Gündem

Ahmet Necdet Sezer ve Hilmi Özkök'ten Abdullah Gül'e: Kamuda başörtüsünü tartışmak yok!

Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Sezer ve genelkurmay komutanlarının, Başbakanı Gül'e "Kamuda başörtüsünü tartışmak yok" dedi

26 Mart 2011 02:00

T24 - Wikileaks'in Türkiye konulu belgelerini yayımlayan Taraf gazetesi, 2002 yılındaki ABD Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson'ın AKP'nin ilk kez katıldığı MGK toplantısını konu alan kriptosunu yayımladı. Kriptoda, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve genelkurmay komutanlarının, Başbakanı Abdullah Gül'e "Kamuda başörtüsünü tartışmak yok" dediği yer aldı.


Taraf gazetesinde "Kamuda başörtüsünü tartışamazsın bile" başlığıyla yayımlanan (26 Mart 2011) Wikileaks belgelerinin çevirisi şöyle:


Kamuda başörtüsünü tartışamazsın bile

ABD Büyükelçiliği’nin AKP’nin katıldığı 2002’deki ilk MGK hakkındaki raporu: Sezer ve asker, Gül’e ‘Kamuda başörtüsünü tartışmak yok’ dedi.


Osmanlıcanın unutulmaya direnen eklektik zenginliğine, bu diyarda, şeylere verdiğimiz isimlerin –yoksa adların mı desek– eskilerine ve yenilerine, Türkçenin başka dillerden devşirip kendinin kıldığı kelimeleri farklı farklı kullanma hallerimize ne kadar şükretsek yeridir. Zira tam da bu karmaşa sayesinde, bir “Milli Güvenlik Kurulu” varken, bir de “Ulusal Güvenlik Konseyi” olabiliyor dilimizde; ikisini birbirine karıştırmamıza imkân yok.

Oysa İngilizcede her iki organın adı da aynı: “National Security Council.” Haliyle, Türkiye’yle ilgilenen Amerikalı yetkililer de, Ankara’daki Milli Güvenlik Kurulu ile kendi Beyaz Ev’lerindeki Ulusal Güvenlik Konseyi’ni, bizim gibi bir çırpıda ayıramıyorlar birbirinden; Türkiye’nin Milli Güvenlik Kurulu’nun ABD’nin Ulusal Güvenlik Konseyi’ne hiç mi hiç benzemediğini anlatabilmek için epey dil dökmeleri gerekebiliyor.

“WikiLeaks Türkiye Belgeleri”nde, ne zaman Milli Güvenlik Kurulu’ndan söz edilse, ABD’li diplomatların, bu kurulu, “askeriyenin rejimi denetlediği ve belli politikaların değişmemesini garanti ettiği yer” olarak algılayıp, anlattıkları dikkat çekiyor.

Burada küçük bir parantez açıp, ABD’de, 1947’de Başkan Truman zamanında kurulan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, “halkın seçtiği cumhurbaşkanının ulusal güvenlik politikalarını konuştuğu ve seçilmiş ya da atanmış, asker ya da sivil her üyesi, son tahlilde ve kati surette başkanın emrine bağlı olan bir danışma forumu” olduğunu hatırlatmakta yarar var. Türkiye’de görev yapan ABD’li diplomatların, Washington’daki muhataplarına, Milli Güvenlik Kurulu’nun “siyasetin seçilmişlere dikte edilebildiği” bir yer olduğunu özellikle belirtme ihtiyacı duyması, biraz da bu farktan kaynaklanıyor.

Özellikle, 1983 tarihli MGK ve MGK Genel Sekreterliği’ne ilişkin kanunda, 2003’te yapılan ve Milli Güvenlik Kurulu’nu bir nebze sivilleştirerek, Avrupa Birliği’nin Kopenhag kriterlerine uyumlu bir foruma dönüşmesini hedefleyen değişiklikler öncesindeki durumda, Türkiye’nin MGK’sı, Amerikan resmi yazışmalarında, kâh “politikaların devamının güvencesi” kâh “politikaların değişmesi önünde kötü bir engel” olarak değerlendirilmiş.

23 Aralık 2002’de, mesela, ABD Başkanı’nın Kongre’ye sunacağı “Müttefiklerin Ortak Savunmaya Katkıları” başlıklı rapordaki Türkiye bölümünü yazan Amerikalı diplomatlar, iş başına yeni gelen AK Parti’nin savunma ve güvenlik politikalarının henüz tam netleşmediğini söyledikten sonra, aynen şu cümleye yer vermişler: “Ancak Türk Genelkurmayı’nın, Milli Güvenlik Kurulu’ndaki önemli nüfuzunu koruyacağı ve Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikalarına süreklilik sağlayacağı kesindir.”

Bununla birlikte, ABD Büyükelçisi W. Robert Pearson’ın 11 Kasım 2002’de Washington’a yazdığı genel seçim değerlendirmesindeki şu cümleyi de not edelim: “AK Parti’nin parlamentodaki gücü, aynı zamanda seçilmiş sivillerin Milli Güvenlik Kurulu’nda yıllardır olduğundan daha birleşik ve daha kuvvetli bir sese sahip olacağı anlamına geliyor.” Aynı Pearson, 15 Kasım 2002’de kaleme aldığı ve Taraf’ın birkaç gün önce tam metnini yayımladığı “Türkiye’nin Derin Devleti” başlıklı raporunda da, Milli Güvenlik Kurulu’nun, “Derin Devlet’in görüşlerini iletmekteki rolüne” dikkat çekmişti.

Amerikalıların, değişimin “ancak MGK’ya rağmen” olabileceği yönündeki güçlü sezgisini, 4 Aralık 2002’de İstanbul Başkonsolosu David Arnett’in yazdığı ve Kıbrıs konusunda çözüm yanlısı bir politikanın mümkün olup olmadığını araştıran telgrafındaki şu cümlelerden de anlıyoruz: “İrtibatta olduğumuz kişilerin çoğu, AKP hükümetinin bir çözüm sağlandığını görmek istediğinden emin. Ancak milyon dolarlık sorular şunlar: Türk derin devleti ne düşünüyor? AK Parti’nin seçmenden yeni aldığı yetki, Milli Güvenlik Kurulu’ndaki tartışmalara egemen olmasına yetecek mi?”

Şimdi, MGK ile ilgili bütün bu vurguları ve TÜSİAD’ın açıkladığı yeni anayasa önerisinin “kamuda başörtüsü” ile “Anayasa’nın değişmez maddeleri” konularını yeniden tartışma gündemimize soktuğunu akılda tutarak, AK Parti’nin 2002’de hükümeti kurup güvenoyu aldıktan sonra katıldığı ilk MGK’ya ilişkin Amerikan kriptosunu okuyabiliriz.

 

Seçilmişler ile kudretliler

10Aralık 2002 tarihli “kişiye özel” ibareli telgrafı, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Müsteşar Robert Deutsch kaleme almış. Başlığı, “Türkiye’de Karar Verme Süreci: AK Parti’nin Milli Güvenlik Kurulu’yla Tanışması” olan telgrafın tam metnini sunuyoruz:

(1)ÖZET: Birbirinden tamamen farklı ve iyi konumdaki kaynakların (Büyükelçiliğin irtibatta olduğu farklı çevrelerden kişiler kastediliyor) öngördüğü üzere, İslamî etkilenimli AK Parti hükümeti, iktidara gelişinden sonraki ilk Milli Güvenlik Kurulu toplantısı olan 29 kasım buluşmasında, “mürteci” İslam’ın teşkil ettiği tehlikeler konusunda bir nutuk dinledi. (AK Partili Başbakan Gül‘e, 9 aralıkta, Genelkurmay Başkanı’na yaptığı nezaket ziyareti sırasında “irtica tehlikesi” konusunda ayrıca bir brifing dinletildi.) Bu nutuk, Türklerin, seçilmiş hükümetlerle Kıbrıs, Irak, reform ve ABD açısından merkezî önem taşıyan diğer konularda Türkiye’nin nasıl bir tepki vereceğini doğrudan etkileyen Devlet’in kudretli unsurları arasında kalan karar verme sürecini bir yönüyle ortaya koyuyor. ÖZETİN SONU.

 

Başörtüsünü hiç konuşmayalım

(2) İşittiğimiz aktarımlara göre, 29 kasım toplantısında, ordu, Cumhurbaşkanı Sezer’in arka çıkmasıyla, Türk kamu görevlilerinin başörtüsü giymesine ilişkin yasağın kaldırılıp kaldırılamayacağı konusunu tartışmaya açmanın sözkonusu bile olamayacağını AK Parti’ye açıkça söyledi. Sezer’in bu konuda Gül’e, “Konu kapanmıştır” dediği anlatılıyor.

 

Arınç’ın eşiyle gelmesine tepki

Toplantıdan önce, Genelkurmay Başkanı General Hilmi Özkök ve diğer Genelkurmay Komutanları, geçen ay Sezer’i bir dış geziye uğurlarken yanına başörtülü eşini de alarak tartışma yaratan Parlamento Başkanı Bülent Arınç’a yaptıkları “nezaket” ziyaretlerini gayet kısa bir üç (3) dakika ile sınırlandırmışlardı. (Büyükelçi, sürenin bu kadar kısa olmasının Washington’da inandırıcı bulunmayabileceğini ve muhataplarının, bir yazım hatası yaptığını düşünebileceklerini hesaba katmışçasına, 3 dakikayı hem rakamla hem yazıyla vurgulama gereği duymuş.)

Resmî fotoğraflar, Arınç’ı, iki yanında Özkök ve diğerleriyle çevrelenmiş halde, biraz zoraki bir edayla otururken gösteriyordu. Bu ziyaret, askeriyenin ve müesses nizamın diğer unsurlarının nispeten daha pragmatik ve makûl buldukları Gül’e daha önce yaptıkları yirmi dakikalık ziyaretle belirgin bir tezat oluşturdu.

 

İstikameti asker belirleyecektir

(3) Anayasa’ya göre, sadece bir danışma işlevi gören MGK, geleneksel olarak Türk askeriyesinin istikamet çizgisini resmen belirlediği ve eğer buna gerek görülürse, Türk siyasetinde neyin doğru, neyin bozuk gittiği konusunda, seçilmiş hükümete uyarılarda bulunduğu yerdir.

Mesela, Türkiye’nin İslamcı Refah Partisi liderliğindeki hükümetin 1996’da iktidara gelmesinden sonra, MGK, İslami “irticacıların” ulusal güvenliğe karşı (PKK’nın o zamanlar aktif durumdaki silahlı isyanıyla birlikte) birinci dereceden bir tehdit oluşturduğunu kamuoyuna açıkladı.

1999’da, Milliyetçi Hareket Partisi, Bülent Ecevit liderliğindeki koalisyona katıldığında da “milliyetçi mafya”nın tehdidi konusunda benzer bir uyarı yapılmıştı.

 

Değişmez madde endişesi var

(4) Aynı zamanda, askeriyenin, 1997’de Refah hükümetine karşı “postmodern” darbe gerçekleştirmesine yardım eden Batı Çalışma Grubu’nda da çalışmış eski bir MGK personeli, diğer birçok kişinin de bize söylediği bir şeyin altını çizdi: Ordu, AKP’nin, 1982 Anayasası’nın Türkiye’yi, muğlak biçimde tanımlanmış da olsa dar “laik” ve Atatürkçü sınırlar içinde dondurmak üzere tasarlanmış olan başlangıç bölümünü ve değiştirilemez ilk dört maddesini değiştirmek için anayasayı değiştirmeye ya da yeniden yazmaya kalkışmasından endişe duyuyor. İrtibatta olduğumuz kişi, bizzat tanıdığı Türk Genelkurmayı’nın subayları arasında, AK Parti’nin askeriye ve müesses nizamın geri kalanıyla uzlaşmak yerine, ONLARI İslamcı bir şekilde dönüştürmeye çalışacağı yönündeki atadan kalma korkuyu bize gayet canlı bir şekilde tarif etti.

 

Kırmızı çizgiyi bilmeden aşabilir

(5) Türk Anayasa Mahkemesi’nin (Yüksek Mahkeme) uzun süredir görev yapan bir hâkimi, askeriyenin ve müesses nizamın diğer unsurlarının AK Parti’ye yaklaşımı konusunda benzer şekilde konuştu. Hâkime göre, siyasetin anahatları belirlenirken karşılaşılan en büyük sorun, “laikliğin” ve Atatürk’ün ilkelerinin muğlak özünden kaynaklanıyor. Ordunun, kuralları tanımlarkenki (ya da tanımlamaktan kaçınırkenki) nüanstan yoksun genellemeci yaklaşımı bir kriz yaratma riski taşıyor; teorik olarak, AK Parti, askeriyenin “kırmızı çizgi”lerinden birini o çizginin nerede olduğunu bilmeksizin aşabilir.

(6) Hâkim, bize bu “yönlendirme”nin (komutanların MGK’daki yönlendirmesi kastediliyor) demokratik değerlere aykırı olduğunu ve sadece seçilmiş siyaset sınıfı üzerinde değil, bireysel haklar ve siyasi özgürlükten ziyade ideolojik statükonun korunmasına odaklanma eğilimi gösteren yargının karar süreçlerinde de muazzam bir etki yaptığını kaydetti.

 

Özkök açık fikirli ve oruç tutuyor

YORUM

(7) AK Parti ile askeriye arasında gelişmekte olan ilişkiyi değerlendirirken, Özkök faktörü de, Erdoğan’ın karakteri kadar önem taşıyacaktır. Özkök’ün daha açık fikirli bir askerî lider olduğu söyleniyor (başka şeylerin yanı sıra, Ramazan’da da oruç tutuyor.) 1996’dan beri, Türkiye’de başbakanlarla genelkurmay başkanları arasında sınırlı bir diyalog var. Böyle bir diyalogu kurmanın zorluğuna karşın, AK Parti ile Türkiye’nin askerî liderliğinin daha kolay bir diyalog kurabilmeleri Türkiye’nin çıkarına olacaktır. Bu bağlamda, bazı AK Parti liderleri, Arınç’ın hareketlerinin –ki bunlar, onun sadece tabanın çıkarlarına verdiği desteği değil, aynı zamanda kendisinin, Meclis Başkanı olarak, parti lideri Erdoğan’dan ve AK Parti hükümetinin politikalarından bağımsızlığını da göstermek için tasarlanmıştı– zamanlamasının yanlış olduğunu teslim ediyorlar. Başörtüsü olayı, sadece generaller arasındaki endişeyi tahrik etmedi, aynı zamanda, daha yolun başında, askeriye içindeki katı tutumluların eline bir konu vermiş oldu.

 

Devlet politikası dokunulmaz mı

(8) AK Parti kendini, Türklerin çoğunluğunun, sosyal politikalar da dahil olmak üzere daha temiz ve daha adil yönetişim için duydukları arzunun temsilcisi olarak görüyor. AK Parti aynı zamanda, Kıbrıs konusunda ve diğer dış politika meselelerinde, dokulara nüfuz etmiş olarak tarif ettiği “çözümsüzlük” yaklaşımından uzaklaşmak istiyor. Bu son konu açısından, Türkiye, Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs planına doğru ilk adımı atmış görünüyor çünkü Erdoğan, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün ifadesiyle “Devlet’in politikaları” haline gelen, yani hiçbir hükümetin dokunmaması gereken konulara taze bir bakışla bakmaktan yana. AK Parti, müesses nizamın dokulara nüfuz etmiş olan çıkarlarını yerinden oynatmanın kolay olmadığını hızla öğreniyor ve AK Parti’nin reform, Kıbrıs ve ABD açısından merkezî önem taşıyan diğer konularda, askeriyenin ve Devlet’in diğer unsurlarının da hazmedebileceği aktif bir yaklaşım geliştirip geliştiremeyeceğini göreceğiz.