyetçilik etkisine iyice yaklaştığını... Bir de, Başbakan karşısında hiçbir eleştirel pozisyon alamadığını, “Başbakan ne derse o” çizgisini iyice derinleştirdiğini...


Sormak lazım bu medyaya: Kürt meselesini “iş ve aş” sorunu olarak gören Ecevit’le, Kılıçdaroğlu’yla dalga geçen siz değil miydiniz? “Kürt sorunu siyasi bir sorundur ve şiddetle çözülemez” diyen siz değil miydiniz? Bu tesbitiniz, karşı tarafın şiddete başvurmama koşuluna mı bağlıydı?


Başbakan’ın “söz bitti”si ne kadar da çok hoşunuza gitti böyle? Madem söz bitti, o zaman gelsin “Sri Lanka” çözümü, “son terörist yok edilene kadar savaşa devam” öyle mi?


Muhafazakâr medya için “paralel merkez medya” kavramını ilk kullandığım yazılarda, partnerlerinden hareketle bu yeni “merkez”in işinin “geleneksel merkez medya”nın işinden daha zor olduğunu söylemiştim:


“Gelin bir metafor oluşturalım, geleneksel merkez medyayı ve paralel merkez medyayı partnerleriyle, yani devletle ve hükümetle dans eden iki dansçı gibi düşünelim...


“Partnerler açısından baktığımızda, paralel merkez medyanın durumu çok daha güç görünüyor. Çünkü devlet, dans ederken hangi figürleri kullanacağını önceden ilan ediyor ve bunları katı bir biçimde uyguluyor. Mesela diyor ki, komünizme geçit yok, bölücülüğe geçit yok, irticaa geçit yok! Basit, anlaşılır, kesin figürler! Ve kolay kolay değişmiyor. Dolayısıyla, partneri olan geleneksel merkez medya ikide bir güç durumda kalmıyor, devletle dansını otomatiğe bağlanmış gibi sürdürebiliyor, böylece ‘tutarlı’ bir yayın çizgisine sahipmiş izlenimi yaratabiliyor.


“Oysa paralel merkez medyanın işi o kadar kolay değil. Onun partneri siyasetçiler olduğu için, dans sırasında ikide bir değişen ‘figür’ler karşısında zor durumda kalıyor; aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık vaziyeti hâsıl oluyor.”


Şimdi olduğu gibi...


Başbakan keskin bir dönüş yaptı ve paralel merkez medya fena halde açık pozisyonda kaldı. İşleri gerçekten de çok zor...