İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a seslenerek, "Bugüne kadar açıkladığın en iyi paket, damadını paketlemendi" dedi. Akşener, Erdoğan'a Tarım ve Ormancılık Bakanı Bekir Pakdemirli'yi görevden alması için de çağrıda bulundu.
Akşener, Danıştay'ın "Andımız" kararına tepki gösterirken, kendisinden önce kürsüye gelen ilkokul öğrencisi "Öğrenci Andı"nı okudu.
"Küçüklerini korumak yerine, onlara göz dikenler, elbette 'Andımız' okunmasın ister"
Akşener partisinin grup toplantısında, "Bu ülkede, Mustafa Kemallere idam fermanı yazanlar oldu. Bu ülkede, milletin meclisinin üzerine ordu gönderenler oldu. Bu ülkede, milletine terörist diyenler oldu. Bu ülkede, 'Andımız'ı yasaklayanlar oldu. Aslında buna çok da şaşırmıyoruz. Çünkü onları anlayabiliyoruz. 'Andımız'ın sözleri ağır gelenler, elbette 'Andımız'ı yasaklamak ister. Küçüklerini korumak yerine, onlara göz dikenler, elbette 'Andımız' okunmasın ister. Oy hesabı dışında, büyüklerini sayıdan saymanlar, yaş almışına, emeklisine sahip çıkmayanlar, elbette 'Andımız' duyulmasın ister. Yandaşını milletinden çok sevenler,- Yükselme ve ileri gitme idealini içine sindiremeyenler, elbette 'Andımız' bilinmesin ister." diye konuştu.
Akşener şu ifadeleri kullandı:
“Büyük Atatürk' dendiğinde, kaşıntı tutanlar, Çalışmak yerine, çalıp, çırpanlar, elbette 'Andımız' hatırlanmasın ister. En önemlisi de, Türk demenin bir ayırma değil, bir birliktelik arzusu olduğunu görmek istemeyenler, Son bağımsız Türk devletini, uçuruma sürükleyenler, Elbette 'Andımız'ın son cümlesinde şaşkına döner!
Ama o arkadaşlar hiç kusura bakmasın, bizler hâlâ buradayız. Türk Devleti hâlâ burada. Cumhuriyet hâlâ burada. Çünkü bu topraklarda, milletini ve memleketini özünden çok sevenler, kendilerini ve koltuklarını, özünden çok sevenlere karşı, her defasında galip gelmiştir. Her zaman da galip gelecektir!
"Millî Eğitim Bakanlığı’nın Andımız'la yargı üzerinden mücadeleye girmesi ironik"
'Andımız', inancımızda, sözümüzde, yaptıklarımızda ve yapacaklarımızdadır! 'Andımız', milletimize duyduğumuz sevgide, büyük, güçlü ve zengin bir Türkiye’ye duyduğumuz özlemdedir! 'Andımız', kahraman atalarımızın aziz hatırasında, Atatürk’ümüzün mirasındadır! Andımız', kalplerimizde, 'Andımız' ruhumuzda, 'Andımız' irademizdedir. O nedenle, 'Andımız'a el uzatmaya cüret edenlere inat, bir kez daha; 'Ne Mutlu Türküm Diyene!'
Bakanlıklarımız içinde, ikisinin adının başında 'millî' kelimesi vardır. Kafiye olsun diye değildir. Zaten kafiyeli de değildir. Biri Millî Savunma Bakanlığı, diğeri de Millî Eğitim Bakanlığı’dır.
"Andımız'ı okutun' diyemeyenler şimdi isyan ediyormuş gibi yapıyor"
İşte o nedenle, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, milli kimliğimize vurgu yapan, milli şuuru besleyen 'Andımız'la, yargı üzerinden mücadeleye girmesi, acı olduğu kadar da, ironiktir. 'Yerli ve millîyiz.” diyenlerin, aslında ne olmadıklarını göstermesi bakımından da, bir o kadar öğreticidir. Biliyorsunuz, Danıştay’ın 2018 yılında verdiği, 'Andımız' yeniden okutulmalı' kararının ardından, bu kürsüden birçok defa, 'Kararı uygulayın' çağrısı yaptım. Meclis grubumuz, soru önergeleri verdi. Tüm bu süreçte, iktidardan da, ortağından da ses çıkmadı. Danıştay kararına rağmen, üç yıldır ortağına, 'Andımız'ı okutun' diyemeyenler,
Şimdi ise çıkmışlar, Genel Kurul kararından sonra, bu karara isyan ediyormuş gibi yapıyorlar. İbretlik gerçekten… Allah kimseyi böyle yoldan çıkartmasın.
Abdürrahim Karakoç ne güzel söylüyor; 'Bindirmişler bir gemiye, Rotasından haberi yok.- Korkuyor ‚’Türküm’ demeye,- Atasından haberi yok. Derdi, davası oy için, Seneyi satar, ay için, Herkese çatar, bey için, Ötesinden haberi yok…'
Erdoğan ve iktidarı, cumhuriyetin değerleriyle ve milletimizin kazanımlarıyla kavga etmekten, bir türlü bıkmadı, bir türlü yorulmadı. Değerleriyle kavga ettiğiniz bir devleti, hakkıyla ve layıkıyla yönetemezsiniz. Nitekim, yönetemiyorlar. Çünkü devlet yönetmek ciddiyet ister. Akıl ister, sağduyu ister, özveri ister. Kendi menfaatini değil, milletin çıkarlarını gözeten bir irade ister. Hele ki, uluslararası ilişkilerde, atılacak her adım, ince hesaplar, isabetli kararlar ister. O nedenle, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni, “paşa gönlüne göre” yöneten bir anlayışın, bırakın isabetli adımlar atması, adım atabilmesi bile mümkün değildir.
"Şahsım diplomasisinden, “tık” diplomasisine terfi ettik"
Nitekim son günlerde, 2013 yılında diplomatik ilişkilerin kesildiği, Mısır konusunda, bazı açıklama ve girişimler var. Önce, Millî Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, ardından da Dışişleri Bakanı, Mısır’la yeni bir döneme girileceğini söyledi. Geçen Cuma da Sayın Erdoğan, artık gelenek haline getirdiği, 'Cuma sonrası gıybeti' seansında konuştu. 'Türkiye’nin Mısır’la ilişkileri, öyle en üst düzeyde değil de, şöyle bir 'tık' altında sürecek.' dedi. Fesuphanallah… Şu devlet insanı ağırlığına bakar mısınız? Şu devlet ciddiyetine bakar mısınız?
"Rabia yapmayacaksınız, bir 'tık' altında, 3 parmak mı göstereceksiniz?"
Şahsım diplomasisinden, “tık” diplomasisine terfi ettik. Hayırlı uğurlu olsun… Bir “tık” altında sürecekmiş… Bir “tık” ne demek Sayın Erdoğan? Sisi’yle sen görüşmeyeceksin, bir “tık” altında, Sayın Çavuşoğlu mu görüşecek? Elçilik açmayacaksınız, bir “tık” altında, maslahatgüzar mı göndereceksiniz?- İhracat yapmayacaksınız, bir “tık” altında, ithalat mı yapacaksınız? Sisi’ye darbeci, diktatör demeyeceksiniz, bir “tık” altında, “Cumhurbaşkanı” mı diyeceksiniz? Rabia yapmayacaksınız, bir “tık” altında, 3 parmak mı göstereceksiniz?
Biz elbette, Türkiye’nin tüm ülkelerle, sağlıklı ve istikrarlı ilişkiler kurmasını isteriz. Bunu da, Amerika istiyor diye değil, Avrupa ısrar ediyor diye değil, Türkiye’nin kazanması için isteriz. Ama; Türkiye’yi, Ortadoğu’da yalnızlaştıran, Milyarlarca liralık yatırımı, heba eden bir politikanın, herkesçe malum olup da, seslendirilmeyen sebeplerle terkedilmesini, elbette sorgularız.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Mısır’a niye küstü, şimdi niye barışıyor, hayır mı, şer mi, elbette bilmek isteriz. Ve kaybedilen zamanın, tepilen fırsatların, hesabını kim verecek, elbette öğrenmek isteriz. Bu, milletimizin bize verdiği sorumluluğun gereğidir. Ama tüm bunlara cevap veremeyip, Bir de üstüne 'Bir tık aşağısı' demek, 'Oylarım düşüyor, dış politikada da zor durumdayım. Kendimi kurtarmak için, Sisi’yle görüşmem lazım; ama, bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.' demektir. Şahsi çıkarların, koltuk korkularının dayattığı 'tıklarla', devlet yönetilmez Sayın Erdoğan. Devlet, akılla, stratejiyle, planlamayla yönetilir. Bir 'tık' aşağısı, bir 'tık' yukarısıyla, milletin, memleketin çıkarları korunmaz. Çık, devlet insanı gibi, milletimize, şimdiye kadar atılan yanlış adımların hesabını ver, Sonra da milli çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa, onu yap. “tık” muhabbetiyle milletimizi oyalamaya çalışma. Ayıptır, günahtır.
"Her acı, her kriz, Sayın Erdoğan için, siyasi ranta dönüşebildiği sürece anlamlı"
Sayın Erdoğan’ın, Mısır için, Gazze için yaptığı aslında nedir biliyor musunuz? Oralarda yaşanan acıları, iç siyasete malzeme yapıp kullanmaktır. Çünkü Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışına göre, herkes ve her şey, sadece, kendi iktidarına hizmet ettiği sürece değerlidir. Her acı, her kriz, Sayın Erdoğan için, siyasi ranta dönüşebildiği sürece anlamlıdır.
Bu nedenle, gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı, Mısır’la, İsrail’le konuşmayı, el sıkışmayı gerektirir; işte o zaman, ne Rabia meydanı, ne Gazze, ne de Mavi Marmara, Sayın Erdoğan için artık önemli değildir. Gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı, Yunanistan’la anlaşmayı gerektirir; işte o zaman, ne Kıbrıs davası, ne de Kıbrıslı kardeşlerimiz, Sayın Erdoğan için artık önemli değildir. Gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı, PKK ile masaya oturmayı gerektirir; işte o zaman, ne şehitlerimiz, ne de memleketin bütünlüğü, Sayın Erdoğan için artık önemli değildir.
O gün geldiğinde, ki o günü daha önce defalarca gördük; sessiz sedasız, kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılır, temaslar başlar, masalar kurulur, tavizler verilir. Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, insanların değerlerine duydukları saygı, işte bu kadardır. Değerler, onları iktidarda tuttuğu sürece, yani kullanışlı olduğu sürece savunulur. Yaşananlar işte tam olarak budur. Peki bu anlayışın sonucunda ne olur? Sayın Erdoğan için yeni bir gün doğar, şov tam gaz devam eder, yapılan yanlışların bedelini Türkiye öder, Türk Milleti öder. Olan kutuplaşan milletimize, ekonomimize, itibarımıza olur. Düşünün; mesela, daha makul ve akılcı bir dış politika yürütseydik nasıl olurdu? Mısır ile Yunanistan arasındaki, Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, bize rağmen imzalanabilir miydi?"
"Erdoğan’ın ergen siniri, dış politikayı, iç politikaya malzeme eden çarpık stratejisi nedeniyle devletimizin güvenliği zayıflatıldı"
2013’ten sonra Mısır’a yaptığımız ihracat hızla düştü. yaklaşık 4 milyar dolarlık, yani 30 milyar liralık ihracat kaybımız var. Bu kaybı yaşar mıydık? Libya’da karşımızda, Mısır’ın merkezinde olduğu, geniş bir diplomatik koalisyon oluştu. Mısır ile ilişkilerimiz, bu kadar gerilimli olmasaydı, bu koalisyon yine de oluşur muydu? Bu soruların hepsinin cevabı “hayır”. Sayın Erdoğan’ın ergen siniri, egosantrik tavırları ile, dış politikayı, iç politikaya malzeme eden çarpık stratejisi nedeniyle, devletimizin güvenliği zayıflatıldı, milletimizin çıkarları da kollanamadı.
"Erdoğan; milletimiz ilk sandıkta sana mı oy verecek, yoksa Mursi’ye mi?"
Sayın Erdoğan seçim kazandı, ama maalesef Türkiye kaybetti. 8 yıllık akılsızlığın ve vizyonsuzluğun ardından gelinen nokta işte budur. Bundan iki yıl önce, İstanbul seçiminde, Sayın Erdoğan vatandaşımıza, 'Pazar günü şuna karar vereceksiniz, Sisi’ye mi oy vereceğiz, Mursi’ye mi?' diye sormuştu. Bugün de aynı soruyu ben kendisine sormak istiyorum; Sayın Erdoğan; milletimiz ilk sandıkta sana mı oy verecek, yoksa Mursi’ye mi?
"Damadın da, hemen her ay, yeni bir paket açıklıyordu, sonunda paket oldu"
Hep anlatmaya çalıştığımız gerçek şu; bu iktidar, artık her adımını, sadece iktidarını korumak için atıyor.Diplomasideki manevraları da, reform paketleri de, eylem planları da, hep aynı amaca hizmet ediyor. Bakıyorlar ki, iktidarı korumak için bazı adımlar atmaları lazım, hemen ortaya yeni bir paket, yeni bir plan sürüyorlar. Bunun son örneği olarak Sayın Erdoğan, geçen hafta “Ekonomide Reform Paketi’ni” açıkladı. Beklenenin aksine, açıklama sırasında hem döviz kuru, hem de faizler arttı. Hatırlarsınız, biz bu durumu daha önce de görmüştük… Damat Bakan da, bakanlığı döneminde bol bol paket açıklardı. Onun da açıkladığı her pakette, döviz kuru ve faizler artardı. Demek ki, bu durum bir aile geleneğiymiş…
Ekonomi artık dikiş tutmuyor, Sayın Erdoğan. Gerçeklerden uzak paketlerine, planlarına, milletimiz artık inanmıyor. Bak şimdiden uyarıyorum; Damadın da, hemen her ay, yeni bir paket açıklıyordu, sonunda paket oldu. Geçmişten ders al, olanlardan feyz al. Demokrasi olmazsa, hukuk düzgün işlemezse, devlette akıl, liyakat ve şeffaflık olmazsa, tüm ihaleleri yandaşların kaparsa, sen ne açıklarsan açıkla, tutmaz. Milletinin gerçeklerini reddeden hiçbir iktidar, sandıktan çıkamaz. Bu kadar basit. Ama illaki “Bu kafayla gideceğim.” diyorsan, O zaman sana, şu meşhur hikayedeki gibi, üç mektup yazıp çekmecene koymanı tavsiye ederim.
"Eylem planı yapmaktan, eylemin kendisine bir türlü fırsat bulamıyorlar"
Biliyorsunuz, her hafta bu kürsüden, gıda enflasyonuna, tüketici enflasyonuna, üretici enflasyonuna dikkat çekiyoruz. Bunlara artık bir yenisi daha eklendi; “Eylem planı enflasyonu”. Eylem planı yapmaktan, eylemin kendisine bir türlü fırsat bulamıyorlar. Üstelik, aylarca üzerinde çalışıp, karşımıza çıkardıkları reform paketi de, aynı cips paketleri gibi: Yüzde sekseni havayla dolu…
"98 sayfalık reform kitapçığının, 50 sayfasından fazlası, başlık, içindekiler, fiyakalı resimler"
Bakın arkadaşlarımız saymışlar: Üç aydır, bütün bakanlıkların üzerinde çalıştığı, 98 sayfalık reform kitapçığının, 50 sayfasından fazlası, başlık, içindekiler, fiyakalı resimler ve notlardan oluşuyor. Ekonomi ile ilgili konulara ilişkin bilgiler de, zaten Yıllık Program’da ve Orta Vadeli Program’da var. Yani Saray Danışmanları, üç ay boyunca allamışlar pullamışlar, eski programlardakileri kopyalayıp yapıştırmışlar.
Mesela, reçete diye sundukları “ürün uzayı”, 10 yıldan beri akademisyenlerin, sanayi odalarının çalıştığı bir konu. Hatta biz, çoktan üzerinde çalışıp, projelendirdik bile. Keşke altını dolduramayıp rezil olmak yerine, bize sorsalardı. Bize sorsalar, kendileriyle paylaşırdık…
"Pakette öyle maddeler var ki sanki Erdoğan’a karşı yapılmış"
Dahası var… Pakette öyle maddeler var ki, bu maddeler, sanki bizzat Sayın Erdoğan’a karşı yapılmış. Kendisinin bunlardan haberi var mı, gerçekten şüpheliyim. Mesela, kamuda taşıt alımı ve kiralanmasına, temsil ve ağırlamaya, harcama sınırları getirilecekmiş. Yönetim kurullarına yapılan atamalara da sınırlama getirilecekmiş. Yani çakarlı lüks arabalara, banka yönetimine atanan güreşçilere, üç, dört yerden maaş alan, yeğen, görümce ve bacanaklara kısıtlama geliyor.
"Hesap verebilirliğe, Merkez Bankası’nın buhar olan 128 milyar dolarından başlayalım
Mesela; 'Meclis'in bütçe hakkının kapsamı genişleyecek, şeffaflık ve hesap verebilirlik artacak' diyorlar. Çok güzel, sonuna kadar da destekliyoruz. Ama bir şartla:
Hesap verebilirliğe, Merkez Bankası’nın buhar olan 128 milyarından başlayalım. Var mısınız?- Daha bitmedi. Paketi neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Mesela Sayın Erdoğan, dünyanın en yüksek enflasyonuna sahipken, 'fiyat istikrarını bir yana koyuyoruz' diyor.
Ekonomimizin en önemli problemlerinden biri, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı iken, Ekonomi Reform Paketi’nin getirdiği çözüm, fiyat istikrar komitesi kurmak.
Sayın Erdoğan; siyasette alıştığın polisiye tedbirleri, ekonomiye uygulamayı artık bırak. Bu millet, polisiye tedbirlerin işe yaramadığını, daha önce tanzim satış kuyruklarında gördü. Bunlarla uğraşacağına, önce git; ekonomide verimliliği nasıl arttırırım, piyasa sistemini daha iyi nasıl çalıştırırım, iş dünyasına güven verip, ekonomideki riskleri nasıl azaltırım, fiyat istikrarını nasıl sağlarım, bunlara kafa yor.
"Madem yeşil dönüşüm hedefliyorsunuz; elektrikli araçlardaki ÖTV’yi 3-4 kat yükselttiniz?"
Her reform paketinde olduğu gibi, bu pakette de “zamanın ruhu” yakalanmaya çalışılmış, ve sanayide yeşil dönüşüm gibi, bizim de çok önem verdiğimiz kavramlara yer verilmiş.
Mesela, "Toplu taşıma filolarında ve hizmet araçlarında, elektrikli araçların kullanılması teşvik edilecektir.” deniyor. E o zaman ben de soruyorum; madem yeşil dönüşüm hedefliyorsunuz; o halde neden, daha bir ay önce, elektrikli araçlardaki ÖTV’yi 3-4 kat yükselttiniz? O halde neden, milletimizi elektrikli araç alamayacak hale getiriyorsunuz?
Mesela; Çevreye duyarlı yatırımların finansmanı için, “yeşil tahvil” ihraç edileceğini söylüyorsunuz. Bunu diyen Sayın Erdoğan, İran, Irak, Libya, Yemen ve Eritre ile beraber, - Paris İklim Anlaşması’nı imzalamayan altı ülkeden birinin Cumhurbaşkanı. Şaka gibi. Madem öyle, buradan bir kez daha Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: Paris İklim Anlaşmasını hemen yarın onayla! Biz arkandayız. Onayla ki, pakete yazdıklarınızın bir nebze inandırıcılığı olsun. Bir de ayrıca; Sayın Erdoğan konuşmasında, bu ülkeyi 20 yıla yakındır yöneten kendisi değilmiş gibi, 19 milyon ton gıdanın, israf edildiğinden dert yandı.
Biz İyi Parti olarak, bu konuyu kurulduğumuz günden beri işleyip, israf ekonomisini azaltmak için ne yapılması gerektiğini anlatıyoruz. İsrafın en büyük nedeni; hasat kayıpları, pazara indirme kayıpları, ambalajlama ve tasnifleme kayıpları, iklimlendirme ve soğuk depolama kayıpları, lojistik kayıpları, pazar ve raf kayıplarıdır. Biz bunu kaç zamandır söylüyoruz, ama Sayın Erdoğan daha yeni duymuş.
Diyor ki; “Tarlada ve hallerde kalan, taze meyve ve sebzeleri, piyasaya kazandıracak, mekanizmalar geliştireceğiz.” Bunu da, dijital tarım pazarıyla yapacaklarmış. Sayın Erdoğan, bu kürsüden daha iki hafta önce, depolarda çürüyen, patates ve soğan konusunu anlattım. Sen ise, oralı bile olmadın. Ama, madem gıda israfı konusunda, aniden yeni bir hassasiyet geliştirdin, o zaman, işte sana fırsat… İşe oradan başla. Bak buradan söz veriyorum; Eğer patates ve soğan üreticisini, bu sene mağdur etmezsen, ben de, “reform paketinin bu bölümü başarılı olmuş.” diyeceğim.
Şanlıurfa ve Mardin’de, vatandaşımızla buluştuk, dertlerini dinledik. Oy istemeye değil, dert dinlemeye gidiyoruz. Bu zor günlerde, yalnız olmadıklarını hissettirelim istiyoruz. Milleti düşünen, milleti düze çıkarmak için çalışan birileri var, bilsinler istiyoruz. Şanlıurfa’daki bir eczacı kardeşim diyor ki; “Ayda bin lira elektrik parası ödüyorum. Tek bir dolaba düştüm, küçük bir sobayla idare ediyorum. Kendi derdime yanamıyorum bile. 140-150 lirayı bulan bebek mamasını almadan gidenleri gördükçe kahroluyorum.”
Bir başka esnaf kardeşim diyor ki; “20 çalışandan, 10 çalışana indik. 10 kardeşim ekmeğinden oldu. Çalışan da, eskiden 100 lira alıyorsa, şimdi 50 lira alıyor. Ne yapalım, kapatalım mı?”
"Çiftçimize yaşattığınız bu zulme derhal son verin!"
Çiftçi kardeşlerim diyor ki; “Mazot, gübre, ilaç fiyatları aldı başını gidiyor. Ama Urfa’dan Batman’a, başımızda öyle bir bela var ki, hepsini unutturuyor” diyor. Nedir o bela? Dedaş. Yani, Urfa’da, Mardin’de herkesin DEAŞ dediği, Dicle Elektrik Çiftçi ekip biçmek için hevesli, hazır bekliyor. Toprak, 1’e beş verecek kadar bereketli, hazır bekliyor. Ama öyle bir düzen kurulmuş ki, kimsenin dermanı yok. Çiftçimiz, astronomik elektrik faturalarından illallah ediyor. Fatura yetmiyor, gestapo gibi dolaşan, şirket görevlilerinin yazdığı cezalar da, çiftçimizin nefesini kesiyor. 300 bin lira, 500 bin lira, hatta 1 milyon lirayı bulan cezalar var. Ve ilginçtir, ortada fatura da yok. Yani sistem, hem vatandaşın sırtında yük, hem de devletten vergi aşırıyor. Böyle insafsızlık olur mu? Böyle kayıtsızlık olur mu? Böyle vicdansızlık olur mu? Utanmıyor musunuz?
"Urfa sana küsmüş haberin olsun Sayın Erdoğan!"
Çiftçimize yaşattığınız bu zulme derhal son verin! Urfa’da öğrencilerimiz tabletsiz. Gençlerimiz umutsuz.
Babalar çaresiz. Tarlalar hüzünlü, toprak mahzun. Yağmur yerine yağan elektrik cezaları, derman bırakmamış. Urfa sana küsmüş haberin olsun Sayın Erdoğan!
"Çiftçinin parasına daha bankada el koyduruyorsunuz"
Mardin’deki durum da farklı değil. 10 yaşındaki Enes diyor ki; “Dördüncü sınıftayım. İnternet de yok tablet de yok, EBA’ya giremiyorum. İki kardeşiz. Bir tane telefon var. Birimiz giriyoruz, diğerimiz giremiyoruz.” Mardinli bir çiftçi kardeşimin söyledikleri, yenilir yutulur değil. “133 dönüm arazim var.” diyor. “Elektrik, su, gübre, ilaç derken 320 bin lira masrafım oldu. 130 dönüme, 15 bin lira destek veriyorlar.” diyor. “Bir de üstüne, o destek parasına el konuyor.” diyor. Bakın, tam da burada, bir zulme dikkatinizi çekmek istiyorum. Hani şu çiftçiye verilen destekleme primi var ya, işte o Ziraat Bankası’ndaki bir hesaba yatıyor. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle yeni bir sistem kurulmuş, çiftçinin eline gitmesi gereken para, önce o hesaba gidiyor. Ve Dedaş’ın alacağı varsa, yetki verilmiş, şirket oradan parayı çekiyor. Çiftçiye de hiçbir şey kalmıyor, kalsa da zaten işe yaramıyor.
İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde çiftçimizin durumu… Yahu lafa geldi mi, “Çiftçimize şöyle prim verdik, böyle destek olduk.” diye hava atıyorsunuz, İşin aslı, çiftçinin parasına daha bankada el koyduruyorsunuz.
Sayın Erdoğan; millet üretmek istiyor, sen tarlaları ateşe veriyorsun. Bu ülkeye daha fazla kötülük etme. Bu millete daha fazla zulmetme. Milletimiz ona reva gördüğün bunca çileyi hak etmiyor. Bak Şanlıurfalı bir çiftçi kardeşimin sözleri, Damat Bakan’ın ruh ikizi, Tarım Bakanı için adeta ders niteliğinde. Ne diyor biliyor musun? 'Buralar çok verimli topraklar. GAP projesinin yüzde 48’i tamamlandı, ama yüzde 52’si kaldı. İstanbul’a kanal açacaklarına, buralarda sulama kanalı yapsınlar. Yağmurlama sistemiyle sulama için, bize destek olsunlar. Dedaş zulmüne son versinler. Tarım üretiminde zirvedeki Hollanda ne ki?… Urfa, Mardin, Batman el ele verir, birkaç senede Hollanda’yı yakalarız.'
"Çiftçimize bir kez olsun iyilik yap, bu kez de Tarım Bakanı’nı paketle"
Sayın Erdoğan; işte sana vizyon. İşte sana motivasyon. Eksik olan ise yalnızca bir “paket”. Bugüne kadar açıkladığın, en iyi ve en etkili paket, damadını paketlemendi. Dolar, anında bir lira düşmüştü. Gel, çiftçimize bir kez olsun iyilik yap, bu kez de Tarım Bakanı’nı paketle.
"Kanal İstanbul çılgınlığını çöpe atıp, o parayla GAP’ı yağmurlama sistemiyle donatacağız"
Fiyatlar uçmuş, milletin pazara, markete gidecek mecali kalmamış. Gel, Tarım Bakanı’nı paketle, şu mübarek ramazan öncesi, milletimizi sevindir.Sayın Erdoğan ve arkadaşları, milletin gerçeklerine kulak tıkamaya devam etsinler, ben buradan, o bereketli topraklardaki vatandaşlarıma sesleniyorum; sakın umutsuzluğa kapılmayın. Biz geleceğiz ve bu zulme son vereceğiz. Çiftçimizin sırtına binmiş asalaklara, “Yeter, buraya kadar!” diyeceğiz. “Önce şu borçları bir sil.” diyeceğiz. “Öyle fatura yerine makbuzlarla, korsan iş yapamazsın, faturaları bir çıkar bakalım.” diyeceğiz. Kanal İstanbul çılgınlığını çöpe atıp, o parayla GAP’ı yağmurlama sistemiyle donatacağız. Toprak ana, 1’e 10 verecek.
Tarımda çözüm için öneriler
Çiftçimiz kazanacak. Çiftçi kazanınca, esnaf kazanacak. Urfa kazanacak, Mardin kazanacak, Batman kazanacak. Türkiye kazanacak.
Biz, İyi Parti olarak, tarımı ve bölgesel kalkınmayı bir bütün olarak görüyoruz. Tam da bu yüzden, hazırlamakta olduğumuz “Ulusal Tarım Master Planını”, bölgesel kalkınmanın, olmazsa olmazı olarak görüyoruz. Bu anlayıştan yola çıkarak, İyi Parti iktidarında;
Tarımsal politikalarla, sosyal politikaları, birlikte ele alacağız. Kaynaklarımızı ve projeleri, yönetim bütünlüğü ve etkinliği esasına göre yönlendireceğiz. GAP için, özel bir değerlendirme ve analiz çerçevesi belirleyeceğiz. Geriye doğru yapılanları ve yapılmayanları, - etkinlik analizleri üzerinden, özel bir yönetim çerçevesine bağlayacağız. Tarımda bölünmüş arazileri, kimsenin hakkını yemeden birleştirip, tarımda verimliliği sağlayacağız. “Ulusal Tarım Master Planı” çerçevesinde, “Yığınlaşma Bölgeleri”, “Yoğunlaşma Bölgeleri” ve “Tarım Organize Bölgeleri’ni” oluşturacağız. Bu bölgeleri, özel tarımsal bölgeler halinde, kadim tarımsal kültürleri, sosyal ve demografik yapıları, - tarımsal, coğrafi ve iklim özellikleri, ve altyapıları üzerinden belirleyeceğiz. Tüm sanayi, lojistik ve pazarlama entegrasyonlarını hızla harekete geçirip, bu bölgeleri, konuları üzerinde uzmanlaşmış, markalaşmış, ticari rekabete açık, ihracat imkânları desteklenen, bölgeler haline getireceğiz.
"Sürekli büyüyen tek partiyiz"
İyi Parti zorlukları aşma hareketidir. Şu son 5 senede bize yapılanları, aştığımız engelleri toplasak, 12 cilt ansiklopedi olur. Yüce Allah’a şükürler olsun, tüm bunlara rağmen, sürekli büyüyen tek partiyiz.
İşte tam da bu nedenle. Herkes kendine şu soruyu sorsun isterim: Türkiye’yi kim yönetmeli? Her türlü imkâna sahip olmasına rağmen, ülke ekonomisini küçültenler mi?
Saraya demir atıp, iskelede çürüyenler mi? Yoksa, her türlü engele rağmen, millet yolundan dönmeyip, her geçen gün büyüyenler mi? “İyi Parti iktidara geldiğinde, nasıl bir Türkiye’de yaşarız?” sorusunun, en somut cevabı işte budur. İyi Parti’nin başarılarla dolu bu mücadelesi, Türkiye için yapacaklarımızın teminatıdır. Biliyorum şu an, milletçe zorluklardan, sıkıntılardan geçiyoruz. Ama tasalanmak, endişeye kapılmak yok. İnanın, Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok.
Bizim hikâyemiz, sizlere de umut olsun. Karşımıza çıkarılan zorlukları nasıl yendiysek, engelleri nasıl aştıysak, Türkiye’yi de öyle düze çıkaracağız. İyieştirilmiş ve Güçlendirilmiş Sistem’le, milletimizi hak ettiği zenginliğe ve huzura mutlaka kavuşturacağız. Hiç merak etmeyin. Biz, yarın seçim olacakmış gibi çalışıyoruz. Ülkeyi bu darboğazdan nasıl çıkarırız, Türk Milleti’nin hak ettiği geleceği nasıl kurarız, buna çalışıyoruz. Yetkiyi aldığımız günün ertesi, bir gün bile kaybetmeden, milletimizin derdini nasıl çözeriz, buna çalışıyoruz. Ve inanın, bu hiç de zor değil. Bu ülke, o kadar zengin ki… Bu topraklar, o kadar bereketli ki… Bu ülke, zenginleşmeye, huzura ermeye o kadar hazır ki… Buna bir seçim kadar yakınız. Tek bir seçim…
Artık tünelin ucu görünüyor. Millet Bizi Çağırıyor! Bu gerçeğin karşısında çaresiz kalanlar, daha da çirkinleşecek. Yalanlar olacak, iftiralar olacak. Önümüze engeller, milletimizle aramıza duvar dikmek isteyenler olacak. Varsın olsun! Biz yolumuzdan dönmeyeceğiz. Millet yolundan, makulün siyasetinden asla vazgeçmeyeceğiz. Haktan ve hakikatten asla sapmayacağız.-Ve en sonunda mutlaka kazanacağız. Gerçekler birer birer gün yüzüne çıkıyor… İktidardakilerin niyet ve fıtratlarını sakladıkları günler artık geride kaldı. Çocuk yaşta kalbimize yazdığımız andın gereği olarak, bir büyük mücadele veriyoruz.
Bu mücadele, özünü her şeyden çok sevenlerle, milletini özünden çok sevenlerin mücadelesidir.
Bu mücadele, koltuklarını eskitenler ile, ayakkabılarını eskitenlerin mücadelesidir. Bu mücadele, sarayda sefa sürmenin peşine düşenler ile,
Milletinin mutluluğunun derdine düşenlerin mücadelesidir. Bu mücadele, kötülerle iyilerin mücadelesidir! Bu mücadele, hakkın, haklının, yani bizzat milletimizin mücadelesidir."