17 Ocak 2024

Tayvan seçimleri

Tayvan üzerindeki ABD-Çin çekişmesi kontrol edilemezse, dünya Ukrayna veya Orta Doğu krizlerinden daha tehlikeli şekilde kendini bir nükleer savaşın eşiğinde bulabilir

Bu hafta sonu Tayvan'da çok önemli seçimler yapıldı. Tayvanlılar ülkenin yeni cumhurbaşkanını ve parlamento üyelerini seçmek için sandık başına gittiler. Tayvan'ın Çin'den ayrı bir devlet olarak var olma mücadelesi veren Demokratik İlerici Parti'nin (DPP) adayı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Lai Ching-te (William) Pekin'den gelen tüm baskı, tehdit ve müdahalelere rağmen geçerli oyların yüzde kırkını alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak iktidar partisi DPP bu kez parlamentodaki çoğunluğunu kaybederek bir sandalye farkla ikinci konuma düştü. Parlamento'da oluşan yeni kompozisyonun Lai'nin elini bağlayacak olmasına rağmen söz konusu sonuçlar Çin'de tepkiyle karşılandı. Çin'den bağımsız ayrı bir devlet olarak var olma siyaseti izleyen DPP'nin Tayvan'ın kısa demokrasi tarihinde üç seçimdir art arda iktidar koltuğunu elde etmesi, Çin'in bu ülkeye karşı sertlik politikasını kamçılayacak ve kuşkusuz bölgede olduğu kadar dünyadaki gerilimleri artıracaktır.

Çin şu anda Tayvan'a vereceği tepkinin ölçüsünü hesaplamakla meşgul. Çin'in ABD ile yeniden bir diyalog sürecine girmişken Tayvan üzerindeki baskıyı ne kadar artıracağı henüz bilinmiyor. Ancak şimdiye kadar yapılan açıklamalar ve Tayvan yönünde gönderilen casus balonları (bir tanesi ABD üzerinde düşürülmüştü) Çin'in durumdan hiç de memnun olmadığını gösteriyor. ÇHC-Tayvan arasındaki ilişkilerin kaderi yeni Tayvan Cumhurbaşkanının izleyeceği politikalara da bağlı olacak. Mayıs ayında görevine başlayacak olan Lai şimdiki Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen'den daha katı bağımsızlıkçı politikalar savunmakla tanınıyor.

Tayvan'daki seçimler Türkiye'nin travmalı iç ve dış gündemi nedeniyle yeterince takip edilemedi. Ama Tayvan'ı iyi izlemek gerekiyor. Zira Tayvan'daki gelişmeler global güçler dengesinin belirlenmesi bakımından çok önemli. Tayvan üzerindeki ABD-Çin çekişmesi kontrol edilemezse, dünya Ukrayna veya Orta Doğu krizlerinden daha tehlikeli şekilde kendini bir nükleer savaşın eşiğinde bulabilir. 

Tayvan'da bugünkü yönetim İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan Çin iç savaşından miras kaldı. 1911'de Sun Yat Sen tarafından üç bin yıllık Çin İmparatorluğunun külleri üzerine kurulan Çin Cumhuriyeti kuruluşundan kısa süre sonra Japonya'nın saldırısına uğradı ve topraklarının önemli bir kısmı İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Japon işgali altında kaldı. Japonya'nın 1945 yılında mağlup olup Çin'den çekilmesinden sonra, her ikisi de hem birbirlerine karşı hem de işgale karşı mücadele eden Çin Cumhuriyeti lideri General Chiang Kai-shek'in önderliğindeki milliyetçi güçler ile Mao Zedung'un önderliğindeki Çin Halk Kurtuluş Ordusu arasında kanlı bir hesaplaşma yaşandı. İç savaş 1949 yılında Mao'nun galibiyeti ile sonuçlanınca Chiang Kai-shek güçlerini Çin'den 180 km uzaktaki Tayvan adasına taşıyarak burada Çin Cumhuriyeti olarak Çin'in tek legal temsilcisi olduğu iddiasını sürdürdü. Çin Halk Cumhuriyeti ise Tayvan'ı hep anavatana isyan etmiş güçlerin işgali altında bulunan ve bir gün birleşeceği bir vatan parçası olarak gördü.

ABD liderliğindeki batılı ülkeler baştan Çin'in legal temsilcisi olarak Tayvan'daki Çin Cumhuriyeti'ni tanıdılar. Türkiye de aynı şekilde davrandı. Çin Cumhuriyeti BM kurulduktan sonra galip devlet sıfatıyla BM Güvenlik Konseyi'nde daimi üye olarak temsil edildi. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti'nin uluslararası ağırlığının artmasıyla batılı devletler 1971 yılında ÇHC'ni Çin'in yegane temsilcisi olarak tanımak zorunda kaldılar ve Tayvan'la diplomatik ilişkilerini kopardılar. Tayvan BM üyeliğinden de çıkarıldı. Çin'le batının yakınlaşmasının mimarı geçenlerde yüz yaşında hayatını kaybeden ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'di. Çin Halk Cumhuriyeti'ne rağmen halen Tayvan'la diplomatik ilişkisi bulunan devletlerin çoğu Tayvan'dan ekonomik yardım alan küçük ada devletleri ve sayıları sürekli azalıyor. Şu anda Vatikan dahil Tayvan'ı tanıyan devletlerin sayısı sadece oniki. Buna rağmen Türkiye dahil çok sayıda ülke Tayvan'ın başkenti Taipei'de ticaret müşavirlikleri veya irtibat büroları bulundurarak örtülü biçimde Tayvan'la ilişkilerini sürdürüyorlar.

Çin kendi topraklarının bir parçası olduğu gerekçesiyle Tayvan isminin dahi bu ada devleti için kullanılmasına tepki gösteriyor. Tayvan bu yüzden uluslararası toplantılarda veya olimpiyatlarda başkentinin ismiyle (Chinese Taipei) temsil edilebiliyor.

23 milyon nüfuslu Tayvan 1949 yılından 1990'ların sonuna kadar Chiang Kai-shek'in partisi Kuomintang (KMT) tarafından demir yumrukla yönetildi. Ancak tıpkı Güney Kore'de olduğu gibi, bu ülkede de diktatörlük rejimi altında sanayi devrimi gerçekleşti (Tayvan Mucizesi - Güney Kore'de Han Nehri Mucizesi). 1990'ların sonundan itibaren ülkede refah düzeyinin artmasına paralel olarak demokrasi kök salmaya başladı ve teknolojik atılımlar gerçekleşti. Benzer bir yol Güney Kore'de de izlendi. 32 bin Dolar kişi başına ulusal geliri ve 750 milyar dolar GSMH ile Tayvan şu anda dünyanın 20nci büyük ekonomisi. Güney Kore ise dünyanın 10nucu büyük ekonomisi. Tayvan dünyanın en büyük mikroçip üreticilerinden biri olarak global ekonomide vaz geçilmez bir yere sahip.

Şimdiki iktidar partisi DPP 2000 yılında cumhurbaşkanlığını kazanarak ülkede ilk kez iktidar değişikliğini gerçekleştirdi. Tayvan'da halen güçler ayrılığı prensibine dayalı çok partili bir başkanlık rejimi mevcut. Cumhurbaşkanı tek turlu seçimlerle en fazla dört yıllık iki dönem için seçilebiliyor. Cumhurbaşkanı Başbakanı ve hükümet üyelerini atıyor. Bunların parlamentodan güven oyu alması gerekmiyor. Ülkede güçler ayrılığına dayalı denge denetim mekanizmaları iyi işlediği için bizde yaşanan sorunların Tayvan'da yaşanması olası değil. Tayvan uzak doğudaki en demokratik ülkelerden biri sayılıyor. Görevine Mayıs ayında başlayacak olan şimdiki Cumhurbaşkan Yardımcısı Lai oyların yüzde 40'ını alarak seçilmiş olmakla beraber, parlamentoda uzlaşı aramak zorunda kalacak. Lia'nin partisi DPP'nin liderliğindeki "Yeşil Koalisyon"un yasa çıkarmak için parlamentoda ana muhalefet partisi KMT'ın liderliğini yaptığı "Mavi Koalisyon" ile işbirliği yapması gerekecek.

KMT, Çin'den bağımsız bir Tayvan siyaseti izleyen DPP'den farklı olarak baştan itibaren birleşme siyasetini benimsemiş bir parti. KMT'ın Çin Komünist Partisi'nden farkı, birleşmenin "Çin Cumhuriyeti" bayrağı altında gerçekleşmesini istemesi. Ancak her iki parti de sonuç olarak farklı anlayışlarla "Tek Çin" siyasetine bağlılar. KMT iktidardayken, Deng Xio-ping'in ekonomik açılım politikalarına bağlı olarak ÇHC ile Tayvan arasındaki ilişkiler canlanmış, Çin'de önemli Tayvan yaptırımları gerçekleşmiş, iki ülke arasında uçuşlar artmış ve sosyal temaslar gelişmeye başlamıştı. KMT'ı cesaretlendiren Çin'in Hong Kong'da "Tek Devlet, İki Sistem" sözünü vermiş olmasıydı.

Ancak Pekin'de iplerin Xi Jing-Ping'in eline geçmesinden beri durum değişti. Ülkeyi daha merkeziyetçi ve sert bir anlayışla yöneten Xi'nin izlediği politikalar Tayvan'da ÇHC'ne karşı kuşku ve endişelerin artmasına neden oldu.

Son üç seçimdir cumhurbaşkanlığını kazanan DPP "Tek Çin" anlayışını baştan itibaren reddediyor, iki ülkenin kendi yollarında ilerlemesini istiyor. Çin'in Hong Kong'da verdiği sözleri tutmayarak buradaki siyasi ve sosyal özgürlükleri yok etmesi DPP'nin ÇHC'yle ilgili kuşkularını iyice pekiştirdi. Xi'nin Tayvan'la birleşmeyi kendi parti genel sekreterliği döneminde (kendi ömrü süresince anlamına geliyor) sonuçlandırılması gereken şahsi hedef haline getirmesi ve birleşme için gerekirse askeri seçeneğe de başvurulabileceğine ilişkin bir parti kararı aldırması Tayvan'daki endişeleri daha da arttırdı. Son sekiz yıldır ülkeyi yöneten Bayan Tsai Ing-wen döneminde Tayvan üzerindeki Çin baskısı yoğunlaşırken iki ülke ilişkilerinde gerilemeler yaşandı. Yatırımlar, ikili ticaret ve temaslar azaldı, askeri baskılar arttı. Ancak Bayan Tsai geri adım atmadı. Çin'in Tayvan'ın egemeliğine saygı göstermesi gerektiğini belirterek, ÇHC ile Tayvan arasındaki ilişkilerin ancak eşitlik temelinde mümkün olabileceğini sık sık dile getirdi. Buna rağmen Tayvan'ın Çin'den bağımsızlığını telaffuz etmeyerek Pekin'i daha fazla kışkırtmamaya da özen gösterdi.

2022 yılında ABD Temsilciler Meclisi eski Başkanı Nancy Pelosi'nin görevi bırakmadan önce Tayvan'a yaptığı ziyaret iki ülke arasında ipleri kopma noktasına getirdi. Tayvan'la üçüncü devletler arasında yapılan her türlü normal teması egemenlik haklarının yasadışı şekilde ihlali olarak gören ÇHC bu ziyaretin akabinde tepkisini yoğun askeri operasyonlar ve tatbikatlar başlatarak gösterdi. ÇHC Tayvan yönünde bir düzine kadar balistik füze fırlattı, donanma ve hava kuvvetlerini ile Tayvan karasularını ve hava sahasını ihlal ederek Tayvan'ı tehdit etti. Bu tacizler sayısı azalsa da halen devam ediyor. O dönemde ABD sözcüleri Nancy Pelosi'nin ziyaretinin ABD'nin resmi pozisyonu etkilemediğini açıklasalar da, Joe Biden Tayvan'ın bir saldırıya uğraması halinde ABD'nin yardıma geleceğini ifade etti. Sonradan Biden'ın sözü resmi temsilciler tarafından tevil edilmeye çalışılsa da ok yaydan çıktı bir kere. Oysa ABD'nin resmi Tayvan politikası "stratejik muğlaklık" olarak tanımlanıyor. ABD Tayvan konusunda sonu nükleer bir savaşla bitecek askeri bir çatışmaya dahil olup olmayacağı hususunu muğlak bırakarak Çin'in hesabını iyi yapmasını sağlamak istiyordu.

ABD son yıllarda Çin'i Hint Pasifik bölgesinde bir dizi koalisyonla çevrelemeye çalışırken Tayvan'ı Çin'in karşısında yalnız bırakamaz. Böylesi bir tutum Hint Pasifik bölgesinde son yıllarda kurulan AUKUS ve QUAD koalisyonlarının ve Güney Kore ve Japonya ile güçlendirilen askeri ittifakların mantığına ters düşer. Ukrayna'da ve Orta-Doğu'da cereyan eden krizler giderek derinleşirken ABD'nin önündeki seçenekler azalıyor. ABD'nin devlet politikası Hint-Pasifik bölgesi üzerine yoğunlaşmasını gerektirse de, Ukrayna'nın Rusya'dan veya İsrail'in İran'dan gelecek yaşamsal (nükleer) bir saldırıya uğraması halinde, ABD'nin manevra alanı kalmayacak. 

Umalım her üç bölgede de dünya barışını daha fazla tehdit altında bırakacak yeni tırmanmalar yaşanmaz.

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi Arslan Hanak Okçal, Bingazi ve Münster Başkonsolosluğu, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliğinde değişik görevlerde bulundu.

Gümülcine'de Başkonsolosluk, Nijerya, Makedonya ve Güney Kore'de Büyükelçilik yaptı.

Merkezdeki son görevi Balkanlar ve Orta Avrupa Genel Müdürlüğüydü. 2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Yazarın Diğer Yazıları

Putin'in Çin ziyareti ve çok kutuplu dünyada Amerika-Çin ittifakları

ABD, Çin'i Hint-Pasifik bölgesinde çevrelemeye çalışırken, Çin'in buna yanıtı yanına Rusya'yı almak oldu. Bu bölgede onların yanında, adı konulmamış olsa da Kuzey Kore var. Bu tehlikeli bir gidişat

Makedonya'nın isim sorununda başa mı dönülüyor?

Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Gordana Siljanovska-Davkova resmi yemin töreninde ülkenin anayasal ismi olan Kuzey Makedonya yerine sadece "Makedonya" ifadesini kullanınca Yunanistan'da ve AB'de kaşlar kalktı. Kuzey Makedonya makamlarını uyaran açıklamalar birbiri ardına geldi

Çin lideri Xi, beş yıl aradan sonra Avrupa’yı ziyaret ediyor

AB Çin’i ekonomik işbirliği partneri olarak kabul etse de aynı zamanda “sistemik bir hasım” olarak görüyor. Çin’in Avrupa’daki bir çok ekonomik faaliyetine tereddütle yaklaşılıyor. AB, birlik olarak uzak dururken sadece münferit üye ülkeler “Kuşak ve Yol Girişimi”ne (BRI) dahil oldular...