Gündem

10 maddede HDP

Bugün vereceğimiz karar, yarının tartışma konusunu belirleyecek. Yarın diktatörlüğü mü tartışmak istiyoruz, yoksa çözüm sürecinin yolunu mu?

19 Mayıs 2015 22:10

                                                                                  Bercan Aktaş*

HDP’ye haksızlık yapılıyor. HDP’ye oy vermenin neredeyse tek gerekçesi, barajı geçmesi halinde AKP’nin tek başına iktidarı elde edecek veya anayasa yapacak asgari sandalyeye erişmesine engel olması gösteriliyor.

Bu matematik doğru. Gerçekten de AKP yöneticilerinin ve Saray’ın aklındaki kâbus senaryosu HDP’nin barajı aşması. Dolayısıyla hükümet, HDP’nin barajı aşmaması için elinden geleni ardına koymayan bir seçim kampanyası sürdürüyor. Ağrı’da yaşanan provokasyonda da Mersin ve Adana bombalamalarında da bunun ipuçlarını gördük.

Matematiksel olarak doğruyu gösteren bu denklem aynı zamanda reaksiyoner. HDP’nin izlediği bir hat var ve bu hattın özeti Dolmabahçe Mutabakatı’nda sunulan 10 madde.

Hatırlayalım:

1) Demokratik siyaset, tanımı ve içeriği

2) Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması

3) Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri

4) Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar

5) Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları

6) Çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması

7) Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri

8) Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi

9) Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması

10) Demokratik hamle dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.

Bu maddeler Türkiye’nin yeniden inşa edilmesi doğrultusunda HDP’nin irade beyanı ve müzakere başlıkları… Siyasi Partiler Kanunu’nun değişiminden yüzde 10 seçim barajının kaldırılmasına, tek adam yönetiminden yerinden demokrasiye geçilmesine ve merkezi yönetimin yetkilerinin sınırlandırılmasına, büyük bir toplumsal sözleşme ile eşit yurttaşlığın tanımlanmasından iktisadi adaletin tesis edilmesine, kadınların öldürülmediği bir ülke yaratmaktan çevreyle barışık bir yaşama geçmeye bir irade beyanı… Ve bütün bunları güvence altına alacak yeni bir anayasaya.

Bunlar HDP’nin Türkiye’ye önerdiği iyileştirmeler. HDP programının özeti. Bu önermelere “AKP gerilesin, Erdoğan da başkan olmasın” diye yaklaşmak gerekli; ama yetersiz. HDP siyasetinin AKP ve özelinde Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemine muhalif olduğu yeterince açık. Bu yarının tartışması.

Bugünün tartışması daha belirgin: Cumhurbaşkanı Erdoğan çatışmasızlığı sonlandırmak mı istiyor? HDP’lileri sokaklara dökmek mi istiyor? Türkiye’deki silahlı mücadelenin tarihin bir anında başka bir biçimde, demokratik siyaset alanında sürmesini mi istemiyor? Olası bir tek başına iktidarında, zafer sarhoşluğundan aldığı güçle demokrasiden yana herkesi karşısına alan bir hamle mi yapacak?

Kritik sorular bunlar. Günümüzün sorusu ve sorunu HDP’nin koalisyon yapıp yapmayacağı değil; Ağrı’da kurşun patladıktan sonra neden kimsenin sokağa çıkmadığıdır. Mersin ve Adana’da bombalar patladığında HDP’lilerin sokakta barışta ısrar mesajını verirken yaşadığı yalnızlıktır. Erdoğan’ın iktidarını kaybetmemek uğruna neleri göze alabileceğidir. Toplumun barıştan yana bir irade beyanı ifade edememesidir. Demokratik çözüm sürecinin toplum tarafından dışsal bir olgu olarak algılanmasıdır.

Cengiz Çandar geçtiğimiz aylarda şu uyarıyı yapmıştı: “Tayyip Erdoğan’ın “çözüm süreci” söz konusu olduğunda geçmişten kalma bir “seçim sabıkası” var. 12 Haziran 2011’de yüzde 50 oy aldığında “Silvan olayı”nı bahane edip, 2008’den beri yol alan çözüm sürecine 14 Temmuz 2011’de noktayı koymuştu.

Temmuz 2011’den, 2013 başına kadar; yani şu içinde bulunduğumuz “çözüm süreci” başlatılana kadar, 900 dolayında can pisi pisine yitirildi. Aynı durumu bir daha yaşanmaması ve “çözüm süreci”nin canlandırılarak yoluna devam etmesinin sağlanması için, HDP’li bir parlamentonun oluşması ve Tayyip Erdoğan’ın “tek adam rejimi”ni kurma yolunun kapanması gerekiyor.”

Çandar’ın vurguladığı nokta çok önemli. HDP’nin barajı aşması sonucunda Erdoğan’ın Başkanlık hayallerinin suya düşmesi çözüm sürecini rahatlatacak.

Peki, Erdoğan rejimi oluşmadığı için mi çözüm süreci canlanacak, yoksa çözüm süreci canlandığı için mi Erdoğan rejimi kurumsallaşmayacak? İkincisi. Yukarıdaki Dolmabahçe Mutabakatı’nın 2. maddesi de bunun güvencesi. O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, “10 maddeyi doğru bulmuyorum” diyebiliyor.

 

Askeri zorunluluk mu, siyasi karar mı, hiçbirisi mi?

 

Cumhurbaşkanı’nın HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a seslenirken yutkunarak söylediği şu cümleyi unutmayalım: “Çözüm süreci askeri bir zorunluluğun değil, siyasi bir kararın neticesi olarak başlatılmıştır”.

Şimdi bu sözleri analiz edelim. Siyasi iradenin vereceği karara askerin uyma zorunluluğundan bahsetmiyor Cumhurbaşkanı. Yalnızca tek cümlesiyle hem Genelkurmay Başkanı hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem de İçişleri Bakanı olabilme özelliğini sergiliyor. Kendisini çözüm sürecinin tek karar mercii olarak gösteriyor. Gerekirse askeri savaşa devam edebileceğinin mesajını veriyor. Devletin bazen siyasetsiz, yani siyaset kurumunun iradesi dışında davranabileceğini vurguluyor.

Sorgulayarak ilerleyelim. Erdoğan mı barışa zorunda bırakılmalı, yoksa barış mı Erdoğan’ın kararına?

Orduyu demokrasinin sınırlarına çekmeyi mi tartışıyor Erdoğan, yoksa Ağrı’da ve Mardin’de askeri hareketliliğin yaşanmasıyla birlikte siyasetini orduya mı kiralıyor?

Kürt sorunu demokratik bir çözüme kavuşursa “Benim sayemde”, süreç hasar görürse “Onlar yüzünden” havası estiren Erdoğan’ın nasıl bir siyasi kararından söz etmek mümkün?

Erdoğan, AKP içindeki kriz ayyuka çıkmışken, oy kaybediyorken, TSK ile orta vadeli bir uzlaşma yapmadan ve askeri vesayete yeniden alan açmadan ateşkes sürecini bozabilir mi? Bu olasılık on yıllardır askeri kışlaya sokmaya çalışan farklı çevrelerden tüm siyasi grupların yarattığı kolektif kazanımları geri plana düşürür. Erdoğan’ın arzuladığı siyasi atmosferi, her muhalif sesi çatışmaların gölgesinde silikleştirme imkânı verir.

Demokrasiden yana bütün güçlere Erdoğan’ı ve partisini barışa zorlaması, onu ve partisini askerle kurduğu ilişkiyi gözden geçirmek zorunda bırakması, Kürt sorunun çözümünü bir lütuf olmaktan çıkarıp toplumsallaştırması görevi düşüyor. Dolmabahçe Mutabakatı’nda art arda dizilen 10 maddenin esbabımucibesi denebilecek “Demokratikleşme talebi”, bütün bunları içeren bir yol haritasını önümüze seriyor. Eril, merkezi ve askeri vesayeti çöpe atacak bir yol çiziyor. Siyasal dönüşümü önüne koyan bu talep silsilesi, aynı zamanda sivil toplumun güçlendirilmesi ve toplumsal hayatın eşitlikçi bir biçimde yeniden kurgulanması ihtiyacını gösteriyor. HDP, 10 maddesi, her kimliğin eşitlik ve adalet temelinde var olacağı “Yeni Türkiye” rejimini kurmaya talip oluyor.

Hülasa, Selahattin Demirtaş’ın ve Figen Yüksekdağ’ın partisinin yer almadığı bir parlamento Türkiye’yi en kötü ihtimale, Başkanlık rejimine götürür. Bugün vereceğimiz karar, yarının tartışma konusunu belirleyecek. Yarın diktatörlüğü mü tartışmak istiyoruz, yoksa çözüm sürecinin yolunu mu?


* HDP Parti Meclisi üyesi