Gündem

Ahmet Altan: Halkın özel hayatına karışan devlet her türlü suçu işler

Ahmet Altan, devletin kişilerin özel hayatlarına karışamayacağını söyledi. Altan, devletin özel hayata müdahale etmesinin engellenmesi için muhalefet etmek gerektiğini belirtti

02 Haziran 2012 13:33

 

Ahmet Altan

(Taraf - 2 Haziran 2012)

 

Demokrasi cephesi

 

Önemli olan, devletin bize nasıl yaşayacağımızı emrederken emrettiğinin doğru olup olmadığı değildir, önemli olan devletin bize “böyle yaşayacaksınız” diye emretmesidir.

Devlet bize, “kızlarınız başörtüsü takmayacak” diye emrettiğinde, bu emri doğru bulanlar vardı,“kızların başörtüsü takmamasının” doğru olduğuna inanıyorlardı, bugün de “kürtaj yaptırmayacaksınız” emrini doğru bulanlar var, kürtajın yapılmaması gerektiğine inanıyorlar.

Başörtüsü takmanın ya da kürtaj yaptırmanın “doğruluğunu ya da yanlışlığını” tartışmaya başladığınız anda “tuzağa” düşersiniz, çünkü asıl sorunu gözden kaçırırsınız.

Asıl sorun, devletin baskısına karşı kendi özgürlüğümüzü korumaktır.

Devlet bir kere karışmaya başladı mı artık devleti yönetenlerin meşrebine göre emirler gelir; bir gün“başörtüsü takmayacaksın” der, bir gün “kürtaj olmayacaksın”, bir gün “sigara içmeyeceksin”, bir gün “içki içmeyeceksin”, bir gün “çocuklarına Kuran okutmayacaksın”.

Burada halka düşen, devlete “dur” demektir.


“Sen benim nasıl yaşayacağıma, çocuğuma ne öğreteceğime, nasıl giyineceğime, nasıl sevişeceğime, ne seyredeceğime karışma” demektir.

Şunu hiç unutmayın, halkının özel hayatına elini uzatma hakkını kendinde gören devlet artık kendine sınır tanımaz, her türlü suçu işler.

Başörtüsüne karışan devletin işlediği suçlar ortada, kürtaja karışan devletin de Uludere katliamında işlediği suç önümüzde duruyor.

Biz, askeriyenin işlediği suçları ilk anlatmaya başladığımızda, Dağlıca’da, Aktütün’de olanları, Balyoz planlarını sayfalarımıza taşıdığımızda, askeriyenin iktidarını destekleyenler bunlara inanmak istememişler, askeriyenin yandaşları da bunların “orduyu yıpratmak isteyen hainlerin planları” olduğunu söylemişlerdi.

Sonra gerçeği gördüler.

Bugün de Başbakan Erdoğan’ı ve AKP’yi destekleyenler, Uludere katliamının hesabını soranların“AKP’yi yıpratmak isteyenler” olduğunu söylüyor.

Devlet aynı, yöntem aynı, sadece bugün suç işleyenler üniforma giymiyor.

Üstlerindeki elbisenin cinsi ne fark eder, yaptıkları aynı olduktan sonra.

Bu ülkenin halkı kendisini devletin ve siyasi iktidarın “baskısına” karşı korumak zorunda.

Devletin sınırlarını çizmek zorundayız.

Tercih yapma hakkımızı, nasıl yaşayacağımıza karar verme hakkımızı, suçların hesabını sorabilme hakkımızı savunmak zorundayız.

Genelkurmay bildirileriyle yaşamakla Diyanet fetvalarıyla yaşamak arasında hiçbir fark yoktur, ikisinde de nasıl yaşayacağınıza “devleti yönetenler” karar verir.

İkisinde de devlet halkını “tekleştirmek” ister, herkesin “aynı” hayatı yaşamasını ister, aynı biçimde düşünmesini, aynı hayat tarzını benimsemesini ister.

Birinde “elitlerin” hayat tarzı, diğerinde muhafazakârların hayat tarzı zorbaca dikte ettirilir halka.

Zorbalık durdurulmazsa, tekleştirme operasyonu ve devletin suçları artar.

Burada herkese ciddi bir görev düşüyor.

Bugün AKP ve MHP, fiilen değilse de zihnen İdris Naim Şahin ekseninde bir “milliyetçi cephe”oluşturdu.

Uludere’yi, çatışmayı, devletin cinayetlerini savunuyorlar.

Birlikte “katilleri” affediyorlar.

Bu cepheleşmeye karşı “devletin kulu” olmayı, “sürü” olmayı, “Diyanetçi faşizmin” kölesi olmayı reddedenler de bir “demokrasi cephesi” kurma hakkına sahipler.

Devletin, bireyin özgürlüğüne saldırmasına karşı hakkımızı korumak hepimizin görevi.

Özgürlüğümüz sözkonusu.

Başbakan Erdoğan sürekli olarak arkasındaki “yüzde elli oya” vurgu yapıyor.

Hiçbir “oy oranı” bir devlete ve hükümete zorbalaşma, insanları öldürme, hesap vermeme,“kendine benzemeyenin hayatına müdahale etme”, keyfî kararlar çıkartma, insanların yaşam tarzını belirleme yetkisini vermez.

İşte şimdi bu gerçeği haykırma zamanı.


“Biz sürü değiliz” diyen herkes “demokrasi cephesinde” yer almalı, bugün partilerin, örgütlerin, bireylerin arasındaki görüş ve inanç farklılıklarını aşacak bir birlikteliğe ihtiyaç var.

Özgürlükten ve dürüstlükten yana olmak yeter bu cephede buluşmak için.

AKP’li, CHP’li, BDP’li, HAS Partili, SODEP’li, DSİP’li, ÖDP’li “dürüst” insanlar, Mustazafder’den Alevi örgütlerine kadar her kuruluşun “sürü” sayılmayı reddeden insanları birlikte seslerini yükseltirlerse, birlikte örgütlenir, birlikte meydanlara çıkarlarsa, “özgürlüklere ve insanların hayatlarına”dokunmanın o kadar kolay olmadığını gösterirler.

Amaç, AKP iktidarını devirmek değil.

Amaç, devletle bütünleşen AKP’ye, bu halkın bir “sürü” olmadığını, onlara bir hayat tarzını dikte ettiremeyeceğini, insanları öldüremeyeceğini, suçluları saklayamayacağını göstermek, onu demokrasi ve hukuk çizgisine çekmek.

Özgürlük ve adalet isteyenlerin muhalefetini ortaya koymak.

Aksi takdirde AKP iktidarı, zorlaya zorlaya bu ülkeyi ortasından kıracak, düşmanlığı ve huzursuzluğu ülkeye yerleştirecek.

AKP ile MHP’nin bir “milliyetçi cephesi” var, bizim neden bir “demokrasi cephemiz” olmasın?

Neticede kastettikleri bizim hayatımız, bizim geleceğimiz, bizim özgürlüğümüz.