Gündem

Ahmet Şık'ın 'Oda TV' savunmasından: Cuntayı kıskandıran diktatörlük demokrasi diye yutturuluyor

"Zekeriya Öz, Türk yargısının adalet dağıtmaktan uzak halinin özetidir"

15 Şubat 2017 14:32

"PKK ve FETÖ propogandası yaptığı" iddiasıyla 30 Aralık 2016'da tutuklanan gazeteci Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın, Yalçın Küçük ve Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın da aralarında bulunduğu 13 kişi ile birlikte yargılandığı Oda TV davasının karar duruşmasında savunmasını yaptı. Şık, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki (TSK) cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "7 Haziran'da millet iradesi yanlış tecelli etti deyip ülkeyi kan banyosuna döndüren sürece getirdiler. İktidar ülkeyi engellenen darbecileri kıskandıracak bir yola getirdi" dedi.

Anayasa değişikliği referandumuna ilişkin de konuşan Ahmet Şık, "Baskı ve otoriterliği daha da katmerleyerek, geçmişteki ve günümüzdeki cunta rejimlerini kıskandıracak bir tek adam diktatörlüğü demokrasi diye yutturulmaya çalışılıyor. Medyanın büyük kısmının ele geçirildiği, kalanların neredeyse tamamının kontrol altına alındığı, 'hayır' diyenlerin 'terörist' diye yaftalandığı, hile yapılacağından kimsenin kuşku duymadığı, eşit olmayan koşullarda yapılacak bir referandumu 'millet iradesi' demagojisiyle önümüze getiriyorlar" diye savundu. 

Şık, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen karar duruşmasında şunları söyledi:

"Türkiye bir gariplikler ülkesi ve her dönemde bir çok absürtlük yaşandı. Ama evrensel demokratik normaların her birinin içinin boşaltılıp, ülkeyi teslim alan bir örgütlü kötülüğün menfaatlerine uygun olarak, tam tersi anlamlara gelecek şekilde yeniden tanımlandığı bir başka dönem olmadı. Öyle ki, yıllar öncesinde yazdığı '1984' adlı eserinde günümüz Türkiye'sini anlatmış olduğu benzetmesi sıklıkla yapılan George Orwell mezarında ters dönmüşse haklıdır. Abartılı bulanlara bir çırpıda aklıma gelenleri sıralayabilirim.

"En yakın örnekten başlayalım. Baskı ve otoriterliği daha da katmerleyerek, geçmişteki ve günümüzdeki cunta rejimlerini kıskandıracak bir tek adam diktatörlüğü demokrasi diye yutturulmaya çalışılıyor. Medyanın büyük kısmının ele geçirildiği, kalanların neredeyse tamamının kontrol altına alındığı, 'hayır' diyenlerin 'terörist' diye yaftalandığı, hile yapılacağından kimsenin kuşku duymadığı, eşit olmayan koşullarda yapılacak bir referandumu 'millet iradesi' demagojisiyle önümüze getiriyorlar. Kendilerinin ve temsil ettikleri oligarşik düzenin varlığına tehdit içeren bir sonuç ortaya koyan 7 Haziran 2015 Genel Seçiminin ardından o iradenin nasıl ayaklar altına alındığını hep birlikte gördük. Millet iradesinin yanlış tecelli ettiğine karar verip, ülkeyi yeniden bir kan banyosuna sokmakta bir an tereddüt etmediler. 'Baldıran zehiri de olsa içeceklerini' iddia ettikleri 'Barış sürecinin' sonunda ülkenin tamamı mezarlığa döndü.

"Demokratik gelişimde katedildiği iddia edilen mesafe sonunda gelinen yerin 'ileri demokrasi' olduğuna inanmamızı isteyenler, basın özgürlüğünün 'en iyi döneminde' olduğuna da 'sizi tasmalarınızdan kurtardık' şeklindeki veciz sözlerler ifade etmişlerdi. Ancak ulusal ve uluslararası meslek örgütlerinin raporlarında Türkiye'nin 'Dünya'nın en büyük gazeteci hapishanesi' olduğu yazıyor. Avrupa Konseyi'nin 47 üyesi içinde, ifade özgürlüğünün en çok ihlal edildiği ülkenin Türkiye olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

"Son 10 yılda 'darbe' ve 'darveci', iktidar mahfilleri ve yandaşlarından en çok duyulan sözcükler oldu. İktidar karşıtı hereylem 'darbe' her muhalif daha da kolaylıkla 'darbeci' diye ilan edildi. Halbuki, siyasi tarihinde birçok darbe bulunan Türkiye'de, kendilerini hedef alan 28 Şubat 1997 darbesi dışındaki tüm cunta rejimleri, Türkiyeli islamcılar tarafından alkışlarla karşılanmıştı. 12 Eylül 1980 cuntasının tüm kurumları yerli yerinde dururken, faşist ruhu devletin derinliklerine nüfuz etmişken darbe şakşakçısı islamcı bir iktidarın 'darbelerden ve darbecilerden hesap sorduğu' iddiası ise hayli inginçti. 10 yıl önce başlatılan ve bazı kontgerilla artıklarının gerçek suçları soruşturma konusu edilmeden sanık olarak dosyalara serpiştirildiği, bir dizi kumpasla kurgulanmış davalarla memleket güya 'sivilleştiriliyordu.' Bir yandan sivilleşme sağlanırken, 'Dindar ve kindar' diye tarif edilen taraftarlarının bizzar iktidar tarafından militerleştirilmesinden daha ilginç olansa, AKP'nin siyasi desteğiyle kumpas davaların tetikçiliğini üstlenenlerin daha  ay önce darbeci olarak sahneye çıkmasıydı. Eski suç ortağının, geride bir dolu kuşkulu ve karanlık soru bırakan bu kanlı kalkıimasını 'allahın lütfu' fırsatçılığına çeviren iktidar, engellenen darbecileri kıskandıran bir cunta rejimini hayata geçirdi. Sözün kısası, demokrasilerde yanıtı net olan 'darbe nedir', 'darbeci kime denir', 'sivilleşme nasıl olur' sorularına verilecek yanıtlar herkesin siyasal angajmanına göre farklılık gösteriyor.

"Daha birçok örnek vermenin mümkün olduğu bu demokrasi illüzyonunun en büyük paradoksu ise bizzat iktidarın, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendisi. Zifiri karanlık bir zihniyeti temsil ediyorlar ama partilerinin amblemi ışık saçan bir ampul. Devlet ve ülke kaynaklarının vedoğanın talan edilerek ülketi bir beton cumhuriyetine çevirmenin adına kalkınma diyorlar. İsimlerinde yer alan adalet sözcüğünün ne anlama geldiğini isi benzer birçok örneği bulunmakla birlikte sadece bu davanın kendisi anlatmaya yetiyor. Ne olduğunu birazdan özetleyeceğim ama öncelikler bir başka haksızlığa, içinde yine kendimin de olduğu bir başka adaletsizliğe dikkat çekmek yerinde olur."

Oda TV davası öncesinde basın açıklaması: Cemaatin ipliğini pazara çıkaran Ahmet Şık nerede?