29 Ocak 2017

Bir pazar günü, buenos dias…

Müzik ve dans hayatın vazgeçilmez yoğunlukta bir parçası, tango zaten ülkenin sembolü durumunda...

Bu soğuk kış pazarında, sizlere çok uzaklardan bugünlerde yaz mevsimini yaşayan sıcak bir coğrafyadan günaydın demek istedim, buenos dias. Günaydın… Güney yarım kürede, Buenos Aires’te Türkiye’den 6 saat sonra başlayacak bu sıcak günde sizleri biraz soğuk havalardan, biraz siyasetin hay huyundan uzaklaştırırım diye umut ediyorum. Gerçi fiziksel olarak uzakta olmak, her zaman uzaklaşmak anlamına gelmiyor. Küresel dünyada eğer internete bağlanabiliyorsanız, bir haber sitesine bir de facebooka göz attınız mı İzmir’de ya da Buenos Aires’te olmak arasında pek fark yok. Ne diyordu Kavafis:

“…Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. 
Bu şehir arkandan gelecektir. 

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın…”
Ruh olarak başka bir yere gidememe hali, küresel dünyada neredeyse fiziken de gidememeye dönüşse de, ben bu pazar sizleri biraz olsun çekip almaya, uzaklarda dolaştırmaya kararlıyım. 

Evet sıcak diyorduk değil mi? Buenos Aires iyi havalar demek zaten,  bu “iyi”olma hali sıcak olmasından gelmiyor. Buranın havasında hoş bir ılıklık var. Şu an yaz, en sıcak günlerini yaşıyor şehir ve en çok 30 derece oluyor hava. 23 ile 30 arasında dolaşan bir yaz havası. Kış ortalaması da 10 derecenin üstünde dolaşan bir hava. Buenos iyi, Aires havalar. İnsanlar da bu havalardan nasibini almış sanki genellikle güler yüzlü, neşeli ve sıcaklar. İnsan ah keşke biraz İspanyolca bilsem diye düşünüyor, çünkü İngilizce çok da işe yaramıyor.

Burada her şey büyük, ya da bana öyle geldi. Önce yolu bitmek bilmedi. Avrupa’dan 14 saatlik bir uçuşla ulaşılabiliyor, Türkiye’den direk uçuş yok. Caddeler sokaklar çok geniş ve uzun. Öyle bir cadde başladı mı gidiyor, sonuna kadar yürümek bir yerde bitişini görmek çok zor. Sade boyuna değil enine de büyükler. Caddeler genellikle tek yön ve en küçüğünden 5 şerit, ya sağa ya da sola bakarak geçebiliyorsunuz, iki tarafa da bakmaya gerek yok. Dünyanın en geniş caddesi de burada. 10 gidiş, 10 geliş şeridi, arada refüjlerde banklar var, karşıya geçerken yorulursan oturup dinlen diye. O kadar geniş caddelerin kenarında bir iki metre bisiklet yolu işaretlenmemiş maalesef. Oysa epeyce bisikletli var ve şehir dümdüz. Bazı caddelerde bisiklet yolu işareti gördüysem de bunlar biraz göstermelik gibi göründü bana. Trafik yoğunluğu az değil, sonuçta 11 milyonluk bir şehir ama tıkanma yok, akıyor. Toplu taşıma daha çok otobüs ağırlıklı ama 5 ayrı hattan oluşan metro ağı da var.

Büyüklük diyorduk sadece yollar caddeler değil arazi de büyük Arjantin’de. Türkiye’nin 3.5 katı toprağa sahip ama ülke nüfusu 40 milyon. Onun da 11 milyonu başkent Buenos Aires’te toplanmış. Başkent bitince boş araziler başlıyor denilebilir yani. Buraya gelirken, komşu ülkelere, Şili, Peru, Bolivya’ya filan otobüsle yolculuk yaparım diye hayal etmiştim. Mesafeler haritadan bakılarak anlaşılamıyormuş meğer.

Arazi bu kadar büyük olunca temel üretim tarım ve hayvancılık olmuş. Buna bağlı olarak da Arjantin deyince akla hemen et ve et tüketimi geliyor. Eti sadece çok tüketmiyorlar söylendiğine göre iyi de pişiriyorlar, ben vejetaryen olduğum için bu konuda çok bir şey söyleyemeyeceğim. Arjantin dünyada en çok et tüketilen yerlerden biri. Etin lezzeti biraz da doğal tarım ve hayvancılık yapılıyor olmasına bağlı tabi.

Şehrin hemen hemen bütün bölgelerine yayılmış, dev ağaçlarla dolu parkları da çok büyük. Bu parklarda, evinden çıkmış sporunu yapan, köpeğini gezdiren, bankta uyuyan, hatta geceyi orada geçirdiği her halinden belli insanlarla karşılaşabilirsiniz. Köpek demişken neredeyse her evde köpek var galiba çünkü her an köpekli birine rastlıyorsunuz, oldukça da süslü köpekler. Köpekler çok seviliyor, büyük olasılıkla evlerde kediler de vardır. Zengin semtlerin caddelerinde 9-10 köpekle gezen insanlar da görülüyor, bunlar profesyonel köpek gezdiricileri, köyün çobanı gibi sanırım evlerden topluyor köpekleri ve dolaştırıp getiriyorlar. Kaldırımlar köpek kakası açısından da zengin, eğer sık sık keskin manevralar yapamazsanız haliniz harap.

Şehirde neredeyse boş kalmış bir duvar yok, bütün duvarlarda büyük bir özenle yapılmış  dev duvar resimleri ya da grafitiler var. Latin Amerika sanatını, renklerini bu duvarlardan izlemek mümkün.

Müzik ve dans hayatın vazgeçilmez yoğunlukta bir parçası, tango zaten ülkenin sembolü durumunda. Şehirde çok sayıda tango kulübü ve okulu var. Bunlar dünyanın birçok yerinden gelen meraklılarına hizmet veriyorlar. Turistik kafe ve restoranların neredeyse hepsinde tango müziği ve dansı canlı olarak yapılıyor, bu sanatçılar gösteri sonrası şapka çıkarıp müşterilerden hizmetlerinin karşılığını istiyorlar.  Bunun dışında işlek caddelerde gösteri yapan sokak dansçıları var ki bunlar da epeyce ilgi görüyorlar. Tango ticari ve turistik olarak önem taşısa da yeni kuşağın hayatında pek bir yer tutmadığı söyleniyor. Rock müzik de şehirde çok canlı ve yerel rock grupları epeyce gözde, eğlence mekânlarında bu tür canlı müzik çok yaygın. San Telmo, La Boca gibi eski mahallelerde mahalle sakinlerinin inisiyatifleriyle oluşturulmuş küçük müzik grupları, perküsyon toplulukları da var. Bunlar her fırsatta parklarda, sokaklarda, pazar yerlerinde çalıp söylüyorlar.

Eva Peron ya da Evita,  Arjantin’liler tarafından hala çok seviliyor… Recoleta mezarlığı turistlerin yoğun ilgisini çeken mekanlardan biri, 33 yaşında kanserden ölen ve Juan Peron’un devrilmesinden sonra cesedi mezarından çıkarılıp 16 yıl boyunca saklanan Eva Peron burada yatıyor. Eva peron’un mezarının önü hep kalabalık ve hep çiçeklerle dolu. Recoleta’da her bir aile mezarlığı küçük çapta bir anıt gibi tasarlanmış. Hepsinin kilitli kapıları var ve bu kapılardan aşağıya mezar odalarına iniliyor.

Şehrin merkezi ve turistik olan bölgeler yoksulların da kendilerine ekmek çıkarma peşinde oldukları alanlar. Eğer yemeğinizi dışarda, yani kafenin veya restoranın önüne konulmuş masalarda yiyorsanız, birtakım gözlerin sizi izlediğinizi unutmayın, tabağınızdakileri yemekte azıcık duraksadığınızda, onları almak için bekleyen insanlar hemen harekete geçip kalanları topluyorlar. Masaların etrafında kumrular da bekliyor, onlar da masanıza konup tabağınıza dalmak için fırsat kolluyorlar. Çevre ülkelerden Paraguay, Bolivya, Peru, Uruguay’dan buralara yeni bir yaşam umuduyla gelip sokaklarda yaşayan ve dilenen çok sayıda insan da var. Buenos Aires, Latin Amerika’nın Paris’i olarak biliniyor ve cazibesi çevre ülke insanları için yüksek.

Burada ekonomik kriz çok büyük bir sarsıntı yaratmış. Anlatılanlara göre, insanlar direk evlere ve dükkânlara dalıp yağmalamışlar. Başlangıçta neden olduğunu anlamadığım o günlerden kalma bazı şeylerle ben de karşılaştım; örneğin bakkalların kapıları genellikle kilitli oluyor, yiyecek maddeleri kilitli metal tellerin arkasında kalıyor, alışverişi küçük demir pencerelerden yapıyorsunuz. Aynı şekilde apartmanların alt kapı otamatikleri de çalışmıyor, hem girerken hem de çıkarken anahtara ihtiyaç duyuyorsunuz. Bunu da evlerin yağmalanmasına karşı bir önlem olarak geliştirmiş apartman sakinleri.

Buenos Aires’te denize girmek diye bir şey yok. En yakın plaj için en az 200 km güneye gitmek ya da tekneyle Uruguay’a geçmek gerekiyor. Arjantinliler denize girmek için Uruguay veya Brezilya sahillerini tercih ediyorlar.  Bunun nedeni şehrin dünyanın en geniş nehirlerinden birinin denize döküldüğü topraklar üzerine kurulmuş olması. Şehre trenle 1 saat mesafedeki Tigre bölgesi bu nehrin oluşturduğu doğal yapıyı görmek açısından ilginç ve özel bir bölge. Bu bölgede nehir onlarca kola ayrılıyor, Buenos Aires’lilerin bir bölümünün bu doğal hayat içinde yazlıkları var, bir doğa harikası görünümündeki bölgede ulaşım tamamen teknelerle sağlanıyor.

Özellikle uzun yıllar boyunca askeri darbelere karşı verilmiş olan sert mücadele Arjantin halkının politik duyarlılığını artırmıştır. Askeri darbeleri sorgulamak, hesap sormak anlamında Arjantin demokrasisinin ciddi kazanımlar elde ettiğini söyleyebiliriz. 1930’lu yıllardan beri neredeyse 5-6 yılda bir darbe yaşayan Arjantin son yıllarda darbecileri cezalandırmayı başarmış. Geçen yıl 1976 darbesinin 40. Yıldönümünde ülkede büyük gösteriler yapılmış ve askeri darbelere karşı ülkede geniş bir mutabakat sağlanabilmiş. Bugün, başkanlık sarayının olduğu Plaza de Mayo, her türden politik gösterinin merkezi durumunda, başkanlık sarayını çepeçevre saran polis barikatları neredeyse hiç kaldırılmıyor. Siyaset de günümüzde Peronist (daha devletçi) ve Radikal Parti (daha liberal) iki temel siyasi akım arasında gidip geliyor. Arjantinli emekçiler açısından ikisinin de çok başarılı sonuçları yok. Ekonomik krizin fırtınası dinmiş gibi görünse de ipler o kadar da güçlü değil. Arjantin parası pesonun dolarla işareti aynı fakat değeri aynı değil. Döviz bürosu yok, zaten kısa bir zaman öncesine kadar bu işleri sadece resmi devlet bankaları yapabiliyormuş. Sokakta adım başı “kambiyo kambiyo” diye seslenen insanlar var, bunlar ayaklı döviz büroları.

Arjantin, 2010 yılında eşcinsel evliliği yasallaştıran Latin Amerika’da ilk, dünyada ise 8. ülke.

Bir pazar günü, çok uzaklardan iyi pazarlar herkese… 

Madonna Buanes Aires’te, Evita müzikalinden söylüyor, “Don’t cry for me Argentina”
 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti