İngiltere gazeteleri bu sabah Başbakan Gordon Brown'ın dün başlayan Washington ziyaretine geniş yer ayırıyor.
Gordon Brown, ABD'nin 44'üncü Başkanı Barack Obama ile Ocak ayında göreve gelmesinden bu yana görüşen ilk Avrupalı lider olmuştu.
Gazeteler, Brown'ın, küresel ekonomik kriz karşısındaki planlarına dünyanın en büyük süpergücü konumundaki ABD'den destek almayı başardığını yazsalar da, Brown'ın yapılan hatalar konusunda özür dilemeyecek olmasını eleştiriyorlar.
Guardian'ın manşeti: Hayatının konuşması - ama Brown özür dilemeyecek
Guardian'ın yazdığına göre, İngiltere Başbakanı bugün Amerikan Kongresi'nde yapacağı kritik önem taşıyan konuşmasında Amerikalı siyasetçileri, korumacı politikalara kapılmamaları yolunda uyaracak ama Brown, küresel mali krize giden yolda kişisel hatalarından dolayı özür dilemesine gerek olmadığında ısrarlı.
"Siyasi kariyerinin belki de en önemlisi olacak bu konuşma, Obama'nın Brown'a umutsuzca ihtiyaç duyduğu siyasi desteği sağlamasının ardından geliyor. Obama, İngiltere ile Amerika arasındaki özel ilişkinin altını çizmişti.
"Obama, Brown'ın, Kongre'nin her iki kanadına hitaben yapacağı konuşmayı yakından takip edecek ve uluslararası borsaları, güven kaybına Avrupalı siyasilerin de bir cevabı olduğuna ikna etmekte güçlü bir müttefik olarak davranıp davranamayacağını anlamaya çalışacak."
Independent gazetesi ise özür dilemese bile İngiltere Başbakanı'nın ekonomik krize ilişkin ifadelerindeki gözle görülür değişikliğe dikkat çekiyor ve buna değişik zamanlarda yaptığı iki konuşmadan örnek veriyor:
"Ekim 2008, Sky Haber Kanalı: Bu sorun Amerika'da başladı. Buna bir çözüm bulmaları şart. Amerikalıların dünyanın geri kalanına karşı sorumluluğu bulunmaktadır.
Dün Beyaz Saray'da: Dünyanın hemen her yerinde bir şeyler yaşandı. Uluslararası bir finans sistemimiz var ve bunun yeniden kamu yararına çalışabileceğini göstermemiz şart. Her ülke bundan gereken dersleri çıkarmakta ve gereken adımları atmaktadır."
Independent İngiltere Başbakanı'nın beklediği desteği almış olmasına rağmen, Obama ile Oval Ofis'te kameraların karşısına geçtikleri sırada birbirlerine karşı saygılı göründükleri ancak fazla sıcak davranmadıkları yorumunu yapıyor.
Brown, Beyaz Saray'a davet edilen ilk Avrupalı lider olma yarışını kazanmış olabilir ama Başbakan'ın büyük bir basın konferansı yapmasına izin verilmedi. Kendisine ayrılan iki saatlik süre, eski başbakanlar Tony Blair ve Margaret Thatcher'in tadını çıkardıkları kırmızı halılarla çelişiyor.
Guardian gazetesi de basın konferansının iptali ve yerine gazetecilerle sadece 20 dakikalık bir buluşmanın konması, Brown'ın heyecanla beklenen Obama ziyaretinin, küçültücü bir düş kırıklığıyla sonlanacağı endişesini doğurdu diye yazıyor ve ekliyor:
"Ama yeni Amerikan Başkanı, nihayetinde Brown'a dünya genelinde, eşgüdümlü bir mali canlandırma programı izlenmesi yolundaki çabaları için ihtiyaç duyduğu siyasi desteği verdi."
İngiltere'de bu sabah tüm gazetelerin manşetten yer verdikleri bir diğer haber ise Pakistan'da Sri Lanka kriket takımını hedef alan saldırı.
Lahor kentinde sporcuları taşıyan otobüse ve onları koruyan iki polis aracına maskeli saldırganların ateş açması sonucu, altı Pakistan polisi ve bir şoför ölmüş, sekiz sporcu yaralanmıştı. Gazetelerde saldırının Kasım ayında Hindistan'ın Mumbai kentinde düzenlenen ve 180 kişinin ölümüne yol açan saldırılardan izler taşıdığı yorumları göze çarpıyor.
Pakistan saldırıları
Pakistan asıllı İngiliz muhalif gazeteci ve yazar Tarık Ali, Guardian gazetesine yazdığı makalede, saldırıyla asıl mesajın Amerika Birleşik Devletleri'ne verilmek istendiği görüşünü aktarıyor.
"Pakistan'da Sri Lankalı kriket oyuncularına yönelik korkutucu terör saldırısının tek bir hedefi vardı: Washington'a Pakistan'ın yönetilemez halde olduğunu göstermek. Kriketin bir din muamelesi gördüğü ülkede ilk kez bu sporun oyuncuları hedef alınıyor.
"Bu durum belirsiz bir süre de olsa Pakistan'da uluslararası kriket dünyasının ölümü anlamına geliyor ama bununla da kalmıyor. Pakistan'ın geleceği her geçen gün daha da istikrarsızlaşıyor. Bu saldırıyı kimin düzenlediğini bilemiyoruz ama kim olduklarının bilinmesi de çok önemli değil. Asıl mesele, bu saldırının, ülkede birbiriyle ilgili üç olayın, halkın büyük bölümünü öfkelendirdiği bir zamanda gerçekleşmiş olması.
Tarık Ali bu üç olayı şöyle açıklıyor:
"Birincisi hiç kuşkusuz Washington'ın, Afganistan'a daha fazla asker göndermeye yönelik aptalca kararı. İkincisi, Senatör Diane Feinstein'in, Pakistan'daki terör yataklarını tespit etmekte insansız Amerikan casus uçaklarının kullanıldığını açıklaması. Pakistan'da bu açıklama, büyük tartışmalara yol açtı. İç siyaset açısından da Pakistan karma karışık bir halde.
"Yolsuzluk had safhada, Zerdari'nin bağımsız bir adli sistem kurma yolundaki seçim sözünü tutmayı reddetmesi de buna tuz biber ekiyor. Mevcut hükümetin başarısızlıkları ve ülkenin çıkarlarını koruyamayışı, ordunun geri dönüşünün yolunu açıyor.
"Pakistanlı siyasilerin bu bizim Mumbai'miz demeleri bir şey ifade etmiyor. Gerçek olan şu, Zerdari hükümeti son bir yıl içinde Pakistan halkından çok kendileri ve alıcılarına yarayacak işler yaptı. Ama Pakistan bu şekilde sürüklenmeye devam ettikçe, aşırılık yanlısı gruplara daha fazla davetiye çıkarıyor. "
'Beatles için yüksek lisans'
Guardian gazetesinin haberine göre efsanevi müzik grubu Beatles için, grubun doğduğu kent olan Liverpool'daki Hope Üniversitesi'nde master programı başlatıldı.
"Kuruluşlarından kırkı aşkın yıl sonra Beatles ve şarkıları yüksek lisans öğrencilerince akademik çevrelere taşınacak. Beatles, Popüler Müzik ve Toplum adlı master programı İngiltere'de ve büyük olasılıkla dünyada türünün tek örneği olmaya aday. 12 haftalık dört modülden oluşan Yüksek lisans programı boyunca İkinci Dünya Savaşı sonrası müzik sektörü, alt kültürler, yerelliğin önemi gibi konular ele alınacak.
"Üniversitenin popüler müzik alanında önde gelen öğretim görevlilerinden Mike Brocken, grubu akademik anlamda mercek altına almanın zamanının geldiğini söyledi. Brocken, "Beatles hakkında 8 bini aşkın kitap yazıldı ama asla ciddi bir akademik çalışma yapılmadı, işte biz bu açığı gidermeyi amaçlıyoruz" diye konuştu. Programın İngiltere'den tam zamanlı öğrencilere fiyatı ise 3 bin 500 sterlini bulacak." (BBC Türkçe)
ALMAN BASINI
Almanya’da oyların sayımında kullanılan bilgisayarların Anayasa Mahkemesi’nce anayasaya aykırı ilan edilmesi ve Köln'de tarihi şehir arşivi binasının çökmesi, bugünün Alman basınının başlıca konularını oluşturuyor:
Financial Times Deutschland gazetesi Anayasa Mahkemesi kararını haklı buluyor:
“Oy sayımını hızlandırsa da , dijital teknoloji yoluyla kolaylaştırsa da demokratik bir seçimin temel ilkeleri tehlikeye atılamaz. Şu an kullanılan makinelerde bu tehlike vardı. Anayasa Mahkemesi haklı olarak bu makinelerin kullanımdan kaldırılmasına karar verdi. Düğmeye basıldıktan sonra oyu bir daha kimsenin kontrol etmesi mümkün değilse, bu anayasanın, seçim sonucunun saydamlığı ve kontrol edilebilirliği ilkelerinin ihlalidir. Demokraside seçimlerin şüpheye tahammülü yoktur.”
Neues Deutschland gazetesinin yorumu ise şöyle:
“Seçimlere hile karıştırılması Almanya'da da mümkün olabilir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nin manipülasyonlara imkan tanıyabilen aletlerin kullanımını yasaklaması memnuniyet verici. Politikacının birinin çıkıp seçim sonuçlarını kendi partisi ya da kendi kariyeri lehine manipüle etmeyeceğini kim garanti edebilir? Bu tür bir planı hayata geçirebilmek teknik açıdan hiç de zor değil. Hollandalı bir hacker'ın bunu halletmesi 60 saniye bile almaz.”
Süddeutsche Zeitung, bunun 2005 seçimleriyle ilgili ortaya çıkarılan ikinci hata olduğuna dikkat çekiyor:
“Anayasa Mahkemesi, bir kez daha seçimlerde hata saptadı, ancak parlamentonun varlığının korunmasına öncelik vererek, seçimlerin tekrarlanması kararı almadı. Mahkeme 2008 yılı Temmuz ayında da seçim sürecinde farklı nedenlerden dolayı yanlışlıklar bulunduğu hükmüne varmış, ancak buna rağmen yanlışlıkların hızla düzeltilmesini talep etmemişti. İlk karar da çok gevşekti, ama ikincisi de üzerine binince… İki hata çok fazla.”
Alman basınındaki diğer konulara geçiyoruz şimdi de. ABD Başkanı Barack Obama'nın, Doğu Avrupa'da konuşlandırılması planlanan füze kalkanından vazgeçebileceğini Rusya'ya bildirdiği yönünde New York Times gazetesinde yayımlanan haber geniş yankı buldu. Bonn'da yayımlanan General-Anzeiger gazetesinin konuyla ilgili yorumu şöyle:
“Obama'nın önerisi iki tarafa da, aylardır ilişkileri zehirleyen bir anlaşmazlığı, itibar kaybetmeden ortadan kaldırma fırsatı sunuyor. Rusya ile ilişkileri normalleştirmek için Obama'nın yeterince sebebi var. Ayrıca her gün ekonomi ve maliye ile ilgili gelen kötü haberler, yeni Başkan'ın kendisini kanıtlayabilmesi için çok daha önemli bir cephe sunuyor. Bedeli kolayca hesaplanamayacak füze kalkanı gibi zorlu bir iş, Obama'nın şu an ihtiyacı olan son şey.”
Köln'de dün tarihi şehir arşivi binasının çökmesi ile ilgili Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin yorumu şöyle:
“Köln'de geçtiğimiz onlarca yılda hiçbir felaket, kentin ruhunu, tarihi arşivin çöküşü kadar derinden etkilemedi. Ölü ya da yaralı olup olmadığının, ya da sayılarının hala kesinlik kazanmaması büyük endişe yaratıyor. Buna bir de değeri rakamlarla ifade edilemeyecek, metrelerle ölçülemeyecek arşiv hazinesinin kaybı ekleniyor. Sözkonusu olan kentin hafızası. Binada çatlaklar olduğuna dair önceden çok sayıda uyarı geldiği yönündeki ifadeler siyasi bir bomba niteliğinde. Bu uyarıları ciddiye almayan kim? Kent yönetimi bu sorunun yanıtını tüm açıklığıyla vermek zorunda.” (Deutsche Welle)
Financial Times Deutschland gazetesi Anayasa Mahkemesi kararını haklı buluyor:
“Oy sayımını hızlandırsa da , dijital teknoloji yoluyla kolaylaştırsa da demokratik bir seçimin temel ilkeleri tehlikeye atılamaz. Şu an kullanılan makinelerde bu tehlike vardı. Anayasa Mahkemesi haklı olarak bu makinelerin kullanımdan kaldırılmasına karar verdi. Düğmeye basıldıktan sonra oyu bir daha kimsenin kontrol etmesi mümkün değilse, bu anayasanın, seçim sonucunun saydamlığı ve kontrol edilebilirliği ilkelerinin ihlalidir. Demokraside seçimlerin şüpheye tahammülü yoktur.”
Neues Deutschland gazetesinin yorumu ise şöyle:
“Seçimlere hile karıştırılması Almanya'da da mümkün olabilir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nin manipülasyonlara imkan tanıyabilen aletlerin kullanımını yasaklaması memnuniyet verici. Politikacının birinin çıkıp seçim sonuçlarını kendi partisi ya da kendi kariyeri lehine manipüle etmeyeceğini kim garanti edebilir? Bu tür bir planı hayata geçirebilmek teknik açıdan hiç de zor değil. Hollandalı bir hacker'ın bunu halletmesi 60 saniye bile almaz.”
Süddeutsche Zeitung, bunun 2005 seçimleriyle ilgili ortaya çıkarılan ikinci hata olduğuna dikkat çekiyor:
“Anayasa Mahkemesi, bir kez daha seçimlerde hata saptadı, ancak parlamentonun varlığının korunmasına öncelik vererek, seçimlerin tekrarlanması kararı almadı. Mahkeme 2008 yılı Temmuz ayında da seçim sürecinde farklı nedenlerden dolayı yanlışlıklar bulunduğu hükmüne varmış, ancak buna rağmen yanlışlıkların hızla düzeltilmesini talep etmemişti. İlk karar da çok gevşekti, ama ikincisi de üzerine binince… İki hata çok fazla.”
Alman basınındaki diğer konulara geçiyoruz şimdi de. ABD Başkanı Barack Obama'nın, Doğu Avrupa'da konuşlandırılması planlanan füze kalkanından vazgeçebileceğini Rusya'ya bildirdiği yönünde New York Times gazetesinde yayımlanan haber geniş yankı buldu. Bonn'da yayımlanan General-Anzeiger gazetesinin konuyla ilgili yorumu şöyle:
“Obama'nın önerisi iki tarafa da, aylardır ilişkileri zehirleyen bir anlaşmazlığı, itibar kaybetmeden ortadan kaldırma fırsatı sunuyor. Rusya ile ilişkileri normalleştirmek için Obama'nın yeterince sebebi var. Ayrıca her gün ekonomi ve maliye ile ilgili gelen kötü haberler, yeni Başkan'ın kendisini kanıtlayabilmesi için çok daha önemli bir cephe sunuyor. Bedeli kolayca hesaplanamayacak füze kalkanı gibi zorlu bir iş, Obama'nın şu an ihtiyacı olan son şey.”
Köln'de dün tarihi şehir arşivi binasının çökmesi ile ilgili Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin yorumu şöyle:
“Köln'de geçtiğimiz onlarca yılda hiçbir felaket, kentin ruhunu, tarihi arşivin çöküşü kadar derinden etkilemedi. Ölü ya da yaralı olup olmadığının, ya da sayılarının hala kesinlik kazanmaması büyük endişe yaratıyor. Buna bir de değeri rakamlarla ifade edilemeyecek, metrelerle ölçülemeyecek arşiv hazinesinin kaybı ekleniyor. Sözkonusu olan kentin hafızası. Binada çatlaklar olduğuna dair önceden çok sayıda uyarı geldiği yönündeki ifadeler siyasi bir bomba niteliğinde. Bu uyarıları ciddiye almayan kim? Kent yönetimi bu sorunun yanıtını tüm açıklığıyla vermek zorunda.” (Deutsche Welle)
AMERİKAN BASINI (2 Mart)
Washington Post Amerika’nın en büyük sigorta şirketi AIG’nin rekor düzeyde zarar ettiğini açıklamasının ardından yine devlet desteğine ihtiyaç duyduğunu yazıyor. Gazete AIG örneğinden çıkartılması gereken dersleri şöyle sıralıyor:
“Öncelikle AIG’nin küresel ekonomiyi riske sokmasına izin verilmemelidir. Amerika’nın AIG’yi kurtarması daha genelde küresel finans sistemini kurtarmasıdır. Amerika, bu nedenle, maliyeti artsa da bunun bir zorunluluk olduğunu düşünüyor. Çıkartılması gereken ikinci ders ise, AIG ile küresel konumu benzerlikler gösteren Amerikan bankalarına, en azından Citigroup’a ilişkin. Kimse, bu kurumların kısa sürede düzeleceği hayaline kapılmamalıdır. Devletin bu kurumlarla ilişkisi yıllar sürecektir. Asıl zor olan ise, devletin bu kurumlardan geri çekilmesi olacak.”
New York Times da AIG’nin dördüncü kez devlet desteğine ihtiyaç duymasının piyasalarda güvensizliği körüklediğini yazıyor. Gazete, zor durumdaki bu tür kurumlara ilişkin daha kapsamlı bir kurtarma planı hazırlanmasını istiyor:
“AIG ve Citigroup örneklerinde olduğu gibi büyük ölçekli ve sürekli devlet desteğine ihtiyaç duyan kurumlarda, devlet sadece hisse almakla yetinmemeli, en zayıf kurumların doğrudan yönetimini de üstlenmelidir. Böylece bu kurumlar, yeniden özel sektöre devredilmeden önce gerekli düzenlemeler yapılabilir ve bu kurumlar küçülerek de olsa daha sağlıklı bir biçimde çalışmaya başlayabilir. Amerikan halkının ve politikacıların devletleştirme ifadesine soğuk baktığını biliyoruz. Ancak her yeni kurtarma paketi de hükümete duyulan güvensizliği artırıyor ve alınması gereken daha sert tedbirleri de giderek zora sokuyor.”
Christian Science Monitor Obama’nın işbaşına gelmesiyle Amerika ile Rusya ilişkilerinde yeni bir arayış başladığını yazıyor. Ancak gazete, Moskova ile ilişkilerin bir sınırı olduğuna da dikkat çekiyor:
“Washington’da, Rusya ile ticari ilişkilerin derinleştirilmesiyle yeni bir ortaklık kurulabileceğini düşünenler var. Daha önce Almanya bu yolu denemişti. Ve şimdi Berlin, doğalgaz konusunda Moskova’nın Ukrayna ile yaşadığı anlaşmazlığın faturasını ödüyor. İşte tam da bu durum, Moskova ile yeniden kurulacak ilişkilerin sınırını gösteriyor. Elbette Rusya, eski Sovyetler Birliği değil. Ancak Rusya’daki denetimli demokrasi de demokrasi sayılmaz. Moskova ile ilişkilerde yeni açılıma giden Obama yönetimi desteklenmelidir. Ancak olası gelişmeler de göz ardı edilmemelidir.”
USA Today Batı Virginia’da büyük bir maden şirketinin desteğiyle yüksek mahkeme üyeliğine seçilen bir yargıcın, söz konusu şirketle ilgili davaya bakmasını eleştiriyor. Gazete, yargıçların adalete gölge düşürmeyecek biçimde seçilmesi çağrısında bulunuyor:
“Özel çıkar gruplarının adaleti satın alması sorunu, yargıç seçimlerinde bu grupların mali desteği sürdükçe çözülemeyecek bir sorundur. Bazı eyaletler, yüksek mahkemeye yargıç seçiminde liyakat unsurunu kullanarak bu sorunu çözüyor. Bazı eyaletlerde ise yargıç seçimi kampanyalarında sadece devlet desteği kullanılıyor. Elbette her yöntemin kusurları vardır. Ancak mahkeme üyelerinin imzalarının satışa çıkartılması kadar kötü bir yöntem olamaz.” (Amerika'nın Sesi)
(Not: Saat farkından ötürü ABD basını gecikmeli olarak verilebilmektedir)