29 Temmuz 2014

İzmir neden Demirtaş’a oy vermeli?

On yıllardır izlenen tek tipçi politikalar, bütün ülkenin olduğu gibi en çok da bu şehrin renklerini soldurdu

Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa gitme zamanı hızla yaklaşırken, geçtiğimiz hafta İzmir HDP adayı Selahattin Demirtaş açısından hareketli günler geçirdi. Basmane’de yeni seçim bürosu açılışı yapılırken aynı zamanda, İzmirli sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, demokratik kitle örgütü, meslek odaları, sendika yöneticileri, hukukçular, sağlık çalışanları ve diğer meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan 247 aydın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ı destekleyeceklerini belirten ortak bir basın açıklaması yaptılar. Hafta sonu ise Demirtaş Aydın, Manisa, Soma ve İzmir’de seçim çalışmaları yürüttü. Hareketlilik bunlarla kalmadı, bilindiği gibi Rize ve Samsun’un ardından, cumartesi günü Demirtaş için İzmir-Karşıyaka’da  açılan seçim standı da eli bıçaklı bir grubun saldırısına uğradı. Son olarak, pazar akşamı ise Selahattin Demirtaş, İzmir’de Tepekule Kongre Merkezi’nde salona sığmayan büyük bir izleyici grubuna seslendi.

Ben bu yazımda, vakit darlığından sadece 30 dakika kadar konuşabilen Demirtaş’ın bu son kısa konuşmasından aldığım notlardan yola çıkarak, İzmir’li seçmenin neden Demirtaş’a oy vermesi gerektiğini kendimce anlatmaya çalışacağım.

 

Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir İzmir için

 

İzmir’in geçmişine baktığımızda, çok kültürlü yaşamın en parlak ve neredeyse ilk örneklerinden birini görürüz. Zengin bir ticaret hayatıyla birlikte Birinci Dünya Savaşı başlarına kadar kültürel bir dünya başkenti görünümünde olan İzmir’de, onlarca etnik grup ve kimlik birlikte yaşamayı başarmıştı. Savaş sonunda bu görünümünü büyük ölçüde kaybetse bile, İzmir’in her köşesinde bu zengin geçmişin maddi ve manevi izlerini bulmak mümkün, bu izler bize hergün kaybettiğimiz kardeşlik değerlerini yeniden ve yeniden hatırlatıyor. Bu kardeşlik ruhu Selahattin Demirtaş’ın konuşmasının ana temasıydı. Demirtaş konuşması boyunca en çok halklar ve kimlikler arasındaki barışçıl bağların yeniden kurulması ve güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.

“...Halklar arası ve kimlikler arası ezilenler arası  soğuk ilişkilerden çok çektik. Yıllardır çok uzun yıllardır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan beri bu zorluğu, sıkıntıyı, zahmeti çekiyoruz... En azından demokrasiyi istediğimiz, bize ait,  halka ait olmasını istediğimiz Cumhuriyet döneminde çektiğimiz acılara zorluklara sıkıntılara bir son demenin vakti geldi geçti inancındayız.”

 

Yaşam biçimimizi korumak için

 

İzmir insanının tarihsel geçmişinden süzülüp gelen yaşam biçimi, çok kültürlü, çok dilli ve çok dinli geçmişinin izlerini taşır. Her türlü dayatmaya karşı bunu koruyabilmenin en kesin yolu, insanların nasıl yaşaması, nasıl ilişki kurması, nasıl yatıp kalkması, ne giymesi, ne içmesi, kaç çocuk doğurması gerektiğini söylemeyi kendinde hak bulan, hatta bunu dayatmaya çalışan diktatörlere ve ona rakip gibi görünen ama utangaçlığından dinsel referanslara topu atan kişilere dur diyebilmektir. Her türlü hileye, zorbalığa karşı özgürlüklerimizden ödün vermemek, özgürlük alanlarımızı sürekli olarak genişletmeye çalışmak yaşam biçimimizi ve değerlerimizi koruyabilmemiz için gereklidir.

“Kızan devlet, bağıran devlet, öfkeli devlet, hakaret eden devlet, tehdit eden, öldüren devlet, nereye kadar peki, mecbur muyuz buna? Paramızı veriyoruz, kendimizi dövdürüyoruz. Kendi vergilerimizle kendimizi  çiğnetiyoruz.”

 

Ayrımcılığa son vermek ve kadın, engelli ve LGBT bireylerinin hakları için

 

Kuşkusuz kendi yaşam biçimi ve farklılıklarını korumanın yolu, başkalarının yaşam biçimine ve farklılıklarına saygı göstermeyi asla ve asla ayrımcılık yapmamayı gerektirir. Birlikte kardeşçe, barış içinde yaşayabilmenin önkoşulu budur. Ayrımcılığa uğramak her zaman için insanda derin ve onarılmaz yaralar açar. Hiç kimse dini, dili, rengi, cinsiyeti, cinsel yönelimi, fiziksel engeli her ne nedenle olursa olsun ayrımcılığa uğramamalıdır, bu içten bir dilek olmanın ötesinde yasal düzenlemelerle adeta perçimlenmelidir. Demirtaş’ın içinden geldiği siyasi gelenek, kadın hakları konusunda gerçekleştirdiği uygulamalarla kadının gerçek anlamda özgürleşmesi için önemli pratik adımlar atmış ve bunun sonuçları da herkesçe görülmüştür. LGBT bireyleri hakları yine bütün konuşmalarda altı çizilerek vurgulanan bir konudur.

“Engelliler Türkiye’de  12 milyondan fazladır. Demokratik siyasette, toplumsal  karar alma mekanizmalarında yoklar, eğitim, üretim, iş yaşamında sürekli haksızlığa uğruyorlar. Onları yok sayarak aslında kendi duruşumuza insanlığımıza haksızlık yapıyoruz. Yeni yaşam çağrısında herkesle el ele vermemiz gerekiyor... Yeni yaşam herkesi kapsayacak şekilde düzenlenecektir, burada ayrımcılık yoktur.”

 

Yerel, demokratik özerklik için

 

Her türlü kararın merkezden, merkezi hükümet tarafından alındığı ve uygulandığı bir devlet modeli, hem demokrasiden uzak bir anlayıştır, hem de, ortaya çıkardığı bürokrasi ile yolsuzlukların önünü açmakta, işlerin hantallaşmasına, yürümemesine neden olmaktadır.  Demokrasiden uzaktır çünkü bir şehirde, bir bölgede yaşayan farklı beklentileri ve talepleri olan insanların, kendi yaşadıkları yerle ilgili olarak kendilerinin söz sahibi olmalarından, kararları kendilerinin almalarından daha doğal bir şey olamaz, demokrasinin gereği budur.   Güçlü devlet, merkezi devlet bugün yaşadığımız sıkıntıların büyük ölçüde nedenidir. Devlet büyüyüp güçlendikçe, demokrasi  ve buna bağlı olarak da bireyler küçülür, ezilir.

“İzmir’i örnek verelim... İzmir’in büyük bir kısmı sayın Kocaoğlu’na oy verdi ama İzmir’i Kocaoğlu yönetemiyor. Merkezi hükümet, bakanlıklar, İzmir’de istediği uygulamayı yapabiliyor, imar dahil, TOKİ aracılığıyla imar uygulaması bile yapabilirler... İzmir’de istediğimiz gibi yaşamak için, yaşam tarzımıza, dünya görüşümüze uygun bir şekilde yaşamak için ille Türkiye’nin yüzde ellisinin oyunu mu almak gerekir?... Yetki burada olacak, merkezi hükümet istediği kararı alamayacak, nereye park yapılacak, nereye yol yapılacak, nereye restoran yapılacak, restoran  kaça kadar açık kalacak, ne satacak ne yiyecek, ne içecek, bu  başbakanın işi değildir. Bu yerel parlementonun işidir. Yani  halk kimi seçmişse o karar verecek. İzmir meclisi de burada yaşayan insanların taleplerini dikkate alarak karar verecek.”

 

Demokratik yeni bir yaşam için

 

Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana hep ilk muhalefet kıvılcımların çaktığı ve güçlendiği bir şehirdir İzmir. Kendine özgü bir yaşam biçimi vardır İzmir insanının ve kolay kolay buna dokunulmasını istemez. Dayatmaları sevmez. İktidara karşı öfkelidir İzmir’li.  Bu öfke, İzmir’in son yıllarda ekonomik, siyasal ve sosyal olarak kendi içine kapanmasına neden olmuştur. İzmir’in kendine yakışır yeni yaşam tekliflerine ihtiyacı vardır.

"Yeni bir yaşam teklifi sunuyoruz, bu teklif evet gençtir, kadındır, insan merkezlidir, çevrecidir elbetteki bütün kimliklere ve inançlara özgürce ortak anavatanda kendi hukuklarıyla güvence altında  yaşayabilecekleri yeni bir yaşam teklifidir. Ve Bu teklif halktan halka, inançtan inanca  kimlikten kimliğe farklılık göstermeyecek kadar adil bir tekliftir.“

“Bu gerilim ve parçalanmışlık siyasetine bir son vermek üzere alevinin mesajını sünniye, Türkün mesajını Kürde, Kürdün mesajını Çerkeze, Çerkezin mesajını Ermeniye, Süryaniye, Ezidiye, Keldaniye kadınlara,  gençlere LGBT bireylerine, çevrecilere, işçilere en çok da ezilenlere vermektir görevimiz.”

 

Emek temelinde birlikte mücadeleyi öne çıkardığı için

 

Kalıcı bir toplumsal barış, bütün insanların asgari temel ihtiyaçlarının sağlandığı, herkesin kendini özgürce ifade edebildiği, her türlü farklı kimliğin mutlu bir şekilde bir arada yaşayabildiği bir ortamda sağlanabilir ancak. Bunun sağlanabilmesi ise, emek temelinde insanların bir araya gelmesi ve ortak çıkarları için güçlerini birleştirmelerinden geçer.

“...Kimliklerimize dair özgürlüklerimizi savunurken bizler ezilen emek, emekçi kimliğimizi unutmayacağız, çünkü diyeceğiz ki emeği sömürülen Ermeni de, emeği sömürülen Kürt de, emeği sömürülen Laz da Gürcü de Türk de aslında hepimizden bu mesajı bekliyor, bizi bu devlete bu hükümete teslim etmeyin mesajını bekliyor. Biz bir arada mücadele edelim,  biz birlikte ortak çıkarlarımız için, ezilenlerin ortak çıkarı için, mademki biz üretiyoruz biz  yönetelim mesajını bizden bekliyorlar...”

 

Tek tipçilikten çok çektiğimiz için

 

On yıllardır izlenen tek tipçi politikalar, bütün ülkenin olduğu gibi en çok da bu şehrin renklerini soldurdu. Rengarenk bir çiçek tarlasını andıran İzmir’e dayatılan bu tekçi anlayışın neden olduğu acılar asla ortadan kalkmadı. Bugün dahi her şeye rağmen İzmir’in en iç açıcı bölgeleri bu renklerin, az da olsa izlerinin görülebildiği yerlerdir. Siyaset sahnesinin aktörleri hala daha aynı dili kullanmaktadırlar, bu İzmir’in daha da renksizliğe gömülmesi anlamına gelir.

“Cumhuriyet tek dil üzerine, tek kimlik ve tek ırk üzerine inşa edildi. Ulus bu şekilde var edildi. Halen dikkat ederseniz, tek dil, tek millet sloganı iki adayın da temel felsefesi, temel ideolojik referansı olarak  bu kampanyada sürdürülüyor... hepimize  teklik dayatıldı. Türk olacaksın, sünni islam olacaksın. Üstelik bunu yapmaya çalışanlar hepimizi Türk, sünni islam yapmaya çalışanlar,  bu kavramların da içini boşalttılar yani sahte bir türklük sahte bir sünnilik müslümanlık dayattılar.”

 

Diktatörlüğe dur demek ve özgürlüklerin yolunu açmak için

 

Bugün hala 12 Eylül darbe anayasasıyla yönetilmekteyiz. Bir daha darbe olasılığının ortadan kaldırılması, darbecilerin yargılanıp cezalandırılmasının yanısıra darbenin tüm siyasal ve toplumsal sonuçlarıyla hayatımızdan çıkarılmasına bağlıdır.  Artık 12 Eylül Anayasası’nın bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılması için yeni ve demokratik bir anayasa yapılması şarttır. Bunun önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Demokratik bir anayasa ve onunla birlikte oluşturulan demokratik bir devlet anlayışı diktatörlük eğilimleri ve olasılığını da ortadan kaldıracaktır.

“...Ve yine toplumsal ilişkiler demokratik toplumun gereklerine uygun olarak yeniden inşa edilirken, devleti de olduğu gibi bırakamayız. Devlet de, toplumun  kendi doğasında var olan, çoğulculuğa, çok kültürlülüğe, çok dilliğe, çok inançlılığa uygun bir şekilde yeniden organize edilmek durumundadır... Bu kadar farklı dinin, kimliğin, inancın var olduğu bir toplumda tek bir kişinin ben padişahım ben başkanım, her şey benden sorulur anlayışıyla yöneteceği bir devlet döneminden geçtik artık...Biz seçilirsek kurtulacağiımız ilk şey, darbe anayasası, cunta anayasası olacak...”

 

Kalıcı bir barış için, çevre için

 

Barış bu toprakların son yıllarda en çok gereksinim duyduğu şeydir. Barış için, kalıcı bir barış için, kimin ne çabalar gösterdiğinin burada dökümünü yapmaya gerek yoktur. Demirtaş ve içinde bulunduğu siyasi yapının bunu ne kadar önemsediğini yeniden vurgulamaya da gerek yok. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki kalıcı bir barış için Selahattin Demirtaş sağlam bir güvencedir.  Doğaya ve çevreye saygılı, doğayı ve çevreyi acımasızca yok etmeyen bir toplumsal yaşam kurmanın yolu ise kapitalizmi dizginleyebilmektir, bu da neo liberal politikalarla değil, emekten, emekçiden yana politikalarla olanaklıdır.

“Bu ülkenin güzel insanları,  emekçi ve yoksul insanları, bu tarihi fırsatı kaçırmayalım. İnanın ki, Türkiye’de yeni yaşamı inşa etmek asla imkansız ve zor değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi bir başlangıç olacak, bu bir nihayet, bir son değil, biz seçimi kazanırsak büyük bir başlangıç yapmış olacağız ve dönüşüm değişim herkes açısından daha özgür ve mutlu bir yaşamın kapılarını aralamış olacak. Ülkemizde kalıcı barışı gerçekleştirmek daha kolay olacak...”

 

Kendi değerlerimiz ve vicdanımız için

 

Yukarıda çıkarmaya çalıştığım gerekçeler sadece 30 dakikalık bir konuşmadan bende kalanlarla oluştu, oy verme kabinine girdiğimizde kuşkusuz kendi değerlerimiz ve vicdanımızla başbaşa kalacağız. Üç fotoğraf bize bakıyor olacak. İzmir’li seçmenin bu üç fotoğraftan bir tanesini zaten pek sevmediğini biliyoruz, aslında diğerinin de asla İzmir’li seçmene hitap etmediği çok açık. Evet mührünün doğallıkla, sağduyuyla gitmesi gereken yer zaten Demirtaş olarak görünüyor. Yeter ki derin bir nefes alıp o nefesle birlikte bazı ön yargılarımızı da dışarıya atıp vicdanımızın ve Demirtaş’ın sesine kulak verelim.


 “Bizim ilkelerimiz şu iki adayın da asla savunmaya değil düşünmeye bile cesaret edemeyeceği ilkelerdir, her iki aday da bunun yakınından bile geçemezler.”

@ymbymb

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti