Ahmet Altan, Taraf gazetesinde bugün (24 Kasım 2012) yayımlanan yazısında, Türkiye'nin totasını değiştirdiğini ifade ederken, "Gittiğimiz yer, kaptanın bizi götüreceğine söz verdiği yer mi?" diye sordu.
İşte Ahmet Altan'ın yazısı;
Işıklar içinde büyük bir gemi büyük güvenle suları yararak menziline doğru ilerlerken, birden kaptan geminin rotasını değiştirip kayalıklarla dolu karanlık sulara doğru gitmeye başladığında, durumu görenler “orada kayalıklar var, yanlış rotadasın” diye bağırırlar.
Bunun cevabı, “ama sabah kahvaltısı çok güzeldi, beyaz peynir muhteşemdi, üst güvertede çıkan kavgayı ayırdılar” değildir.
Gemi, kaptanın yolculara daha önceden gitmeye söz verdiği doğru rotada ilerlediği sürece, geminin içindekiler konuşulur ama gemi rotasından saptığı ve kayalıklara doğru ilerlemeye başladığı andan itibaren, “geminin içindeki iyi işler” önemsizleşir.
Gemiyi bekleyen “hayati tehlike” tek ve önemli konu hâline gelir.
Durumu henüz görememiş yolcuları “yemekler çok güzel, kuşetlinin yatakları çok yumuşak, yüzme havuzunun suları çok temiz” diye kandırmaya çalışmanın yaklaşan tehlikeyi önlemekte hiçbir rolü yoktur.
Gemiyi karanlık sulara çeviren kaptanı “ikna etmeye” uğraşmanın da büyük bir faydası olmaz.
Gemiyi “kaçırmaya” karar vermiş kaptan öyle nasihatle falan dönmez yaptıklarından.
Durumu bütün yolculara anlatmak ve onların hep birlikte “doğru rotaya dön” diye bağırmasını sağlamak gerekir.
Bu da öyle fısıltıyla, yumuşak konuşmalarla değil, çığlık çığlığa yapılacak bir iştir.
Türkiye’nin rotası değişiyor.
AKP, seçim bildirgelerinde halka söz verdiği rotadan sapıyor, daha önceden hiç söz etmediği bir meçhule dümen kırıyor.
Türkiye’deki insanları, bütün görevi halkı kaptanın istekleri doğrultusunda kandırmak olan medyanın yayınlarıyla bir zaman kandırabilirsiniz.
Ama Türk medyasından hiç etkilenmeyen dünyayı kandıramazsınız.
Onlar uzaktan baktıklarında geminin gittiği yeri görürler.
Dünyanın çıkardığı sesin önemini anlamak için AKP’nin Türkiye’den önce Batı’nın desteğini alarak iktidar yolculuğuna çıktığını hatırlamakta fayda var.
Tayyip Erdoğan’a, daha başbakan olmadan önce Avrupa ve Amerika tarafından bir başbakan gibi davranılmıştı.
Batı’dan gelen rüzgâr doldurmuştu yelkenleri.
Bugün Batı’nın Türkiye’ye ve AKP iktidarına nasıl baktığını görüyoruz.
Avrupa, eleştirilerini “ilerleme raporunda” ayrıntılarıyla dile getirdi.
Amerika ise “biz Türkiye ile tükürük savaşına girmeyeceğiz” diyerek, AKP iktidarının davranışlarını ve söylemlerini nasıl değerlendirdiğini ortaya koydu.
Bir zamanlar dünyanın ilk “demokrat Müslüman ülkesi” olarak heyecanla selamlanan, hem Doğu’da hem Batı’da büyük ümitler yaratan Türkiye, son Ortadoğu krizinde de gördüğümüz gibi kendi bölgesinde bile esamisi okunmayan bir duruma düştü.
Şimdi bu “sapmayı”, “Türk tipi başkanlık” gibi diktatörlüğü çok andıran karanlık sulara dümen kırmayı, AKP iktidarı bol miktarda gösteriş ve palavrayla gizlemeye çalışıyor.
Kemalistler, kendi “güçlerini” kanıtlamak ve herkese bu ülkenin sahibinin kim olduğunu göstermek için buldukları her alana estetikten yoksun çirkin Atatürk heykelleri dikerlerdi.
Şimdi o heykellerin yerini çirkin camiler alıyor.
Atatürk heykellerini eleştirenler “sen Atatürk’e karşısın” diye püskürtülürdü, şimdi her yana dikilen camilerin çirkinliğine karşı çıkanlar da “sen din düşmanısın” diye püskürtülmeye uğraşılıyor.
AKP’nin camilerinin, Atatürk heykellerinden bir farkı yok, amacı “iktidardakilerin güçlerini kanıtlaması”, taraftarlarına “bir sembol” üzerinden selam vermesi, karşıtlarına “biz galibiz, her istediğimizi yaparız” mesajını göndermesi.
Siyasetteki palavra dozunun iyice ayarının kaçması da “rotadan sapıldığının” anlaşılmasını önleme gayreti.
AKP yapamayacaklarını yapacakmış gibi bağırarak, kavga görüntüleri yaratarak, “hayalî bir güçlülük” imajı oluşturmaya uğraşıyor ama “tükürük kavgası yapan ülke” damgasını yemekten öteye bunun Türkiye’ye bir faydası olmuyor.
Geminin içindekilere övgü düzmekten biraz kafanızı kaldırın da geminin nereye gittiğine bakın.
Gittiğimiz yer, kaptanın bizi götüreceğine söz verdiği yer mi?