31 Ocak 2015

Ortaöğretimde değerler eğitimi üstüne (2)

Hırsızlığın, köşe dönücülüğün, adam kayırmanın, yalan-dolanın geçerli olduğu bir ortamda 'değer' eğitimi filan veremezsiniz

 Geçen yazımda değer kavramı ve değer içeren önermelerin yapıları gereği sahip oldukları özellikler üzerinde durmuştum. Geldiğim noktada ulaştığım sonuç şuydu: Ortaöğretim kurumarında değer eğitimi verilecekse, bunun biçimi ve içeriği üzerinde uzun uzun düşünülmeli ve tartışılmalıydı.

Bu yazıda, değerler eğitiminin başladığı 2010 yılından bu yana uygulamada neler yapıldığı, yazın yapılan 19. Şura kararlarıyla neler yapılmak istendiğinden ve son olarak da, okullarda değer eğitimine nasıl baktığımdan söz edeceğim.

 

Nereden çıktı?

 

Dünyada değerler eğitimi 1995 yılı tarihli, Birleşmiş Milletlerin 50. Yılıl kutlamaları çerçevesinde ortaya çıkan bir projeye dayanıyor. UNESCO destekli bu projenin adı, “Yaşayan Değerler Eğitimi Projesi.” Projenin adına “Yaşayan değerler” deniyor ama, aslında temel hareket noktası, ölmeye yüz tutmuş veya yok olma tehlikesi taşıyan temel insani değerleri korumaya almak ve canlandırmak. Böylece, okulun sadece olgusal olan bilgilerin aktarıldığı bir yer olmadığından hareketle, çocuklara belli başlı değerlerin sistematik bir şekilde verilmesi hedeflenmiş. Her türlü bilimsel ve teknolojik gelişmeye rağmen dünya yüzeyinde savaşsız, sömürüsüz, adaletli bir yaşam kurulamadığı, tersine insanların çok büyük bir bölümü için yaşam şartlarının giderek kötüleştiği, insan hakları ihlallerinin bir türlü durdurulamadığı ve en çok da insanlar arası kutuplaşmaların derinleştiği, empatinin kalmadığı  bir dünyada yaşadığımız düşünüldüğünde, bu projeyle amaçlananlar hakkında olumlu şeyler düşünmemek mümkün değil. Projeyle, “işbirliği, özürlük, mutluluk, dürüstlük, sevgi, alçakgönüllülük, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü, birlik” kavramları saptanmış ve bu 12 değeri vermek için etkinlikler planlanmış.

 

Bizde nasıl başladı?

 

Türkiye’nin ise, değerler eğitimi yolculuğu, 2010 yılında Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş döneminde yayınlanan bir genelgeyle başlıyor. Değerlerin giderek yok olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanan genelgede MEB amaçları şöyle belirliyor: “Toplumsal hayatı oluşturan, insanları birbirine bağlayan, gelişmeyi, mutluluğu ve huzuru sağlayan, risk ve tehditlerden koruyan ahlaki, insani, sosyal, manevi değerlerimizin tüm bireylere kazandırılmasında en önemli etken eğitimdir. Bu kazanımlarımızın öğrencilerimize aktarılması da değerler eğitimini oluşturmaktadır.” (MEB, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı: 2010). Hemen amaçlara uygun hedefler belirlenip harekete geçiliyor fakat bu noktada dev bir bürokratik zincir oluşuyor. İl Proje Yürütme Komitesi, İlçe Proje Yürütme Komitesi, Okul Proje Yürütme Komitesi... Her birinde üçer beşer kişi var. MEB her yıl değerler seçiyor, buna uygun bir uygulama yönergesi hazırlıyor ve illere gönderiyor. Okullarda, hazırlanan panolara güzel sözler yazma, şiir okuma, hikaye yazma, yarışmalar, kıssadan hisse çıkarmalar, karikatür çizme, resim yapma, seyirlik etkinlikler vb yollarla değerlerin verilmesi planlanıyor. Tabi bürokrasi zinciri oluşturma ve epeyce bir kağıt harçamada gösterilen başarı, çocuklara bir şeyler verilmesi konusunda pek gerçekleşmiyor. Dolayısıyla da okullar için bütün bunlar birer formalitenin ötesine geçemiyor. Yani uygulamada olan biten sadece bürokratik bir yazışma trafiğiyle kalıyor. MEB’in geçen yıllarda hazırlanan yönergelerine bakınca “milli manevi değerlere uygun bireyler yetiştirmek”  hedefinin hep temel alındığını ekleyelim(bu anlamda başarıyla verilmesi durumunu siz düşünün).

 

Şimdi ne oldu peki?

 

19. Şurada alınan kararlarla değerler eğitiminin yeniden gündenme gelmesinin temel nedeni, ana sınıfından başlayarak üniversite gençliğine kadar bu eğitimin etkili bir şekilde verilmesi gerektiğine yapılan vurgu oldu. Hatırlarsanız, Şura Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bazı sıkıntılar var, bunları ana okulundan başlayarak bir hayat tarzı sunarak yeneceğiz” sözleriyle açılmıştı. Aslında MEB şura öncesinden Hizmet Vakfı ile değerler eğitimi için anlaşmalar yapmıştı. Temmuz ayında yapılan bu anlaşmalarla, değerler eğitimi Hizmet Vakfı’nın sorumluluğuna bırakılmıştı. Vakıf hem planlamaları yapacak hem de uygulamaları bizzat gerçekleştirecekti (Örneğin okullarda bu konuda seminerler planlayıp verecekti). Anlaşmalar doğrultusunda hemen harekete geçildi, MEB ve Hizmet Vakfı’nın ortaklaşa hazırladıkları “Değerler Eğitimi Kitapçığı” 81 ilin valiliklerine gönderildi. Böylece, uygulama başlamış oldu. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında yapılan anlaşmayla din adamları tarafından Kredi ve Yurtlar Müdürlüğüne bağlı yurtlarda kalan öğrencilere(eğer isterlerse) ve spor il müdürlüklerinde spor yapan çocuklara  “milli manevi değerlere uygun nesiller” olsunlar diye değerler eğitimi verilmesi öngörülüyordu.

Peki verilmesi istenen değerler eğitiminin içeriği ne?
Şimdi zaten “milli ve manevi değerler” dediğinizde gideceğiniz yer az çok belli oluyor. En önemli iki değerin altını çizmiş oluyorsunuz: Milli değer Türklük, manevi değer de din. Böylece bütün kaynaklarınız buralardan geliyor ve besleniyor, bu noktada evrensel değerlerden filan söz etmek epeyce zor (zaten gerek de yok). Ya da şöyle diyelim, değer evrensel olsa ne olur, siz onu dinsel değerlere dayalı olarak açıklamış oluyorsunuz. MEB’in “Değerler Eğitimi Kitapçığı”ndan alınan, (basında da konu edilen) örneklerine bakıldığında durum açıkça görülüyor. Hizmet Vakfı’nın bu anlamda nasıl bir donanıma sahip olduğunu doğrusu bilmiyorum. Ama web sayfaları ziyaret edildiğinde, çocuklarımızı nasıl bir değerler eğitiminin beklediğini tahmin etmek zor değil.

 

Sonuç

 

Okul hayatı bizde zaten devlet politikaları gereği bir eğme, bükme, şekil verme, biçimlendirme merkezi olarak iş görüyor. Bütün derslerin, müfredatların, ders kitaplarının temelde hizmet ettiği şey budur. Değerler eğitimi, “masumane” bir takım söylemlerle başlatılsa da uygulamada varacağı yer zaten bellidir. 2010 yılından bu yana pek becerilememiş olan bu eğitim, şimdi anlaşılan daha profösyonelce uygulanmaya çalışılacaktır. Hangi değer olursa olsun gideceği nokta dinsel temellendirme olacaktır. Bizim milli eğitimin değer denildiğinde tek anladığı şey dinsel değerlerdir. Ahlak deseniz onun da kaynağı din olarak görülür(“Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi” bakın din ve ahlak yan yana) Ortaöğretim ders programlarına bakın lütfen “Din - Ahlak ve Değerler” başlığı altındaki dersler şunlardır: Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammet’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler. Şimdi daha söyleyecek bir şey var mı? Ahlak, değer filan denilince bunlar geliyor akla.

Hal böyleyken, “Evet değerler dersi olsun ama, evrensel değerler, demokrasi, barış, adalet, kardeşlik, sevgi gibi değerler verilsin çocuklarımıza” demek de çok riskli geliyor bana. Devletin, okulların bu işlere kalkışmaması en iyisi. Okul olabildiğince olgusal dersleri versin çocuklara (belki birgün ondan da kurtulacağız) değerler eğitimi filan vermesin, kimseyi eğmeye-bükmeye çalışmasın.

Değerler eğitimi,  çocuklarımızın önünde değerlere saygı gösteren öğretmenler, yetişkinler, politikacılar oldukça; evde, okulda, toplumda değerler hayata geçtikçe kendiliğinden olur zaten.

Hırsızlığın, köşe dönücülüğün, adam kayırmanın, yalan-dolanın geçerli olduğu bir ortamda “değer” eğitimi filan veremezsiniz.
Vermeyin zaten.

Bakılabilecek bazı linkler

MEB ders programları

Hizmet Vakfı

MEB-Hizmet Vakfı Protokolü

MEB 2013 Değerler Eğitimi Yönergesi

Değerler Eğitimi materyal paylaşım siteleri
 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti