Yaşam

'Afişe çıkmak bir kızla veya oğlanla çıkmaya benzemez'

İletişim Yayınları, kuruluşunun 30’uncu yılı anısına grafik tasarımcı Yılmaz Aysan’ın 'Afişe Çıkmak, 1963-1980: Solun Görsel Serüveni' isimli kitabını yayımladı

03 Şubat 2013 17:39

Gecenin bir vaktinde elde bir tutkal kovası, geniş ağızlı bir fırça, koltuğunun altında bir tomar afişle uygun duvar ve tahta paravanalar üzerine afiş yapıştırmak için çıkılan yolculuğa ‘afişe çıkmak’ deniyordu. Her zaman polise yakalanmak, mahalle delikanlılarının ya da esnafın şiddetine maruz kalmak, karşı görüştekiler tarafından kurşunlanmak riski olan bir yolculuktu bu.” Ünlü çizer Selçuk Demirel böyle tanımlıyor “afişe çıkmak” deyişini. İletişim Yayınları’nın geçtiğimiz günlerde, kuruluşunun 30’uncu yılı anısına özel olarak yayımladığı “Afişe Çıkmak, 1963-1980: Solun Görsel Serüveni” bu deyişin gerçek ve mecazi anlamına odaklanıyor. Kendisi de döneme tanık olan grafik tasarımcı Yılmaz Aysan’ın hazırladığı kitapta 1963-80 arasında kullanılan sol içerikli propaganda, protesto, kutlama, anma, duyuru amaçlı grafikler ve bunların çizerleri ile yapılmış röportajlar yer alıyor. Kitapla aynı ismi taşıyan sergi de 8 Şubat-23 Mart tarihleri arasında, Tophane’deki Tütün Deposu’nda görülebilir. Kitapta çalışmalarına yer verilen tasarımcılardan Emre Senan, Sadık Karamustafa ve Selçuk Demirel’e 1963-1980 döneminde neler yaptıklarını ve o dönemde sol içerikli bir şeyler üretiyor olmanın ruh halini sorduk.

DİSK Genel Merkezi, 1 Mayıs 1978 için düzenlenen afiş yarışmasının jürisi toplantı anında. Mustafa Aslıer, Yücel Yaman, Bülent Erkmen, Tahsin Saraç ve Yaşar Kemal (soldan sağa).
 
Emre Senan
“Bu dönemde yalnızca çizmedim  afişe de çıktım”
 
 
Emre Senan’ın 1978’de DİSK tarafından düzenlenen 1 Mayıs Afiş Yarışması’nda ödül kazanan afişlerinden biri.
 
* Kitapta ele alınan yıllar benim lise, üniversite ve meslek edinme yıllarımı içeriyor. Yani hem mesleki hem siyasi anlamda temel eğitim dönemi... Müthiş bir heves, hırs, merak hatta maymun iştahlılık dönemi... Ben de o dönemde her şeyi yapmaya soyunuyordum; uykusuz, aç-biilaç, beş parasız... Ancak böyle bir siyasi şenlik de kaçmazdı doğrusu. Her şeyiyle müthiş yaratıcı bir dönemdi.
* Bu dönemde yalnızca çizmedim, afişe de çıktık. Bir kızla veya bir oğlanla çıkmaya benzemez, daha riskli ve heyecanlıdır afişe çıkmak. Eve genellikle perişan ve leş gibi dönersiniz...
* Sol içerikli bir şeyler üretmek o dönem üretici olmanın doğal haliydi. Solun entelektüel hegemonyası o denli güçlüydü ki karşıtlarımızı bile kendi içimizde arıyorduk.
“Yargılandık, sopa yedik, denize atıldık”
* Çalışmalarımı çoğunlukla ev-atölyemde hazırlardım. Gizlenmek kendiliğinden öğrenilen bir şeydi. Bütün Türkiye insanları gibi tehlike altındaydık. Yasaklandık, yargılandık, sopa yedik hatta beni Cumhuriyet okuduğum için denize bile attılar vapurdan! Bir de sevgili Aziz Nesin ile birlikte yargılandığımı unutamam. Zamanın Vatan gazetesinde o yazmış, ben çizmiştim, soluğu mahkemede almıştık.
* Çok çalışma yaptım ama en çok çizgi filmlerim, karikatürlerim, afişlerim sevilirdi. Siyasi işlerimden en önemlisi herhalde ÖDP görsel kimliğidir. Bu kitapta yer almış bütün çalışmalarımı hâlâ göğsümü gere gere iş sunumuma koyuyorum.
* O dönemde sağ içerikli grafikler için düşündüklerimi tek bir kelimeyle özetleyebilirim; pespaye.
* Hâlâ birçok siyasi oluşum ve sivil toplum kuruluşu ile çalışıyorum. Siyasi işlerimi çoğaltmak yerine işlerimi siyasileştirmeye uğraşıyorum. Sanırım son üç kişisel sergim buna örnek gösterilebilir.
 
 
Karamustafa’nın poster ve kart olarak uygulanan çalışmalarından...
 
Sadık Karamustafa
”O dönemde ürettiğim işlerdeki duygusallık beni bazen gülümsetir”
 
* Afişe çıkmak deyişi biraz militanlığı çağrıştırıyor. Ben eylemlerde bulundum ama hiç militan olamadım. Sadece kitabın alt başlığında belirtildiği gibi solun görsel serüveni içinde yer aldım.
* 1968 mayısında Akademi’de boykot ve işgal eylemlerinde faal olarak yer aldım. İşgal komitesi üyesiydim. Devrim için Hareket Tiyatrosu’na kurucu olarak katıldım. Oyunculuk da yaptım, dekor, aksesuar, afiş de tasarladım. Ağustos 1970’te, Akademi işgali sırasında tanıştığım okul arkadaşım Gülsün (Ebcioğlu) Karamustafa ile evlendim. Altı aylığına Londra’ya gittik. 12 Mart darbesinden birkaç gün sonra İstanbul’a döndük. 17 Mayıs 1971’de tutuklandık. Ben iki buçuk yıl tutuklu kaldım, eşim de altı ay hapis cezası aldı.
* O dönemde politik içerikli iş yapmak bir bakıma kendimi ifade etmek anlamına geliyordu. Sosyalizme ve demokrasiye inanıyordum. İnandığım şeyler için de yaratıcı enerjimi kullanıyordum. Yaptığım işler illegal değildi. Uzun tutukluluk serüvenlerim mesleki faaliyetlerim nedeniyle olmadı aslında. Yine de iki kez çizdiklerim yüzünden başım belaya girdi. Bir keresinde, kan gölünde boğulan idam mangası konulu bir illüstrasyon yüzünden gözaltına alındım. Bir de Barış Derneği logosunu yapmıştım. Karşılığında jest olarak beni derneğe üye yazdılar. 1984’te Barış Derneği üyesi olduğum için yargılandım.
 
“Elimde keser kortejin başında yürüyordum”
* O dönemde ürettiğim işlerdeki duygusallık ve sol romantizm beni bazen gülümsetir. Ama bunda son yıllarda bazı eski solcularda olduğu gibi alay yoktur. Kötü şeyler çizdiğim de oldu ama o dönemdeki işleri bağlamın dışında değerlendirmek de doğru olmaz sanırım.
* 1 Mayıs 1977’de Gülsün’ün çizdiği resimlerden büyük boy, bez pankartlar yapmıştık. Kortejle birlikte yürüyor, elimdeki keserle rüzgar yüzünden kopan çıtaları anında tamir ediyordum. Birkaç gün sonra elime bir fotoğraf geçti. Elimde keser, kortejin başında yürüyorum! Beni rahatlıkla “İşte provakatör” manşetiyle teşhir edebilirlerdi.
* İyi bir arşivciyim. 80 darbesinin hemen ardından basılmış işlerimden birer kopyayı Almanya’da yaşayan kardeşime postalamıştım.
 
“Devrimci Gençlik adına afiş, broşür ve bildirilere desenler yapıyordum.”
 
 
Selçuk Demirel
“Devrimle-cennet aşağı yukarı aynı anlamdaydı”
 
* O dönemde afişe çıktığım da oldu ama daha çok afiş yaptığımı söyleyebilirim. 1975-1977 yıllarında Ankara’da küçücük bir stüdyoda oturuyordum. Sürekli Joan Baez ve Zülfü Livaneli’nin gizlice kayıt edilmiş bir kasetini dinleyerek hem çalıştığım hem de yaşadığım bir mekan... Bir gece kapım çaldı. Korkmamak için aptal olmak gerekiyor. Yine de kapıyı açtım. “İyi akşamlar abi, bizi falanca gönderdi. Yarına bir afiş lazım” dediler. Onlar içeride sohbet ederken ben çalışmaya koyuldum. Ertesi gün akşama doğru afişler sokaklardaydı. Daha sonra Ankara Bahçelievler’de
7 TİP’li öğrencinin ülkücüler tarafından bir evde hunharca katledildiklerini düşününce... O akşam gelenler başkaları da olabilirdi...
* O dönemde sadece sokakta yürüyor olmak bile risk almaktı. Bir gün okula giderken bir koşuşturma içerisinde bulmuştum kendimi. Görmediğim ama varlıklarını hissettiğim kurşunlarla aynı istikamete doğru koşuyordum. Benimle iki-üç kişi daha koşuyordu. Onlardan biri
“O tarafta komünistler var” diye beni uyarmıştı. Daha hızlı koşarak onlardan ayrılmıştım.
* O yıllarda gelecek diye bir şey yoktu. Her gün bir öncekinden daha karanlıktı... Devrimle-cennet aşağı yukarı aynı anlamdaydı. 80 darbesinin hazırlık çalışmalarının bir parçasıydı yaşadıklarımız.
* 1978’de Türkiye’den ayrıldım, Paris’e geldim. Böylelikle Türkiye’den kopmuş olmuyordum. Her gün öldürülen, işkence gören gencecik insanların çığlıklarını dünyada duyulur hale getirmek gerekiyordu. Dar olanaklarla, sınırlı teknik bilgiyle
renkli afişler yapmaya çalışıyorduk.
 
* Fotoğraflar kitaptan alınmıştır.