Gündem

'1915 ortak acımız, gerçek bir yüzleşme ve özür bekliyoruz...'

24 Nisan'da İstanbul'daki gözaltılarla başlayan ve katliamla sonuçlanan 1915 olaşları Taksim'de protesto edildi

25 Nisan 2012 02:10

Ceren Terziahmetoğlu

 
terzi.ceren@gmail.com 
twitter.com/#!/CerenTRZ
 
24 Nisan 1915'te 220 aydın, gazeteci, yazar, siyasetçi ve bilim insanının Ermeni çetelere destek oldukları iddiasıyla gözaltına alınmalarıyla başlayan ve katliamla sonuçlanan 1915 olaşları Taksim'de protesto edildi.
 
Taksim Meydanı'nda polis barikatları ile çevrelenmiş alanda toplanan grup yerde oturarak Ermeni ailelerin kayıplarını andı.  “Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi'nin çağrısıyla yapılan anma eylemine çok sayıda gazeteci, sanatçı ve akademisyen katıldı. ''Biz buraya yasımızı tutmaya, ölülerimizi anmaya geldik' denirken, Zilşat Tokaç basın açıklamasında bulundu. 
 

'24 Nisan bir kin günü değil, bir küfür günü de değil!'

 
Zilşat Tokaç'ın okuduğu basın açıklaması şöyle: 
 
"Bu acı hepimizin...
 
24 Nisan bir kin günü değil. Bİr küfür günü de değil. Gelin, önce o gün ne oldu, onu paylaşalım. 
 
1915 yılının o gününde Anadolu'nun en eski halklarından Ermenilerin 250 kadar aydını apar topar evlerinden alınıp Çankırı ve Ayaş'a, dönüşü olmayan bir yola sürüldü. Mebusu, doktoru, çevirmeni, öğretmeni, gazetecisi, yazarı, sanatçısı bütün bu insanlar bir halkın sesiydi. Meşrutiyet sonrasının özgür ve eşit günlerine inanmıştı. Düşleri, dönüşsüz yollarda kendileriyle birlikte kayboldu gitti. 
 
Sesini yitiren bir toplumun başka neyi kalır ki geriye? Çoluk çocuk, genç yaşlı kafilelerle Ermeni halkı Anadolu'nun dört bir bucağından çöllere sürüldü. Evin erkekleri öldürüldü, kiliseler, okullar harabeye döndü. Mal mülk el değiştirdi. O korkunç soykırımın sonunda Ermenilerin varlığından geriye sadece yasaklı fısıltılar kaldı. 
 
Susulunca unutulmadı ama. İnkâr edildikçe yok olmadı. Aksine yara iltihaba döndü, çözümsüzlükte kemikleşti. Birçok vicdanlı Müslüman ellerinden geldiğince Ermeni komşularını kurtarmaya çalıştıysa da Anadolu'daki tahribat kalanlar için büyük oldu. Bu topraklar bir daha iflah olmadı. 
 
Ömrünü Anadolu halklarının barışına adayan ve bu uğurda canından olan Hrant Dink, yarayı sarmanın gereğini hatırlatmış, 'Bugün hâlâ unutmayı savunanlar, aslında sadece geçmişten değil, gelecekten korkanlardır. Unutulmamış geçmiş, geleceğin de teminatıdır' demişti. Bir de hayali vardı: 'Bir 24 Nisan'da bu topraklarda hep birlikte tüm bu insanları hatırlamak, ruhları şad etmek, acıda ortaklaşarak sevinçler üretebilmek, yalnızca Ermeni halkının duyduğu ıstırabı dindirmekle kalmayacak, Türkiye'nin demokratikleşmesinin ta kendisi olacaktır'
 
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi"
 
 

Kim ne dedi?

 
 
Koray Çalışkan: Her Türkiyeli'nin burada olması gerekiyor. 1915'te olanları anımsamak gerekiyor. Tarihimiz ile yüzleşmemiz gerekiyor. Daha da önemlisi vicdanen burada olmamız gerekiyor. Burada olduğumuz zaman benim gibi insanların hiç de az olmadığını görüyorum. Kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Tarihimiz ile yüzleşme süreci başladı. Ben büyürken Türkiye'de Kürt olmadığını dinleyerek büyüdüm. Mahallede Kürt çocukları Kürtçe konuşurlardı. 1938 Dersim için Başbakan özür diledi, ne olduğunu öğrendik. Binlerce insan katledildi. 1915'ten 1917'ye gelen süreçte, 18 ayda ülke nüfusunun yüzde onu yok edildi ve bizde bunun bir soykırım olmadığını, planlı olmadığını söylediler. Artık buna çok zor inanılıyor. Bizlere düşen öğrenmek. Bunu da zaman içerisinde yapacağız. Bütün dünya biliyor, biz hariç. 
 
Sırrı Süreya Önder: Tarihte olan bu tür olaylar ile yüzleşmenin bir tek yolu var; samimi bir seferberlik bunu da devletten beklememek lazım. Burada yarası olan herkes bununla bir ilişki kuruyor. Bu artık mızrahın çuvala sığmadığı günleri yaşıyoruz. Bu konuda gerçek bir yüzleşme, hakiki bir özür ve hukuksal tüm gereklerini yerine getirmek. Aslında bu kadar yalın, bu kadar gerçek bir durumdan bahsediyoruz. 97 yıldır yüzleşilmedi, bu işler böyledir. Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür derler ya bununda bir sonu var artık. Düne kadar Ermeni de yok diyorlardı ama bugün toplum başka bir noktaya geldi. Daha umutlu olabilecek günlerden geçiyoruz. İnanmaktan başka bir çaremiz yok. İnanıyoruz ve talep ediyoruz. Ve yapacağız. 
 
Ufuk Uras: Toplumun bütün renkleriyle beraber bir acıyı paylaşıyoruz çünkü 1915 İttihat Terakki cinayetlerinin kurbanları ile beraber bu bizim ortak acımız diyoruz. O yüzden çok önemli ve simgesel bir duruş. Yüzleşmek için ilk adımların atıldığını gösteriyor bu buluşma. Pancardan şeker olur, şekerden pancar olmaz. Artık geri dönüş olmayacağı kanaatindeyim. 
 
Erol Katırcıoğlu: Geçen seneye göre daha fazla bir kalabalık gördüm burada. Ermeni meselesi ile ilgili olarak daha cesur bir söyleme doğru giden bir Türkiye olduğunu da görüyorum  ve önemli bir kısmı olan yazar- gazeteci arkadaşlarımız da buradaydı. Önceleri büyük felaket gibi adlandırılan bir konuyu, giderek soykırım olarak ifade edilmeye başlandığını hep beraber gördük. Bu tür anlar çok duygusal anlardır çünkü sonuç olarak bir anlık bir şeydir ama bir anda hakikaten 23 Nisan gecesi 220 aydının evinden alınıp götürülmesi ile başlayan bir süreç. Bu tür anlar insanı duygulandırıyor. Bu topraklarda aslında büyük bir acı var. Bu acı konuşulmadan, bu acı paylaşılmadan geçmeyecek bir acı. Bugün diaspora ile ilgili birçok şey söylenebilir ama bu topraklarda yaşayan insanlar olarak bu meselede bizim daha cesur olmamız lazım çünkü bu toprakların çünkü asli unsurlarından biri de Ermenilerdir ve onların en azından bu acılarına saygı göstermemiz gerekir. Bu daha da büyük kalabalıklara döner diye umuyorum. Türkiye'de nefret söyleminin artması çok doğal. Bir yandan özgürlüklerle ilgili daha cesur konuşulmaya başlanınca bir bakıma terside birlikte gelişiyor. Önemli olan burada bu gelişmelerin çatışmacı bir yere doğru gitmemesi. Herkes kendi düşündüğünü söylesin ama nefret içeren sözlerin söylenmemesi gerektiği ile ilgili de konuşmak lazım. İçişleri Bakanı'nın Hocalı Mitingi'ne katılıp da abuk sabuk şeyler söylemiş olması açık ve net oldu. Oradan gelen bir nefret söylemi var. Hukuki olarak tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyorum. Nefret söylemini yasaklayan kanun maddelerinin geliştirilmesi lazım. 
 
Hayko Bağdat: Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin bu olaylara ne ad koyacağı ile ilgilenmiyorum. Ya da dünyadaki diğer liderlerin, parlamentoların ne diyeceği ile ilgilenmiyorum çünkü ben bana ne olduğunu biliyorum zaten ve bu bildiğim şeyin onayını almak zorunda hissetmiyorum kendimi. Burada önemli olan gerçeğin bizi özgürleştirmesi. Bu benim gözümde Ermeni derdi değil. Yaşadığım toprakların geleceği ile ilgili bir dert. Bütün bunları önemsiyorum. Bütün kulaklar bunları işitsin istiyorum.