29 Nisan 2024

Vietnam-Gazze

Bugün 1968 ile kıyaslamalar yapılmakta. Vietnam Savaşı’na karşı çıkan bağımsızlık ve barış yanlısı göstericiler dünyada “Amerikan Emperyalizmine” karşı tavrı belirliyordu.  Ama bugün bu durum sanki “epsitemolojik bir kopuşun" göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündürtüyor insana.

Son günlerde üniversite kampüslerinde, Gazze ile dayanışma için yükselen sesler ABD’de bir yandan, Fransa’da Paris’te diğer yandan yankı yapmakta. Gazze üzerine yapılan protestoların “Vietnam sendromuna” benzemekte olduğu söylenmekte. ABD’de, Columbia Üniversite’sinde, İsrail’in Gazze’deki şiddetini protesto edenler ile Hamas’ın elinde tuttuğu İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için protesto edenler karşılıklı olarak üniversitenin önünde seslerini yükseltmekte. 

Vietnam Savaşı’nı anımsattığı ileri sürülen bu protestolar küreselleşmiş vaziyette. Bir yandan bu saptama doğru gibi duruyor; çünkü öğrencilerin hayat şartlarını, ırkçılığı, kadınlara karşı şiddeti, yerleşmiş sermayeyi, beyaz ve erkek hakimiyetini eleştirmeye başladığı bir dönemdeyiz. Öğrenciler ve sol “itici ve birleştirici” gücü bu alanda bulmuş gözüküyor. Bu protesto eylemleri son üç dört senedir Fransa’da “İslamcı solcu” kavramını ortaya çıkarmıştı ve Gazze buna eklemlendi. Sol bu alanı keşfederek, kendi direnme ve güçlenme imkanlarının arayışı içine girdi. ABD’de de Columbia Üniversitesi merkezli ve diğer üniversitelere (Harward, Yale vb.) yayılan ve Fransa’da Paris Siyasal Bilgiler’i de içine çeken bu protestolar (öğrenciler boykotu kuvvetlendirmek için içeriye girişi bloke ettiler) kurulan çadırlarla görünür kılınmakta.

Ama diğer yandan bugünkü protestolar “68 hareketi” ile bir fark ortaya çıkarmakta. 68 Fransa’da erkek ve kızların Nanterre Üniversitesi’ndeki yatakhanelerin ayrı olmasına protesto olarak başladı. Erkek ve kızlar, Katolik gelenekten gelen ayrımcılığa karşı çıkarak “özgür sevişme” sloganlarını sarf etmeye başlamıştı. Kadın hareketi hemen bunun arkasından gelmişti. Döneme “cinsel özgürlük” dönemi olarak bakılmaktaydı. Burjuva veya orta sınıf ve alt sınıflar dini Katolik değerlere karşı çıkarak daha özgür ve serbest yaşamı arzuluyorlardı. Öğrenciler Latince ağırlıklı bir eğitim sistemine karşı hareket etmişlerdi. Felsefe bölümlerinde de tedrisattan Latince dersleri kaldırıldı.  Orta Çağ’dan modern çağlara kadar giden bir eğitim sistemi bilgisi arkada bırakılmaya başlandı. ABD ise daha çok Vietnam Savaşı’nı yaşayan bir ülke olarak protestolar Vietnam üzerine odaklanmaktaydı.

Vietnam Savaşı'nın simgesi "Napalm Kızı" fotoğrafı

Bugün 1968 ile kıyaslamalar yapılmakta. Vietnam Savaşı’na karşı çıkan bağımsızlık ve barış yanlısı göstericiler dünyada “Amerikan Emperyalizmine” karşı tavrı belirliyordu.  Ama bugün bu durum sanki “epsitemolojik bir kopuşun" göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündürtüyor insana.

“68” özgürlükçü ve libertendi. Bugün kapanan ve düşünce ve sanatın serbestleşemediği bir dünyaya giriyoruz. Bataille, Blanchot, Foucault, Barthes gibi filozofların Sade’dan gelen "yasak-aşıcı", transgresif alanları kapatılmakta. "Saygı ve karşı tarafları anlama" ideolojisini geri getirmekte. Bu vaziyet 68’de Batı dünyasındaki aşırı sola ait değildi. O dönem aşırı sol özgürlükçü ve ihlalciydi. Her ne kadar Filistin ile dayanışma söz konusu olsa bile Orta Doğu Müslüman özgürlüğü hareketiyle Avrupalı ve Amerikalı cinsel özgürlük taraftarı gençler dini değerlere karşı duyarsızdı. Daha önce 1950lerin sonuna doğru Cezayir bağımsızlık hareketi de "dini değerlere" dayanmayı tercih etmişti. Ama, yine de içinde yaşanan dönem sekülerdi.  Sonra ise, dünya başka bir rüzgâra kapıldı. İran bunun başarılı örneği oldu. Dini olarak modern bir devrim yapılabileceğini göstermişti, tıpkı Sovyetler Birliğindeki 1917 proletarya devrimi veya sonra Mao’nun 1949 köylü öznelliğindeki devrimi gibi.

Fakat, bugün bambaşka bir dünyada yaşamaktayız.  Eski İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu dünyaya 1955’te eklemlenen Endonezya’daki Bandung ve sonrasındaki Havana konferanslarında "umut" olan Bağlantısızlar (bunlar Üçüncü Dünya olarak zengin ülkeler değildiler) var oldular. İki kutuplu sosyalist ve kapitalist olarak adlandırılan bir dünya içinden geçildi. Bu sırada Fransız Hindiçin felaketinden (1946-1954) sonra, Amerikan Vietnam felaketi (1955-1975) başladı. Vietnam Savaşı’nın bittiğini manşetten veren Akşam gazetesinin ana sayfası, lise talebesi olduğum sırada hiç aklımdan çıkmadı. Hafızama kazınmıştı.  Bu dünya “Bağımsızlıkların” yaşandığı “post kolonyal” dünyaydı, “soğuk harpti" ve kamu nezdinde de "umut” ve "Sosyalizme” doğru gidecek olan bir inanç her yerde vardı.

Gazze

Bugün geleceği oldukça muğlak bir dünyadayız. Sadece umudu bir "mutluluk ödüncü" olarak kullanabiliyoruz. Direnme her zaman dikkat çekicidir ve umudu besler; çünkü iktidardan önce hep direnme vardır. Bugün de bunun işaretleri belki de yaşanmaktadır? Neo-liberal ekonomi transnasyonel sermayeyi dünyasallaştırdığından beri, sadece "yatan bir Kapital" den ve işlemeyen bir kapitalizmden başka bir şey kalmadı. "Dördüncü Dünya" olan Batı merkezleri de fakirleşmiş vaziyette. Yüzde 1’lik yatay gelişen bir zenginlerin dünyasında (Batı veya Batı-dışı Küresel Güney) hep beraber transnasyonel ortak fakirleşmiş yapıyı solumaktayız. Dekolonyal söylem ve aktiviteler çok haklı mücadelelerini "kimlikler" üzerine yerleştirdiğinden beri de mücadele açık ve örtük olarak sürmekte. Birlikte yaşama imkanları da bu ekonomik krizde imkansızlaşmış vaziyette.  Aşırı sağcılaşan dünya solu çok gerilerde bırakmakta. Gençler daha kimlikçi daha aşırı sağcılaşmaktalar tuhaf bir şekilde. 

“68 dünyasından” çok ayrı bir yerdeyiz. Her yerde! Ne yazık ki! Söz konusu vaziyete bir de dini, ırksal ve etnik kimlikler ve de beraberinde "Allah-ü Ekber" veya "Şabat duaları" yerleştiğinde artık Guattari'nin deyimiyle "arkaizmler" direnme odağı haline geldiğinde, "açılan" değil "kapanan" kimliklere saplandık. Gerçi denebilir ki Malcolm X de Müslümandı (İslam Milleti); ama bu, dünyanın başka bir epistemesindeydi. İran devrimi ve bilhassa Taliban ve Daeş öncesiydi...

Bugün bu yeni epistemenin içinde olduğumuzu görmekteyiz.  Zor günler yaşıyoruz hem pratikte hem de teorik olarak. Bizim açılımlarımız ise “daha uzaklara” bakmak durumunda sanırım.

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır