24 Aralık 2014

Menemen olayından Maraş katliamına, yüzleşememek...

Katliamdan geriye binlerce acılı insan ve hepimize düşen koskoca bir utanç kaldı.

Biri 84 yıl önce yaşadığımız, resmi tarihin, şeriatçı bir isyan olarak duyurduğu, kendisi 2 saat ama sonrasındaki etkisi bugüne kadar süren Menemen Olayı, diğeri 36 yıl önce yaşadığımız, resmi tarihin bu sefer “mezhep çatışması” ya da Kenan Evren’in demesiyle “kardeşin kardeşe kırdıranların marifeti” olarak tanımlanan Kahramanmaraş Katliamı.


İçinde bulunduğumuz hafta tarihimizin bu iki kanlı ve karanlık olaylarının yıldönümleri. Menemen Olayı 23 Aralık 1930’da, Kahramanmaraş Katliamı ise 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde gerçekleşmişti.
İkisi de bir çok soru işaretini içinde barındıran bu yüzden de  karanlık yanları ağır basan, henüz yüzleşemediğimiz iki kanlı olay. Bu nedenledir ki, bugün iki tarihsel sayfaya da geçmişte yaşanmış, bitmiş toplumsal olaylar olarak bakamıyoruz.

Her 23 Aralık’ta Kubilay’ın kellesi üzerinden yürütülen bir nefret söylemi, karşı tarafta ise yutkunularak biriktirilen bir öfke. Kahramanmaraş’ta ise her yıl yeniden yeniden tazelenen acı ve çaresizlik duygusu. Dünden beri şehrin giriş çıkışları kontrol ediliyor, anma töreni yapılması yasak. Günler öncesinden, katliamın yapıldığı mahalleye yürüyüş çağrısı yapan ülkücü gruplar her an tetikteler. Katliamın bir numaralı sanığı şehri en mevki yerden izleyip kontrol altında tutuyor.

İnsanları acılar içinde bırakarak yaşanmış toplumsal olayların üzerindeki karanlık örtüler kaldırılmadıkça, asla ne insanların acıları dinecek ne de o yaşananlar unutulacaktır. Her iki olayda da eksik olan şey, olayların yeterince aydınlatılmamış, suçlularından hesap sorulmamış ve her iki olayın mağdurlarının mağduriyetlerinin, tam da bu nedenlerden dolayı, devam ediyor olması. Geçmişimizde yaşanmış bu karanlık sayfalar üzerindeki karanlık devam ettikçe de, toplumsal barışı sağlama şansımız asla olmayacak. Karanlığı aralamak için de, yaşananların unutulmaması gerekir, unutturmak o karanlığın sürmesini isteyenlerin o kanlı olayları sahneye koyanların hedefidir çünkü.

Menemen Olayı, resmi tarih söylemleri dışında hakkında çok az konuşulmuş tabularımızdan biridir. Ne bir filmi yapılmış, ne romanı ne hikayesi yazılmıştır. Zaman içinde tam bir toz ve gaz bulutuna döndürülmüştür.

Ne olmuştu Menemen’de 23 Aralık 1930 günü ve sonrasında?
Tekke ve zaviyelerin kapatılması, halifeliğin kaldırılması, şapka giyilmesi gibi devrim yasalarına tepki gösteren, Manisa’lı Derviş Mehmet ve altı müridi, kafalarını esrar ve zikirle dumanladıktan sonra, görüşlerini yaymak üzere Menemen’e giderler. Yolda aralarından bir kişinin vazgeçip geri dönmesi sonucu 6 kişi kalan grup Menemen’e 23  Aralık’ta ulaşır. Sabah namazından çıkan cami cemaatini etrafına toplayan Derviş Mehmet burada kendisinin mehdi olduğunu ilan eder ve camiden aldıkları yeşil sancakla meydana kadar gelirler. Jandarma komutanı Fahri Bey’e haber ulaştırılır. Fahri Bey evinden kalkıp gelir ve gruba dağılmalarını söyler, grup dağılmayınca da geri döner. Sonrasında gelen bir yüzbaşının dağılın uyarısı da sonuç vermeyince o yüzbaşı da geri döner.
Bu etkileyici “dağılın” uyarıları işe yaramayınca, bu sefer asıl adı Mustafa Fehmi olduğu halde, Türkçülük akımı etkisiyle Kubilay adını kullanan, öğretmen asteğmen Kubilay görevlendirilir. Kubilay 26 askerine süngü taktırarak meydana gelir. Kendisi silahsızdır. Askerler mevzilenir Kubilay kalabalığa yaklaşıp sert bir şekilde dağılmalarını söyler ve sonrasında da Derviş Mehmet’e bir tokat atar. Bu sırada bir silah sesi duyulur ve Kubilay ayağından yaralanır. Kubilayın askerleri silah sesini duyunca korkup kaçarlar. Derviş Mehmet ve Şamdan Mehmet yere düşen Kubilay’ın başını kesip bir sopanın ucunda dolaştırırlar. Bu sırada olaya sadece iki bekçi müdahale ederler fakat onlar da öldürülür. Epey sonrasında gelen askerler, teslim ol çağrısının ardından gruba ateş açarlar. 6 İsyankardan Mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet orada öldürülür. Biri yaralı yakalanır kaçan ikisi ise 26 aralıkta yakalanırlar.
Toplam iki saat süren bu olayın ardından devlet hızla harekete geçer, bütün bunlar cumhuriyete karşı şeriatçı bir kalkışma olarak değerlendirilir. 1 Ocakta Menemen, Manisa ve Balıkesir’de sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetimin başına orgeneral Fahrettin(Altay) Paşa, Divan-ı Harp liderliğine de Tümgeneral Mustafa (Muğlalı) Paşa getirilir.
6 Ocakta Mustafa (Muğlalı) Paşa ve mahkeme heyeti Menemen’e gelir ve yargılamalar başlar. Menemen’de sıkıyönetim vardır, giriş çıkışlar izne bağlanır, gece sokağa çıkmak, her tür tören  yasaklanır. Mustafa(Muğlalı) Paşa olup biteni Nakşibendi tarikatının bir kalkışması olarak görür. Yargılama Menemen ve Manisayla sınırlı kalmaz, Istanbula kadar uzanır. 105 kişi yargılanır. 37 kişiye idam cezası verilir. 28 kişi idam edilir, idamlar Menemen’de infaz edilir. İdam edilenlerin bazıları öğlene kadar darağacında bekletilir. (Mustafa Muğlalı 1943 yılında da Van’da 33 Kürt vatandaşımızı kurşuna dizdirir, yargılanır, hapishanede ölür)

Aradan geçen 84 yıla rağmen Menemen olayı ile ilgili bir çok soru önümüzde durmaya devam ediyor.
Hangi koşullarda olursa olsun, gerçekte orada yaşanan neydi?
Olaylar belediye seçimlerini kazanmış olan Serbest Fırka destekçilerine gözdağı için miydi?
Devrimlere karşı dindar kesimlerde gelişen muhalefeti ezmek için miydi?
İki tabanca ve bir bıçağı olan 6 kişi nasıl bir isyan çıkaracaktı?
Kubilay bir kahraman mı yoksa bir kurban mıydı?
Diğer askerler neden geri durdular?
Neden zamanında müdahale etmediler?
İdam edilenlerin kaç tanesi acaba cumhuriyeti yıkmayı aklından geçirmişti?
Sadece el çırpmak suçundan idam edilenlerin yakınları bu sonucu nasıl karşıladı?
Şeriatçı bir kalkışmaya el çırpmaktan idam edilen Yahudi Josef’in ailesine ne oldu?

Gelelim 19-26 Aralık 1978 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş katliamına,
19 Aralıkta siyasi gruplar arasında başlayan gerilim “23 Aralık'ta bütün solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü. "Komünistleri bırakmayın, Allah yoluna kesin, Sütçü İmam aşkına vurun",  "Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim", "Alevileri öldürün, şahit kalmasın" diye bağıran faşist ajitatörlerin sürüklediği kalabalıklar Alevilerin yaşadığı Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Mağaralı, Karamaraş mahallelerine saldırdılar. Bu mahalleler taranıp, bombalanıp, kundaklandıktan sonra muhasara altına alındı. Ölülerin taşınması, yaralıların hastanelere götürülmesi engellendi, hastaneler kuşatıldı; insanlar kadın, çocuk, hamile, yaşlı, hasta, yaralı ayrımı yapılmadan öldürüldü. Alevi mahallelerinin yanı sıra, Sünni mahallelerinde de önceden işaretlenmiş Alevi evlerine baskınlar yapıldı. Ancak 25 Aralık akşamı tamamen yatışan saldırılarda, resmen saptanabilen ölü sayısı 111'di.”
(http://bianet.org/bianet/siyaset/111379-30-yil-once-maras-katliaminda-neler-olmustu)

Sonra neler oldu?
1979 yılına 13 ilde ilan edilen sıkıyönetimle girildi.
Sıkıyönetime rağmen 1980 darbesine kadar kan bir türlü durmadı, siyasi cinayetler birbirini izledi.
Katliam 1980 darbesinin temel dayanaklarından biri oldu.
Olaylar sırasında askerlerin neden zamanında müdahale etmeyip olayları izlediğinin cevabı verilmedi.
Bu denli büyük bir kalkışmanın arkasındaki karanlık güçlere ulaşılamadı.
Kahramanmaraş davası 1991 yılına kadar sürdü.
Aynı yıl çıkan yasayla içerde hiçbir sanık kalmadı.
Katliamdan geriye binlerce acılı insan ve hepimize düşen koskoca bir utanç kaldı.

Bilmem neden tarihimizin bu iki sayfası bana epeyce benzerlikler taşıyormuş gibi geliyor.
Ne dersiniz?
Sözlerimi Nietzsche’yle bitiriyorum: “Bizim yaşama ve eyleme için tarihe gereksinmemiz var, yaşama ve eylemden rahatça yüz çevirmek için değil, hele bencil yaşamaların, alçakça davranışların ve kötü yapıp etmelerin ayıbını örtmek için hiç değil.” (Nietzsche, Tarih Üzerine (çeviren, Nejat Bozkurt), Say yayınları, İstanbul,1996:58)


Twitter: @ymbymb

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti