T24 - Yasemin Çongar, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'in portresini çizerek, Ankara gündeminde öne çıkan önemli konuları inceledi. ABD-Türkiye ilişkileri, PKK konusu, Rum patrikhanesi meselesi, Irak'tan çekilme ve Suriye'deki gelişmeler gibi pek çok başlığın konuşulacağı görüşmenin nasıl bir havada geçeceğini yazdı. Çongar ayrıca ABD'li yetkililerin, “PKK’nın Irak’taki silahlı varlığında sona gelindi, bu mevcudiyet artık bu haliyle sürmeyecek”şeklindeki sözlerini de aktardı.
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar'ın Taraf'ta, "Biden gelirken" başlığıyla yayımlanan (2 Aralık 2011) yazısı şöyle:
Biden gelirken
Washington’ın güvenlik kuralları gereği, buradayken kullanacağı kurşun geçirmez limuzin ile dublörü kendisinden önce Ankara’ya varan Joe Biden, Amerikan devletinin “iki numaralı” yetkilisi olmadan önce, üst üste altı kez seçim kazanarak tam otuz altı yıl senatörlük yapmış bir siyasetçi. Ülkesinin en küçük eyaletlerinden Delaware’i temsil etmesi ve ABD Senatosu’nun gelmiş geçmiş en yoksul üyelerinden biri, kendi deyişiyle bir “proleter çocuğu” olması, bu otuz altı yılın ağırlığından pek bir şey eksiltmedi.
Zira Biden, Senato’nun ziyadesiyle etkili ve prestijli Dış İlişkiler Komitesi’ni uzun süre yönetmekle, kendine önemli bir nüfuz alanı açtı. Buradaki birikimi sayesinde de, genel olarak dış politikaya, özelde ise Türkiye ve bölgesinin meselelerine Başkan Obama’dan çok daha hâkim. Esasen, Demokratik Parti içinde siyasi söylem ve karizma açısından Biden’ı “hafif sıklet” sayanlar bile, “Obama’nın dış politikadaki tecrübe açığını kapatacağı” için 2008’de ona destek vermişlerdi.
Ancak seçilince, Hillary Clinton gibi etkili bir ismi Dışişleri Bakanı yapan Obama, Biden’ın bu alandaki sesini bir ölçüde kıstı. Yine de bugün Cumhurbaşkanı Gül ve –eğer sağlık durumu izin verirse – Başbakan Erdoğan’la görüşecek olan Amerika’nın iki numarasının bir “dış politika kurdu” olduğunu söylemeliyiz. Üstelik, “kurt” yakıştırması, söz konusu Biden olduğunda, kelimenin gerçek anlamına da uygun düşüyor; zira Demokrat siyasetçi kibiriyle, gaflarıyla, “diplomatik” usulden alabildiğine uzak davranmasıyla, eleştirilerinde gayet açık sözlü, hatta küstah ve yırtıcı olabilmesiyle de ünlü. Tam tersine kibarlığı ve yumuşak söylemiyle tanınan merhum İsmail Cem’in, Dışişleri Bakanı olarak Washington’da görüştüğü Biden’ın yanından ayrılırken, kıpkırmızı bir yüzle ve herkesin duyacağı şekilde “terbiyesiz adam” dediğini çok iyi hatırlıyorum.
Tabii, o zamandan bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinde ve Türkiye’nin “demokratik” görünümünde genel olarak “olumlu” yönde bir değişim oldu ve bugün Ankara’da “başkan” protokolüyle ağırlanacak olan Biden’ın da mesajları ve üslubuyla, ikili ilişkilerin özellikle son bir yılda yeniden kavuştuğu “mükemmele yakın” havayı yansıtacağına eminim.
Haliyle bu, Biden’ın, oldum olası ve büyük samimiyetle sahip çıktığı “inanç ve ifade özgürlüğü”alanındaki kaygılarını dile getirmeyeceği anlamına gelmiyor. Doğrusu ben, ABD’nin o şeffaf“protestanlık” duvarını aşarak başkan yardımcılığına yükselebilmiş ilk Katolik olan –malum bugüne kadarki tek Katolik başkan da Kennedy’dir – ve dindarlığıyla tanınan Biden’ın Türkiye’de gündeme getireceği onca konu arasında “yüreğine en yakın” saydığı meselenin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması talebi, kişisel olarak en fazla heyecan duyacağı görüşmenin de Ekümenik Ortodoks Patrik I. Bartolomeos’la buluşması olacağını sanıyorum.
Biden ayrıca, uzun tutukluluk sürelerini, basın özgürlüğünün ihlali sayılan bazı dava ve tutuklamaları eleştirecek ve tabii, İsrail ve Ermenistan’la ilişkilerin onarılması talebini hem bunun gereğine inandığı ama hem de 2012 seçimlerine giderken, ABD’deki Yahudi ve Ermeni lobilerinin beklentisi bu yönde olduğu için yüksek sesle dile getirecektir.
Biden’la ikili gündemin en önemli başlıklarına geçmeden, bu fasılda son bir not olarak, karşımızdakinin yaşı yetmişe dayanmış ama “işi bitmemiş” bir siyasetçi olduğunu hatırlatmakta yarar var. Zira 2012’de Obama’nın kendisini ortak seçip seçmeyeceğini henüz bilmediğimiz, üstelik de seçmeyebileceği yönündeki söylentiler bir dönem ayyuka çıkmış olan Biden, birkaç hafta önce bu konuda yaptığı açıklamada, “Obama’nın yanında yeniden seçilmek için yarışacağımdan hiç şüpheniz olmasın” dedi. Bekleyip, göreceğiz.
Görmek için pek fazla beklememizin gerekmeyeceği şey ise, Biden’ın ağzından Türkiye’ye verilecek olan“Irak güvencesi.” ABD Başkan Yardımcısı, Ankara’ya Bağdat’tan, Başbakan Maliki ile görüşüp“Amerikan askerlerinin çekilmesi ardından, Irak ile ABD iki egemen güç olarak yepyeni bir ilişki dönemi ve çok güçlü bir güvenlik işbirliği başlatacak” demiş olarak geliyor. Biden’ın Türkiye’ye vereceği Irak güvencesini ise, “Benden sonra tufan değil” diye özetleyebilirim. ABD’nin iki numarası şunu diyecek: “Biz Irak’tan çekilirken, sizi sınırlarınızın ötesinde saldırgan bir silahlı güçle başbaşa bırakma niyetimiz yok.”
Muhtemelen bunun basına yansıyan hali, “PKK, Türkiye ve ABD’nin ortak düşmanıdır ve PKK’ya karşı mücadele en güçlü şekilde devam edecektir” nevinden bir cümle olur. Ama Biden’ın görüşmelerde teyid edeceği şey, hazırlıkları, müzakereleri uzun süre önce başlayan ve halen devam eden bir sürecin nihai hedefine ilişkin kararlılık olacaktır. Bu kararlılık Amerikan yetkililerince,“PKK’nın Irak’taki silahlı varlığında sona gelindi, bu mevcudiyet artık bu haliyle sürmeyecek” diye ifade ediliyor.
Burada “siyasi” bir kararlılık var; hem hedefin içeriği, hem ağırlıklı olarak öngörülen yöntem itibariyle siyasi bir süreç var. Tabii, PKK’ya askerî gözdağı ve bunun gerektirdiği işbirliği de gündemde; Biden’ın, üç Super Cobra helikopterinin Türkiye’ye verilmesi ya da Predatorların İncirlik’e kaydırılan günlük aktivitesinin devamı ve Erbil’deki Türk- Amerikan istihbarat merkezinin ekimde kapanması sonrasında, istihbarat işbirliğinin kesintisiz sürmesi gibi konularda teminat vereceği kesin. Ama meselenin “siyasi”çerçevesi, yani son dönemde Bağdat ve Erbil’in de katkısıyla sürdürülen PKK’ya silah bıraktırma stratejisinde gelinen nokta gündemin asıl önemli parçası. Gerillanın silah bırakarak Irak’ta kalmasının koşullarından, dönecek olanların rehabilitasyonu ve entegrasyonuna varan bir çerçeve bu. Biden’la ayrıntıların konuşulması beklenmiyor ama iki tarafın, “silah bıraktırma” hedefine dönük olarak askerî, istihbari, hukuki ve diplomatik unsurlar taşıyan bu stratejinin başarısı için üzerine düşeni yapacağını birbirine söyleyeceğini sanıyorum.
Tabii, Arap Baharı ve özel olarak Suriye’nin istikbali de, en az PKK kadar önemli bir mesele olarak masada. Bu başlıkta, Biden’ın Türkiye’ye ve Erdoğan’a, “Güçlü liderliğinizi ve demokratik önderliğinizi takdirle karşılıyoruz” demesini bekleyebiliriz. ABD Başkan Yardımcısı’nın İstanbul’da Suriyeli muhaliflerle dolaylı da olsa bir temasta bulunması, en azından danışmanlarından birini onlara göndermesi ise ziyaretin uluslararası açıdan en ilginç yönlerinden birini oluşturabilir.
Gül: ABD ile teröre karşı işbirliğimiz artarak sürecek