28 Şubat 2014

Diktatörü tanımak için 22 maddelik kılavuz

Olurda bir gün, ülkeniz yönetiminin başında bulunan kişinin bir diktatör olabileceğinden kuşkuya düşerseniz ne yapacaksınız?

Olurda bir gün, ülkeniz yönetiminin başında bulunan kişinin bir diktatör olabileceğinden kuşkuya düşerseniz ne yapacaksınız?

Bildiğiniz gibi insanlık son yüz yılda  bir çok diktatör gördü. Franco, Musolini, Hitler, Stalin bunlardan en ünlüleri. Onlar kadar ünlü olmayanları da var, Salazar, Pinochet, Evren, Saddam, Kaddafi, Mübarek gibi... 

Peki ya sizinki?

Sizin yöneticiniz de bir diktatör olabilir mi?

Yoksa sizin de artık nur topu gibi bir diktatörünüz var da henüz farkında mı değilsiniz?

İşte bu sorulara kolayca cevap verebilmeniz için size bir kılavuz hazırladık. Gelmiş geçmiş bütün diktatörlerde görülen ortak yanları çıkardık. Şimdi yapmanız gereken kılavuzumuzu dikkatle okumak  ve kendi yöneticinizin buradaki maddelere uygun olup olmadığına bakmak.

Buyrun bakalım, bir diktatörde olmazsa olmaz 22 özellik.

1) Çok konuşurlar, her konuda, çok konuşurlar. Sözü aldılar mı bırakmak bilmezler. Karşılarındaki kişi veya grubun ne düşündüğünün, ne söylediğinin bir önemi yoktur, bu nedenle dinlemeyi pek sevmez, dinlemezler. En çok da, kendilerine sadık kalabalık halk kitleleri önünde konuşmayı severler. Kullandıkları dil ve yaptıkları  vurgulamalar ile kitleleri coşturmayı iyi bilirler. Konuşmanın içeriğinin ise pek bir önemi yoktur, söz konusu olan, gaz ve toz bulutundan ibarettir zaten.

2) Yüksek sesle konuşurlar. Onları öfkelendiren bir şeyler mutlaka vardır ve her fırsatta öfkelerini kusar, avazları çıktığı kadar bağırırlar. Söyledikleri şeylerin doğruluğuna, bağırdıkları oranda kendileri de daha çok inanır, inandırırlar.

3) Yalan söylerler. En akla aykırı yalanları büyük bir rahatlıkla, utanmazlıkla söylerler, yalanları büyüdükçe söyleme rahatlıkları daha da artar. Herkese, her konuda vaatlerde bulunurlar. Bütün sorunların çözüm anahtarları onlardadır.

4) Her zaman en doğruyu bilir ve söylerler. Asla hata yapmaz, hatalarını kabul etmez, özür dilemezler. Kendilerini insanlığın başına gönderilmiş seçilmiş kişi olarak görürler. Yerleri asla doldurulamazdır.  Alternatifleri yoktur. Kendilerinden sonra olsa olsa kıyamet olur. Caddelere, üniversitelere, okullara, her yere adlarının verilmesi normal bir durumdur onlar için.

5) Yalnızdırlar. Bulundukları zirveye yaklaşmaya cesaret eden kişileri, yakınlıklarına aldırmadan acımasızca ezerler. Kendilerine en yakın olan insanlar, iktidarları için olası bir tehdit olarak görüldüklerinden, büyük risk altındadirlar, sık sık şamar oğlanı muamelesi görürler.

6) Neyin ahlaklı neyin ahlaka aykırı olduğu konusunda çok duyarlıdırlar. Toplumun, özellikle de gençlerin ahlakını korumayı kendilerine görev sayarlar. Sevgilinizle yapıp etmelerinizden tutun da kaç çocuk doğuracağınıza kadar bütün özel alanlarınız onların ilgi alanlarına girer. Toplumun ahlakını korumak için “geregini yapmayı” her zaman görev bilirler.

7) Etraflarında her zaman onu çok seven, onun için her şeyi göze alabilecek insanlar vardır. Bu sevgi seline toplumun her kesiminden insanlar katılabilir. Hatta bazıları onları, kendilerinden daha çok sever; onlar için her şeylerini feda edebilecek olan bu insanların gözleri tutkularının büyüklüğünden dolayı adeta kör olmuştur, kıl olurlar, kul olurlar, gerekirse ölürler.

8) Eleştirilmeyi hiç sevmezler. Her türlü eleştiriyi kendilerine karşı bir saldırı olarak görürler ve  paniğe kapılıp, hırçınlaşırlar, böylece, çok geçmeden gerçek yüzleri ortaya çıkar. 

9) Her yer onlar için adeta bir stüdyodur. Hayatları her daim bir fotoğraf, bir filmdir sanki. Her türlü bahaneyle medyada görünmek isterler. Gazetelerin, televizyonların varlık nedeni, adeta onların fotoğrafları ve görüntüleriyle dolup taşmaktır.

10) Gülmeyi, mizahı pek sevmezler. Mizah duygusu zeka ve alçak gönüllülükle birlikte filizlenir, birincisi için bir şey diyemem ama ikincisi diktatörlerde pek bulunmaz. 

11) Özgürlükleri sevmezler. Yaşamın her alanı kontrol altında olmalıdır. Medyayı ya ele geçirmek ya da denetim altında tutmak isterler. İnternet dünyası kontrolün en zor olduğu bir alan olduğundan, diktatörler için büyük korku kaynağıdır. Sosyal medya bir kötülük yuvası olarak görülür. Denetim ve sansür uygulamalarını “toplumsal düzeni ve ahlakı korumak” adına yaptıklarını söylerler.

12) Cinsiyetçi ve homofobiktirler. Farklı olanı eşit görmekten çok uzaktırlar. Farklı cinsel yönelimler birer hastalıktır. “Bizim adam gibi adamlara ihtiyacımız var.” gibi şeyler söylerler.

13) Efendilikleriyle kabadayılıkları arasındaki çizgi çok incedir. Konuşmaları, özellikle karşılarındaki kişiden beklediklerinin dışında sözler duyduklarında, çok hızlı bir şekilde kabalaşabilir. Uygun ortam olduğunda, arka planda kalmış, bastırılmış duygu, düşünce ve davranışlar kolayca ortaya saçılırlar.

14) Hukuk sistemini bir ayak bağı olarak görürler. İçten içe istenen ülkeyi kendisi ve kendisine bağlı küçük bir çıkar çevresinin hukukuyla yönetmektir.  Bu çevrede işler ahbaplık ilişkileri çerçevesinde, adam kayırmaya, hile ve yolsuzluklara dayalı olarak yürütülür. Yasalar gerekli dokunulmazlığı ve güvenli ortamı yaratmak için yeniden ve yeniden düzenlenir.

15) Özel hayat dahil olmak üzere yaşamın her alanını gözetler, izlerler, kolay kolay gözlerinden bir şey kaçmaz. Bütün yaşam alanlarını belirlemek kontrol altında tutmak isterler. Kendilerine yönelik olası bir eleştiri veya karşı çıkma durumunu, aradan uzun zaman geçse de asla affetmez, ilk fırsatta cezalandırırlar. Kindardırlar, asla unutmazlar.

16) Değerleri, sanatı, kültürü hor görür aşağılarlar. Aydınları ve sanatçıları küçümser “despot” olarak görürler fakat onları göz altında tutmaktan da geri durmazlar, çünkü bunlar, iktidarları için tehlike kaynağıdırlar aynı zamanda.

17) Kitlelerin milliyetçi ve dini duyguları diktatörlerin en çok dokunup okşadıkları alanlardır. Bütün yapıp ettiklerini mutlaka bu güçlü duyguları referans göstererek yaparlar.  Çeşitlilikten hoşlanmazlar. “Tek”çidirler. Gönüllerinde yatan, tek tek hizaya sokulmuş bir toplumdur.

18) İnsan hakları, hayvan hakları savunucularıyla, çevrecilerle dalga geçerler. Onların sayısal olarak az olmalarını küçümser, buna rağmen var olmalarını ise bir türlü anlayamazlar.

19) Güce adeta taparlar. Ordu ve militarizm bazen gizli bazen açık bir aşk nesnesidir onlar için. Polisin vahşice yaptığı işleri destan olarak görüp, meşrulaştırmaya çalışırlar.  Kurdukları düzenin güvende olmadığını hissettiklerinde ise polise aşırı yetkiler vermekten geri durmazlar.

20) Düşmansız yapamazlar. Hem kendileri için hem de toplum için türlü türlü düşmanlar yaratırlar. Bu düşmanlar bazen bir devlet, örgüt olurken bazen de paralel devlet, lobiler gibi belirsiz şeyler olabilmektedir.

21) Her zaman kalabalıklardan güç alır, onlara güvenirler, dolayısıyla da daha çok onlara yönelik söylemler üretirler. Doğru veya yanlıştan çok, sayısal çoğunluktur belirleyici olan.  Kitleler bu anlamda, onlar için, düşmanlarının üzerine salınabilecekken zor zapt ettikleri bir güçtür.

22) Asla diktatör olmadıklarını söylerler. “Eğer diktatör olsaydım...” diye başlayan cümleler kurarak, içlerinden geçirdikleri ve fakat şimdilik yapamadıklarına gönderme yaparlar.

Twitter: @ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti