Gülay Göktürk
(Bugün, 19 Eylül 2012)
Bundan daha makul, bundan daha doğru ve bundan daha yumuşak bir üslupla söylenmiş bir eleştiri, bir talep olamazdı herhalde...
TÜSİAD Başkanı Boyner'in "Uludere'de, Afyon'da neler olduğunu öğrenmek istiyoruz" cümlesi, öyle "ileri" filan değil, normal bir demokraside bir iktidarın yüz yüze geleceği en masum, en sıradan talepti.
Böyle makul bir talebe "Öğrenmek hakkımızdır falan, neyi ne kadar öğrenmek, kimin hakkı, kimin hakkı değil, onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O işine baksın" diye cevap vermek de öyle "ileri" falan değil, normal bir demokratik rejimde hazmedilmesi çok zor bir çıkıştı.
"İşine baksın" denilen Ümit Boyner, aslında tam da işini yapıyor. O Türkiye'nin önemli bir sivil toplum kuruluşunun başında bir kişi olarak açık toplumu savunuyor. Yaşanan iki vahim olay hakkında bilgilenme hakkını arıyor.
Ne istiyor Başbakan? Etliye sütlüye karışmayan, başını kaldırıp Türkiye'nin meselelerine bakmayan, iktidar karşısında el pençe divan duran STK'ların olduğu bir Türkiye mi?
28 Şubat'ta doğru tavır takınmayan kişi ve kuruluşlar, iktidarı eleştirme, ülke hakkında fikir belirtme haklarını ilelebet kaybettiler mi?
Kaldı ki bu soruları sormak için STK Başkanı olmak da gerekmiyor. Aynı soruları sıradan bir vatandaş olarak da sorabilirdi; nitekim aynı soruları sıradan vatandaşlar da soruyor. Ama ne yazık ki, Başbakan hepsine aynı üslupla cevap veriyor. Artık her eleştiriyi "sen kimsin", "sen işine bak" diye püskürtmeye çalışan, her karşı çıkanı ihanetle suçlayan bir başbakanla karşı karşıyayız.
Devleti yeniden dokunulmaz kılmak
İhanet lafının bu kadar sık kullanılışının üzerinde özellikle durmalıyız. Bunu sadece Başbakan'ın hırçın karakterine veremeyiz. Eleştirilerin, hoşnutsuzlukların ihanet gibi algılanışı demokrasi dışı rejimlerin temel karakteridir. Bir ülkede ihanet suçlamaları ne kadar artarsa rejim o kadar otoriterleşmiş demektir. Çünkü bu rejimlerde rejime bağlılık esastır. Özgür vatandaş değil, bağlı, itaatkâr, vefalı vatandaş istenir ve en ufak bir eleştiri bağlılığa ihanet olarak değerlendirilir.
Öyle görünüyor ki Başbakan askeri vesayeti zayıflatıp kendi iktidarını sağlamlaştırdıkça; eski devlet bürokrasisini tasfiye edip kendi bürokrasisini oluşturdukça, "kendi" devletini tıpkı eski devlet sahiplerinin yaptığı gibi dokunulmaz kılmaya çalışıyor. O devletin kurumlarına, yüksek bürokratlarına yönelik her türlü eleştiriye kalkan oluyor; MİT'i yargı denetiminden kaçırıyor. Genelkurmay Başkanı'na söz söyletmiyor, polisini -işkenceci de olsa- kanatları altına alıyor. Böylece kutsal ve dokunulmaz devleti -bu defa Kemalist değil muhafazakâr bir kimlikle- yeniden üretmiş oluyor.
Ama böyle yaparak, onu iktidara taşıyan toplumsal dalgaya ters düşüyor.
Oy oranı artsa da...
AK Parti oylarını yüzde 50'den 53'e çıkarmış... Umurumda değil!
Siyaseten hiçbir zaman "çoğunluğun bulunduğu yerde durmak" gibi bir kıstasım olmadı. Ben iktidara gelmeden önce AK Parti'yi desteklerken oy oranının yüzde kaç olduğunu bilmiyordum. Sadece haklı ve değişimci olduğunu biliyordum.
Bugün de oyları ister yüzde 53'e, ister 63'e çıkmış olsun, görüyorum ki AK Parti iyiye gitmiyor. AK Parti'nin hâlâ bir alternatifinin bulunmaması gerçeği bu durumu daha da vahimleştiriyor.
Hem AK Parti için hem de Türkiye için...