28 Aralık 2017

Türk faşizminin niteliksel dönüşümü

Faşizmin klasik sac ayağı kurulmuş durumda; dinle milliyetçilik birleşti, el değiştiren sermaye de yanlarında

Son günlerdeki gelişmeler ve yeni KHK, 20 Ocak 2016 tarihinde yayınlamış olduğum bir yazıyı aklıma getirdi. Bir bölümünü tekrar paylaşmak istedim.

‘’Bu kadar acı içinde duygularımız, düşüncelerimizi bastırsa bile, elden geldiğince serinkanlı bir değerlendirme yapmak zorundayız.

Özellikle bizim kuşağın ömrü askeri darbelerle, cezaevleriyle, sistemli işkencelerle, faili meçhullerde kaybettiğimiz dostlarla, sürgünlerle geçti. Demokrasinin önündeki en büyük engel orduydu. Ne var ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı darbeleri, dünyanın başka ülkelerindeki darbelerle karşılaştırdığımızda tuhaf bir ayrım dikkatimizi çekerdi. İspanya, Portekiz başta olmak üzere birçok ülkede iktidara gelen asker, on yıllar boyunca faşist rejimini sürdürüyordu. Güney Amerika ülkelerinin çoğunda da böyleydi durum. Oysa Türkiye’de askerler daha idareye el koydukları gün, bir iki yıl içinde gideceklerinin sözünü veriyor, ortalığı düzeltmeye geldiklerini ve iktidarı en kısa zamanda tekrar sivillere bırakacaklarını söylüyorlardı. Hatta darbeleri açıklarken Beethoven’in ‘Kader Senfonisi’ eşliğinde hafif mahçup ve ürkek bir tavır takınıyorlardı. Franco’nun, Salazar’ın, Pinochet’nin tavrı bu değildi.

Gerçekten de askerler açık darbe modelini çok fazla sürdüremediler. Gerçi 12 Eylül’ün ardından olduğu gibi ‘Askeri idareye son verildi’ dedikten sonra bile kurum, kural ve zihniyetleriyle ülkenin siyasal yaşamını etkilemeye devam ettiler ama diğer darbe ülkelerindeki gibi apoletler görünmedi ortalıkta.

Bu olguyu düşünürken gözümün önüne hep Yunanistan Albaylar Cuntası’nın cakalı yürüyüşü sırasında hemen yanlarında yer alan, ellerindeki buhurdanlığı sallayarak askerleri takdis eden Ortodoks din adamları gelir.

Faşizm bir sac ayağına dayanıyordu oralarda: Silah, sermaye ve din. Kısacası ordu darbe yaptığı zaman hem milliyetçilikten, hem dinden hem de büyük sermayeden destek alıyordu. Bu yüzden dikta rejimleri daha uzun sürüyordu.

Türkiye’de ise faşizmin üçlü dayanağının bir ayağı eksikti. Ordu ve büyük sermaye, milliyetçi reflekslerde birleşiyordu ama ordunun laik geleneği dolayısıyla din kurumu bu dayanışmanın dışında kalıyordu (Hatta laik rejim öncesinde, 31 Mart isyanını ve Hareket Ordusu’nu hatırlamak bile bu geleneğin varlığını kabul etmek için yeterli). Gerçi askerler dine her zaman sempatiyle bakıyor, hatta Soğuk Savaş yıllarında bir numaralı düşman olarak gördükleri sola karşı, ‘Tesbih çeken el, tetik çeken elden iyidir’ diyerek  dincileri destekliyorlardı, imam hatip okullarının açılışına hız veriyorlardı ama yine de bu, üstü örtülü bir destek biçiminde kalıyordu.

Bugün ise niteliksel dönüşüm kendini bu noktada gösteriyor. Faşizmin klasik sac ayağı kurulmuş durumda. Dinle milliyetçilik birleşti. El değiştiren sermaye de yanlarında. Dolayısıyla bu sefer, insan haklarını ve demokrasiyi ayakları altında çiğneyen faşizmin daha uzun süreli olması  ihtimal dahilinde.

Üstelik kendi değerler sistemine ihanet ettiği için, buna karşı çıkacak bir ‘Batı’ da yok ortalarda.

Yine de umutsuzluğa gerek yok: Her faşizm yıkılmaya mahkumdur ama ne yazık ki çekilen acılar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.’’

 

 


 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mihail Sergeyeviç Gorbaçov

Ne kadar güçlü olursa olsun, bir tek kişi, Kızıl Ordu’ya, Komünist Partisi’ne ve köklü Sovyet sistemine rağmen ülkenin sonunu getirmiş olabilir miydi?

Altay Cengizer'in açık mektubuna cevap

Kitabı eleştirin, yararlanırım ama ekranlarda tartışanların çoğu gibi doğrudan doğruya kişiye saldırma ve onu küçük düşürmeye çalışma yolunu seçmişsiniz. Tam bir şark taktiği. Ayrıca öfkelisiniz, sakin olun, bir kitap üzerine tartışabiliriz tabii ama bu sinirli ton iyi bir şey değil

Oya Baydar için...

Yıllardır ezilenlerden yana tavır almış, bu yüzden bedeller ödese de ideolojik ve tarihsel saplantılara kapılmadan "insan"ı ve haklarını merkeze alan anlayışla unutulmaz bir örnek oluşturmuştur