Medya

ABD, hâlâ 'özgür basının kalesi' mi?

Trump yönetiminin basın özgürlüğü karnesi hiç iç açıcı değil

17 Temmuz 2018 20:32
Derin Koçer

Batılı ülkelerde popülist ve totaliter liderlerin yükselişe geçmesiyle beraber dünya, demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü gibi konuları yeniden tartışmaya başladı. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle beraber tartışmalar iyice alevlendi. ‘Özgür basının kalesi’ olarak nitelendirilen ABD’de bile gazeteciler ve medya kuruluşları, yeni Başkan’ın saldırılarına maruz kalıyor. Son olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmek için Finlandiya’ya giden Trump'ı, “Özgür basının ülkesine hoş geldiniz sayın Başkan” pankartı karşıladı.

Hukukçu ve basın özgürlüğü savunucusu Trevor Timm, bir süre önce Ted’e verdiği mülakatta, “Özgür basın, demokrasinin temel sütunlarından biridir” diyor ve bugün, sivil toplumun demokrasiyi korumak için gazete ve gazetecilerini koruması gerektiğine dikkat çekiyor.

ABD’de basın özgürlüğünün, 1791 yılında anayasanın ilk maddesiyle güvence altına alındığına da vurgu yapan Timm, ABD’nin bağımsızlığını kazanmasında, iç savaş sırasında aktif rol üstlenen basının önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor. İlk maddenin basın ve düşünce özgürlüğüne ayrılmasının da bu yüzden sembolik bir yanı olduğunu ekliyor.

Gazetecilere güvence

ABD tarihi, gazetecilerin birinci maddeyi kullanarak kendilerini mahkeme önünde savunabildiği onlarca örnekle dolu. Dönemin ABD hükümetlerinin halka Vietnam'daki savaş hakkında sistematik olarak yalan söylediğini ortaya çıkartan Pentagon Belgeleri ya da dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın rakibi Demokratların merkezlerinden birini dinlediğini anlaşılır kılan ve ABD tarihinin tek 'başkanlık istifası' ile sonuçlanan Watergate Skandalı, akla ilk gelen örneklerden.

Kuşkusuz ki ABD’li gazeteciler için bir güvence olarak duruyor anayasanın ilk maddesi. Ancak Donald Trump’ın başkan olduğu ABD’de basın özgürlüğü meselesi yeniden gündemde ve mevcut yönetiminin iyi bir sınav verdiğini söylemek kolay değil.

Basın Özgürlüğü Vakfı’ndan Peter Sterne’nin paylaştığı veriler, özgür basının ABD’de de saldırı altında olduğunu ortaya koyuyor. Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından gazetecilik örgütlerinin ortaklaşa kurduğu ‘U.S. Press Freedom Tracker’ın amacını ‘ülkede gerçekleşen özgür basın ihlallerinin kaydını tutmak’ olarak özetleyen Sterne, bu platformu ‘türünün ilki’ diye tanımlıyor.

Rakamlarla ABD’li gazetecilerin bugünkü hâli

Platformun verilerine göre 6 ay içerisinde 125 tane basın özgürlüğü ihlali sisteme işlenmiş. Bu ihlaller bir gazetecinin Kongre üyesi tarafından tartaklanmasından protestocuların bir muhabirin kamerasına zarar vermesine kadar geniş bir yelpazede.

2017 yılı içerisinde ABD’de 33 gazeteci gözaltına alınmış, 43 gazeteciye fiziki saldırıda bulunulmuş, 15 gazetecinin eşyalarına inceleme yapma amacıyla el konmuş. ABD Başkanı ise 3 gazetecinin işten atılması için doğrudan çağrı yapmış.

Gözaltına alınma olaylarının yüzde 88’i bir protesto ya da miting esnasında yaşanmış; bu gazetecilerin önemli bir kısmı polisin ‘kötü muamelesinden’ bahsediyor. Örneğin hiçbir kuruma bağlı olmadan gazetecilik yapan Jon Ziegler, bir eylem esnasında polis tarafından -gerek olmadığı hâlde- yere yatırıldığını ve yüzüne biber gazı sıkıldığını söylüyor.

Trump’ın 2017 yılının başındaki yemin töreni sırasında, Washington, D.C.’de düzenlenen protestoda 9 gazetecinin gözaltına alındığı sisteme işlenmiş. 9’una da ‘kötü davranış’ suçlaması doğrultulmuş. İkisi hariç bütün suçlamalar düşmüş.

Kuzey Dakota'dan geçecek boru hattını protestosu için gerçekleştirilen Standing Rock eylemleri esnasında da 6 gazetecinin gözaltına alındığı kaydedilmiş. Bu 6 gazeteci için de ‘kötü davranış’ sebebiyle suçlamalar yöneltilmiş. Biri hariç, suçlamalar düşmüş.

Senatörden tokat, Kongre üyesinden tartaklama

Öte yandan, gazetecilerin uğradıkları fiziksel şiddet dikkat çekici boyutta. 43 gazeteciden çoğu protestoları haberleştirmeye çalışırken şiddete maruz kalmış. Ancak birkaç münferit olay dikkat çekiyor: Bunlardan ilki Cumhuriyetçi Senatör David Wilson’un demeç almaya çalışan bir yerel muhabirin yüzüne tokat atması.

İkincisiyse Kongre üyesi Greg Gianforte’nin kendisine soru sormaya çalışan İngiliz The Guardian gazetesinin ABD bürosundan Ben Jacobs’ı tartaklaması. Üstelik Kongre üyesi, önce suçu gazetecinin üzerine yıkmaya çalıştı; ardından, gerçeğin anlaşılmasıyla, Jacobs’tan özür diledi. Gianforte ‘kötü muamele’den hüküm giydi, kamu hizmeti ve para cezasına çarptırıldı. Kongre üyesi, bir gazetecilik örgütüne de 50,000 dolarlık bağış yapmak durumunda kaldı.

U.S. Press Freedom Tracker’a göre, 2018 yılında bugüne kadar, 2017’de kaydedilenlere ek olarak 3 gözaltı, 3 eşyalarına el koyma ve arama, 20 saldırı yaşanmış; 14 gazeteci aleyhinde de yeni davalar açılmış. Ayrıca, New York Times muhabiri Ali Watkins’in telefon ve elektronik posta kayıtları da, ABD Adalet Bakanlığı tarafından herhangi bir bildirimde bulunulmadan incelenmiş; gazeteciye ise tüm bunların ardından bilgi verilmiş.

Başkan adayı gazeteciyi karşısına alıyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın özgür basına bakışı, 2016’daki seçim kampanyası sırasında da kendisini belirgin olarak göstermişti. Cumhuriyetçi adayın MSNBC muhabiri Katy Tur’a yönelik davranışları, ABD gündemini uzun süre meşgul etmişti; Tur, bu süreç içerisinde ABD’de basın için sembolleşmişti.

Henüz başkanlık için kimse Trump’a şans vermezken Tur, ünlü iş adamının mitinglerini takip etmek için Paris’ten ABD’ye gelmiş, adayın peşine takılmıştı. Daha katıldığı ilk toplantıda Trump, konuşmasını yaparken kendisine bakmadığını fark ettiği Tur’a sahneden alaycı bir şekilde söz atmış, kimsenin –henüz- tanımadığı muhabiri doğrudan hedef almıştı: Katy bana hiç bakmıyorsun...

Ardından gelişen olaylar, Trump ile Tur’u tekrar tekrar karşı karşıya getirdi. Önce başkan adayı ile Tur, MSNBC için söyleşi yaptılar. Mülakat sırasında Trump, gazeteciye doğrudan saldırmaya başladı. Sonrasında büyük bir miting esnasında kendisine muhalif tavır alan gazetecileri kastederek “Katy gibiler” ifadesini kullandı ve gazeteciyi yeniden hedef tahtasına yerleştirdi. Miting sonrasında Cumhuriyetçi adayın destekçileri Tur’un üzerine yürüdü.

Bu süreci anlattığı kitabı 'Unbelievable'da (İnanılmaz) Tur, ‘hedef olduğunu o anda  anladığını’ dile getiriyor. ABD Başkanı, Tur ile girdiği polemiklerden sonra New York Times, Washington Post gibi köklü ve saygın gazetelerle CNN gibi haber kanallarını da ‘yalan haber’ yapmakla onlarca kez suçladı.

1’inci madde hâlâ güvence mi?

Basın Özgürlüğü için Muhabirler Komitesi yöneticilerinden Bruce D. Brown, Time dergisi için kaleme aldığı makalede anayasanın birinci maddesinin gazetecileri artık eskisi kadar büyük bir güçle korumadığının altını çiziyor. Sivil gazetecilik örgütlerinin ‘safları sıkılaştırması’ gerektiğini söylüyor ve ABD kamuoyunun Trump tarafından yayılan ‘basına nefret’i yenmesi gerektiğini vurguluyor.

Yalnızca ABD örneğine bakmanın da yetersiz olduğunu dile getiren Brown, başka toplumların basın özgürlüğünü nasıl kazandığını öğrenmenin zamanının geldiğini ifade ediyor.

“Kulübe hoş geldiniz”

Türkiye’de hakkında yakalama kararı bulunan ve bir süredir Almanya'da yaşayan gazeteci Can Dündar da Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından CNN International’a konuşmuş ve muhabirin basın özgürlüğüne dair kaygı duyduğunu belirtmesinin ardından “Kulübe hoş geldiniz” cevabını vermişti.

Başkanın sözleri ve yukarıda özetlenen raporlar, ABD’nin belki de gerçekten 'kulüpte' olduğunu gösteriyor olabilir. Yine de, Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine bakıldığında, -200'e yakın gazetecinin tutuklu cezaevinde bulunduğu Türkiye'nin aksine- ABD’de bir tane bile tutuklu gazeteci yok.