Şanlıurfa'nın 15 Kilometre güneydoğusunda bulunan Göbeklitepe'nin tarihi M.Ö. 11. yüzyıla dayanıyor. Anadolu'daki bilinen ilk uygarlıkların M.Ö. 3000 civarında kurulduğunu düşünecek olursak, bölgedeki son keşifler ışığında ulaşılan bu tarih, insanı hayrete düşürmüyor değil... Bu şaşırtıcılığının yanı sıra Göbeklitepe, şu ana kadar keşfedilmiş insan eli ile inşa edilen ilk yapı olarak kabul ediliyor. Göbeklitepe'de Doğal bir tepenin üzerinde yer alan tapınağın çevresi düz çizgiler halinde dizilmiş taşlarla sınırlandırılmış. Tapınağın içindeki T biçimli sütunlarda, Anadolu'da yaşadığına dair herhangi bir ize rastlanmayan bir çok hayvan figürü yer alıyor. Bu durum da Göbeklitepe'yi inşa edenlerin bu hayvanları görecek kadar geniş bir bölgeye egemen olduğu yönündeki tahminlere sebebiyet veriyor. Bazı sütunların boyları 3 metreye ulaşmakla beraber, tapınakta yer alan çizimlerin ise oldukça basit formlarda olduğunu görmek mümkün. Dini bir merkez olan Göbeklitepe'de, dikdörtgen şekilde iki büyük tapınak mevcut. Tapınakların yanında yer alan çukurların adaklar için açıldığı düşünülmekle beraber, Göbeklitepe'nin tüm dinlerin ve inanış modellerinin çıkış noktası olduğu da tahmin ediliyor. (Kaynak: RADİKAL/ Oktay Volkan Alkaya)
Dünyada yaygın olarak bütün bölgelerde karşımıza çıkan bir Ana Tanrıça inanışı vardır. Modern zamanlarda bile "Doğa Ana" olarak anılarak karşımıza çıkan bu küresel inancın temeli Anadolu topraklarına dayanıyor. İlk Anadolu yerleşkeleri olan höyüklerde tapılmaya başlanan bu tanrıça; çağlar boyunca Hititler, Frigyalılar gibi Anadolu uygarlıklarının yanı sıra Roma, Bizans gibi İmparatorluklar sayesinde de günümüze kadar ulaşan bir etkiye sahiptir. Göbeklitepe'nin hayvanlar ve tabiata dayalı yapısının, Kibele inancının da temelini attığı yönünde ipuçları verdiği düşünülüyor. Kökleri Göbeklitepe'ye kadar uzanan Tanrıça Kibele'nin en önemli özelliği tüm Anadolu ve çevre bölgelerde tapılan tek ortak ilahi varlık olması. Kibele'nin; Yunan mitolojisinde Artemis, Roma mitolojisinde ise Diana olarak anılmış olduğu biliniyor. Kibele'nin ruhunu barındırdığı düşünülen heykel ya da cisme karşı ibadet, etrafına toplanan insanların yüzünü ona dönmesi ve etrafında dönmesi şeklinde yapılırdı. Anadolu'dan Balkanlar, Kafkasya, İran ve Arabistan başta olmak üzere bir çok bölgeye yayılan bu ibadet şekli büyük dinlerdeki bazı ibadet şekilleriyle şaşırtıcı benzerlikler göstermiyor değil. Tartışmaya açık bir şekilde Kıble ve Kibele tanımları etimolojik açıdan aynı referansa dayanmakta olduğu yönünde tahminler yürütülüyor. Günümüz Türkçesinde güneyi gösteren bir yön anlamında kullanılan "Kıble", Arapça kökenli bir kelime ve Arapçadaki karşılıklarından biri; Sıkıntılı bir durumda yardım umularak başvurulan yer manasına geliyor. Kıble kelimesinin ilk çağlarda yapılan ticaret ve savaşlar yoluyla Anadolu'dan Arapçaya geçen bir tanımlama olduğu tahmin ediliyor. İslamiyet öncesi Arapların da tapınma modelleri Kibele'ye yapılan ibadetlerle büyük benzerlikler gösteriyor. Bir başka ilginç nokta da, Kibele'nin simgesi olan ay, İslamiyet için de önemli bir semboldür ve yine inanç ile doğrudan bağlantılıdır. Ancak bu benzerliklerin kesin bir şekilde bağlantılı olduğu yönünde henüz ispatlanmış bir sav bulunmuyor.
Hititler tarihte 1000 tanrılı devlet olarak anılırlar. Hititlerin etkileşime açık inanç sistemleri, onların hem Anadolu kökenli, hem de Anadolu dışından bir çok dine kucak açmalarını sağlıyordu. Hitit inanç sisteminde devletin ilk dönemlerinde tanrılar küçük toprakların koruyucularıydılar. Ancak devletin gücünün artması ve Anadolu da bir imparatorluk haline gelmesinden sonra tanrılar kendilerini sarayın ve devletin bekçilerine dönüştüler. Hititlerin gözünde tanrıları efendileriydi ve onlara hizmet etmek ve saygı duymak bir zorunluluktu. Bir kaç tanrı ile başlayan Hitit inanç sisteminin 1000 tanrılı bir dine dönüşmesi, Hititlerin fetih stratejilerinin bir sonucudur. Hititler topraklarını genişletmek istediklerinde, sefer düzenleyecekleri bölgelerin tanrılarını çalarak tapmaya başlarlardı. Bu durum, düşman saflarının direncini kıran bir etki yaratırdı. Aynı tanrıya tapan daha güçlü bir devletin egemenliğine insanları boyun eğdirmek Hititler için savaştan çok daha mantıklı bir çözüm yöntemiydi. İlk çok tanrılı dinlerden birini oluşturan Hitit medeniyetinde tanrılar olduğu gibi tanrıçalar ve çocuk tanrılar da inancın bir parçasıydı. Önceleri sembollerle özdeşleştirilen tanrıların, zaman içerisinde insan formunda tasvir edilmeye başlanmış olması da, Hitit dininin gelişen ve iletişime açık bir sistem olduğunun en somut kanıtlarından olarak karşımıza çıkıyor. Hitit inanç sisteminde dini bayramlar, günah çıkartma yerine geçebilecek pişmanlık duaları gibi, günümüzün en yaygın dinlerinde görülen ibadet şekilleri mevcuttu. Bu sistemli inanç modelinin; yüzyıllar boyunca Hitit İmparatorluğunun himayesinde Anadolu'da etkileşimli bir din algısının yerleşmesinde etkili olduğu, gelecek yüzyıllardaki kozmopolit yapının temellerini attığı düşünülüyor.
Kökeni Asur medeniyetine kadar dayanan bir inanç sistemine sahip olan Urartuların mitolojisinde 80'e yakın çoğunluğu erkek olmak üzere tanrısal özelliğe sahip varlık bulunmaktaydı. Urartuların kendi içine daha kapanık tapınma modellerinin temelinde Akadlar, Babiller, Sümerler ve Hititler gibi uygarlıkların tapındığı tanrılar yattığı düşünülür. Urartular bu tanrıları kendi dillerinde farklı adlarla anarak tapındıkları bir inanç modeli kurmuşlardır. Kurban kesme esasına dayalı bir ibadet sistemi olan Urartular, kesilen kurbanların kanlarının başkent Tuşpa'da toplanması için bir drenaj kanal sistemi kurduğu da bilinmekte. Urartulardaki kurban geleneği kendi çocuklarını kurban etmeye kadar varan, hatta bu kurban etme ritüelinin nasıl yapılması gerektiğini açıklayan tabletler yazılacak kadar önemli bir ibadetti. Genelde kendileri ile özdeşleştirilen hayvanların üstünde tasvir edilen Urartu tanrı ve tanrıçalarının; evreni yönetmek, gök olaylarına hükmetmek, güneşe hükmetmek, savaşlara müdahale etmek gibi özellikleri olduğuna inanırlardı.
Büyük bir Anadolu medeniyeti olan Frigyalılar'ın ana tanrıça Kibele'nin üstüne kurulmuş bir inanç sistemleri vardı. "Kybele" olarak anılan ana tanrıçaya benzer özellikler taşıyan "Matar" adında bir tanrıçaya daha tapan Frigyalılar'ın bu inanışları, modern İngilizcedeki "mother" yani anne kelimesinin kökenini oluşturduğu düşünülüyor.
Parayı bulan medeniyet olarak bilinen Lidyalılar’ın, İyonlar’ın etkisi altında kalmış bir inanç sistemleri vardı. Ana Tanrıça Kibele'yi bir ilahi varlık olarak kabul eden Lidyalıların Uzun saçlı rahiplerin hadım edildiği dinsel törenlerde, çeşitli hediyelerini Kibele’ye sundukları bıraktıkları eserlerden ortaya çıkartılan bulgular arasında yer alır. Ayrıca Lidyalılar Zeus, Apollo gibi Yunan tanrılarına da saygı gösteren iletişime açık bir inanışa sahipti.
Yunan ve Roma mitolojisinin referansı olan figürlerin temeli ilk kez M.Ö. 9. yüzyılda İyonyalı destan şairi Homeros tarafından derlenerek sistemleştirilmiş olması Anadolu'yu dinler tarihi açısından önemli yapan bir başka nokta. İyonların medeniyetinin ömrü belki çok uzun sürmedi ama Homeros'un bir dine dönüştürdüğü mitoloji, Büyük İskender'in önderliğinde Helen dünyasının dinî referans kaynağı olarak benimsendi. Balkanlardan, Anadolu'ya, Arabistan'a, Mısır'a, İran'a ve hatta Hindistan'a kadar yayılan bu inanç sistemi gittiği her bölgede insanlara ulaştı. Bir anlamda İyonların içine kapalı inanç modelleri küresel bir inanç sistemine dönüşerek mirasını geleceğe taşıdı.
Dünyadaki doğu-batı mücadelesinin temelini atan Pers-Yunan savaşlarının arasında kalan Anadolu'nun, savaşlar ve ticaret yolları üzerinden bu iki büyük medeniyetin inanç sistemlerini de barındırdığı da yadsınamaz. İki medeniyetin de işgal ordularıyla birlikte getirdikleri dinlerinin, Anadolu'da değişken bir inanç yapısının oluştuğu düşünülüyor. Bölgede egemen olan gücün inancını benimseyen ya da seferler sırasında Anadolu'ya gelip yerleşen insanlar sayesinde Anadolu'nun bir dinler arenasına dönmüş olması yadsınamaz.
Bugün Nemrut dağı olarak bilinen bölgede M.Ö. 1. yüzyılda egemen olan Antiochos adlı bir kral, büyük hedeflerle yeni bir din kurmak istemişti. Yunan ve Perslerin dinini birleştirerek bu iki medeniyetin arasında kalan bölge olan Anadolu'da herkesin inanacağı bir inanç sistemi kurmak zaten ancak Anadolu gibi bir coğrafyada hayal edilebilirdi. Kutsal kabul edilen Nemrut Dağı'na bir tapınak alanı kuran ve bugün turizmin gözbebeği heykeller yaptıran Antiochos, kendisini tanrı ilan edecek kadar idealine inanmıştı. Kısa bir dönem sürmesine rağmen, bu melez din kendisine taraftarlar buldu ve bugün karma inanç modelinin ilk inananlarının Anadolu topraklarında yaşamış olduğunu biliyoruz.
Üç büyük dinden biri olan Yahudilik, Anadolu topraklarına M.Ö. 4. yüzyılda gelmiş. Ünlü düşünür Aristo'nun Anadolu'da yaşayan Yahudilerle görüş alış verişinde bulunduğuna yönelik bulgular Yunan kaynaklarında görülebiliyor. Anadolu'nun ilk Yahudileri Milet, Foça, Bursa, Ankara gibi yerleşim bölgelerinde inançlarını yaymışlar. Hatta Ankara civarında bir bronz sütun üstünde Roma İmparatoru Agustus'un Anadolu'daki Yahudilere tanıdığı haklar bile yazılıdır. Yahudilerin Anadolu'ya ikinci büyük yayılma dönemleri ise yüzyıllar sonra Osmanlı Devleti'nin himayesinde gerçekleşmiş. Avrupa'da kendilerine uygulanan baskı ve zulümden kaçan Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu kucak açtığını ve haklar tanınmış olduğunu hepimiz tarih derslerimizden hatırlıyoruz. Bu dönemde 150.000'den fazla Yahudinin Osmanlı'ya sığınarak Anadolu'ya yayıldıkları düşünülüyor.
Romalılar modern İngilizcedeki "religion" yani din kelimesinin kökeni olan Latince "religare" ve "religio" anlamına gelen "bağlanmak" adı altında, İyonların kurduğu mitolojik temele dayanan bir inanç sistemine sahipti. Anadolu'yu işgal ettiklerinde bu inançlarını da beraberlerinde getirdiler. Aynı Yunan ve Pers imparatorluklarının yaptığı gibi bölgenin insanlarını etki altına aldılar. Ancak bölgenin baskın dini karakterlerinin etkisi altında kalan Romalılar, Kibele gibi kökeni Anadolu olan bir çok yerel inanışa kucak açmak zorunda kaldılar ve bu etkileşimli din modeli Mısır'da da uygulamak zorunda kaldıkları bir sisteme dönüştü.
Anadolu hiç şüphesiz Hristiyanlık için çok önemli bir bölgedir. İlk dönemlerinde Roma ve Yahudi baskısı ile Kudüs çevresinde İsa'nın çarmıha gerilmesiyle yok olma noktasına gelen Hristiyanlığın temeli Anadolu'da atılmış olduğunu biliniyor. Aziz Pavlus'un ilk yedi kiliseyi kurduğu Ege bölgesinde yer alan Antik Efes, Yuhanna ve Hz. Meryem'e de ev sahipliği yapmasıyla meşhur. Bunun yanı sıra Kapadokya yine Hristiyanlar için önemli bir sığınak görevi görmüş kutsal kabul edilen noktalardan biri . Hatay bugün hala Hristiyanların hac ibadetleri için geldiği bir bölgedir. Hepsinin yanı sıra modern Hristiyanlık, Roma İmparatoru Konstantin'in himayesinde İznik'te toplanan bir konsülde Roma'nın resmi dini olarak kabul edildiğinden, bu dinin gerçek temellerinin Anadolu'da atıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu konsülde, Yunan ve Roma mitolojisindeki bir çok karakter Hristiyanlık dininde barınacak şekilde simgeleştirilmiştir. Bölgenin kozmopolit inanç yapısı bu şekilde bir karar alınmasında önemli rol oynamıştır. Örnek olarak mitolojik Zeus karakterinin tasviri modern Hristiyanlık eserlerindeki Tanrı tasviri ile aynıdır. En meşhur örneği Michalangelo'nun, Sistine Şapeli'nde yer alan "Ademin yaratılışı" adlı çizimidir. Bugün Anadolu'da Katolik ve Protestanların yanı sıra Keldani, Süryani gibi Hristiyanlık mezheplerine bağlı inananlar yaşamakta.
Müslümanlık Anadolu'ya Arap ve Türkler'in düzenledikleri seferler sayesinde gelmiş ve yerleşmiş bir dindir. Özellikle 1071'de Selçuklular'ın Malazgirt zaferi ile hızlı bir şekilde Bizans topraklarında egemen olmaya başlayan İslam dini için Anadolu, Osmanlı döneminde bir çok inanışla barışık bir şekilde yayılışını sürdürmüş olması açısından son derece önemli bir coğrafyadır. İslam özellikle Osmanlı döneminde Anadolu'da kültürel ve mimari açıdan yeniden şekillenmiştir. Aya Sofya'nın fethi ile bildiğimiz anlamdaki Cami mimarisinin temeli atılmıştır. Osmanlı'nın sistematik yayılma politikası sayesinde Balkanlardan, Karadeniz çevresine, Akdeniz'in tüm kıyılarına ve tüm Avrupa'ya İslam'ın Anadolu kültürüyle birlikte yayılmıştır. İslam dini diğer dinler ve kültürlerle iletişime en etkin şekilde Anadolu topraklarında geçmiştir. Bugün bazı araştırmalara göre Anadolu'da yaşayan nüfusun %90'dan fazlası Müslümandır. Sünni, Alevi ve Şii gibi farklı mezhepler altında Müslümanlığa inanan nüfusun bu büyük kesimi, Anadolu'daki inanç sistemlerinin gelmiş geçmiş en homojen yapısını oluşturmaktadır.
Türklerin Anadolu'ya sadece Müslümanlığı değil, beraberlerinde, ilk çağlardan beri kültürlerinin bir parçası olan Şamanizmin izlerini de taşımış oldukları bilinir. Bugün Anadolu'da farkında olmadan insanlar, şamanist kökenli ritüelleri yerine getirmektedir. Kırklama, gidenin ardından su dökmek, dilek ağacına çaput bağlamak, türbe ziyaretleri, lahusadaki kadınların başına kırmızı kurdale takmak, 40 gün 40 gece düğün, 40'ı çıkması, çeşitli sebeplerden dilek tutmak gibi bir çok ritüelin şamanizm kökenli inanışlar olduğu düşünülmekte. Bunun yanı sıra hayat ağacı olarak bilinen figürleri taşıyan kilimler, nazar boncuğu gibi semboller de yine Türklerin Anadolu'ya taşıdığı ve yüzyıllar boyunca bu topraklarda barındırılmış bir inanç sisteminin parçası olduğu dile getirilir. Özellikle Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde, doğudan getirilen Türkler'in oluşturduğu kalabalık Şamanist obalar Anadoluda göçebe bir hayat sürmüş ve inançlarını taşımışlardır. Popüler kültürde Ezel Akay'ın çektiği "Hacıvat Karagöz Neden Öldürüldü?" filminde, Karagöz karakterinin ve annesinin şamanist olması şeklinde yansımaları görülebilen bu inanç sistemi de Anadolu'daki kozmopolit inanç yapısının farklı bir değeri olarak dikkat çeker.
Ezidiler; İslam sufiliğinin, Zerdüştlük ve Antik Mezepotamya uygarlıklarının inanışlarının karması bir inanışa sahiplerdir. Dördüncü Emevi Halifesi'nin soyundan gelen Şeh Adi bin Musafir'ın temellerini attığı bu dine inananlar, Kürt dilindeki Ezda ve Xweda kelimelerinden türediği tahmin edilen Ezidi adıyla anılır. Tanrının sadece yaratıcı rolünde olduğu bu inanışta, Melek Tavus adında Tavuskuşu ile simgelenen bir "düşmüş melek" ibadet için aracı konumundadır. Melek Tavus, Tanrıya isyan etmiş ve cezalandırılmış bir ilahi varlık olarak hem melek hem de şeytan özellikleri taşımaktadır. Bu sebeple Yezidilerin direkt şeytana taptıklarına yönelik de bir yanlış inanış söz konusudur. Meshaf Reş ve Kitab el Celve adında İki kutsal kitabı olan Ezidiler, Anadolu'da Güneydoğu bölgesinde 1980'e kadar 20.000 civarında büyük bir nüfusla yer alıyorlardı. 12 Eylül döneminde gördükleri baskılardan Avrupa'ya kaçan Ezidilerin bugün ancak 200 kişilik bir nüfusa sahip olduğu düşünülüyor.
Çeşitli araştırmalara göre bugün Anadolu'da yaşayanların 40.000 Budist, 728 Hindu inancına sahip. Bunların büyük kısmı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yaşamakta. 2012 yılında hazırlanan bir rapora göre de Anadolu topraklarındaki nüfusun %2'si kendisini ateist olarak tanımlıyor. Yine %2'lik bir çoğunluk inançları konusunda kararsızken, 2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre ise Anadolu'da yaşayan insanların %94'ü tek bir tanrının varlığına kesin olarak inanmakta. Dünya tarihi gibi dinler tarihi de Anadolu toprakları olmaksızın asla bugünkü haliyle anılamazdı. Çağlar boyunca, üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada kendine taraftarlar bulmuş bu inanışların hepsi bizim kültürel mirasımızın bir parçasıdır. Farkında olmadan sosyal hayatımızda yaptığımız, dile getirdiğimiz, düşündüğümüz her şeyin içinde hepsinden birer parça taşıyoruz. Bu inanışların yarattığı kozmopolit kültürü gelecek nesillere de taşımak üzerimize düşen önemli bir görev. Barışın egemen olmasını dilediğimiz bu coğrafyada tüm inanışlara hoşgörüyle bakmak, bölgedeki konumumuz açısından son derece önem taşıyor, çünkü tüm dinlere ev sahipliği yapmış bir coğrafyanın 80 milyon nüfuslu yegane mirasçılarıyız.