27 Kasım 2017

Bir konferans: “İzmir’in yükselişi ve çöküşü”

Resmi tarih için sadece 9 Eylül vardır, öncesi ve sonrası belleklerden adeta silinir

23-24 Kasım günlerinde Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen “İzmir ve Çevresi: toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Değişimin Yüzyılı, 1850-1950” adlı konferansın kapanış konuşmasını yapan Ayhan Aktar, “Bu konferansın adını şimdi koyacak olsam, ‘İzmir’in yükselişi ve Çöküşü’ olarak koyardım” dedi.

Yazımın başlığını Ayhan Aktar’ın bu sözüyle oluşturdum. Gerçekten de 1922 yılı öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında, İzmir’in çok şiddetli bir değişime uğradığı, parlayan bir yıldız olmaktan çıkıp adeta çöküşe geçtiğini söylemek mümkün. Bu şiddetli çöküntünün en büyük nedenini hiç kuşkusuz, 9 Eylül’de şehrin yönetiminin Türk ordusu tarafından alınmasından 4 gün sonra, 13 Eylül’de başlayan ve beş gün boyunca süren ‘Büyük İzmir Yangını’ oluşturur.

Dönemin İstanbul’dan sonra, en modern, en gelişmiş, en gözde, çok kültürlü ticaret şehri, Falih Rıfkı’nın deyimiyle “Gavur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp biter.” Yangında 2.6 milyon metrekarelik bir alanda (Bugünkü fuar alanından, Kordona kadar uzanan bölge), 25 bin ev ve işyeri, kiliseler, hastaneler, okullar, oteller yanıp tükenirler. Ermeni, Rum ve yabancıların oturduğu mahalleler tamamen yok olur, geriye sadece Türklerin ve Musevilerin yaşadığı mahalleler kalır.  Sonrasında yaşanılanların özeti, vatandaş ve devlet işbirliğiyle yürütülen büyük bir yağma ve o yağmanın üzerine oturtulmaya çalışılan yeni İzmir’dir.

O günden bu güne, aradan neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen bir daha eski parıltısına kavuşamaz şehir. İzmir’in geçmişi ve yaşananlar üzerine sünger çekilir. Resmi tarih için sadece 9 Eylül vardır, öncesi ve sonrası belleklerden adeta silinir. Geriye, sokaklarına, caddelerine ittihatçıların, yağmacıların adlarının verildiği, Kemalist, elitist kimliğiyle öne çıkan geçmişini, geleceğinin unutmuş kupkuru bir şehir kalır. Yangın öncesi İzmir fotoğrafları ise anlamsız bir nostaljiyle dolaşıp durur sosyal medyada, albümlerde, takvimlerde, tanıtım filmlerinde…

Geçtiğimiz yıllarda “Yüzleşme Atölyesi” tarafından organize edilen, İzmir’in geçmişiyle ilgili birkaç etkinliğin nasıl bir tahammülsüzlükle karşılandığını hatırlıyorum. İzmir, geçmişi hakkında, milliyetçi söylemlerin dışında pek konuşulmamış ya da konuşulamayan bir şehir olarak kalmaya devam ediyor.

Bu koşullarda 23-24 Kasım tarihlerinde Hrant Dink Vakfı tarafından organize edilen bu konferans, büyük bir eksikliği giderme yolunda çok değerli ve  önemli bir adım. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu konferans için salon vermesi de takdir konusu.

Konferansta neler oldu?

İki gün süren bu uluslararası konferansta, Türkiye, Yunanistan ve Ermenistan’dan katılan akademisyenler tarafından otuza yakın bildiri sunuldu. Konferansın açılış konuşmasını yapan Ayhan Aktar, çok kültürlü bir şehir olan İzmir’in, Cumhuriyet sonrası bu yapısını kaybettiğini, kültürel ve iktisadi olarak içine kapandığını, sönükleştiğini vurguladı. Açılış bildirisini sunan Elçin Macar, 2015’te yitirdiğimiz Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Vangelis Kechriotis’in İzmir tarihine ilişkin çalışmalarından söz ederek, Kechriotis’i katkılarından dolayı hep saygıyla anımsayacağını vurguladı.

İlk gün programında yer alan dört panelde, 1922 öncesi İzmir, Rum Ortodoks toplumu içindeki spor faaliyetleri ile Yunan milliyetçiliği arasındaki ilişkiler, Ermeni toplumunda ‘Osmanlıcılık’ düşüncesinin yaygınlaşması gibi konuların yanı sıra, İzmir’in çok kültürlü yapısının 20. yüzyıldaki dönüşümü ve kentteki uluslararası okullar ele alındı.  Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşanan sosyal ve ekonomik dönüşüm, Türkleştirme politikaları ve sonuçları, üzerinde duruldu. İlk günün son oturumunda, Zakarya Mildanoğlu, 1840-1922 yılları arasında çıkan 37 süreli yayını çeşitli görsel örnekler eşliğinde tanıttı.

Konferansın ikinci gününde yer alan ‘Yangın ve Travma’ başlıklı ilk panelde, 1922 İzmir Yangınının toplumsal bellekteki yeri ve sosyo-psikolojik etkileri konu edildi. Bu paneldeki sunumlarda, yangına ilişkin görsel malzemelerin dünden bugüne kullanımı ile yangın sırasında ve sonrasındaki toplu intihar vakaları konu edildi. “İzmir Felaketi Sırasında Toplu İntihar” başlıklı sunumunda Hasmik Gregoryan, toplumsal olarak yaşanan travmatik dönemlerde insanlarda intihar etme duygusunun geliştiğini, İzmir Yangını sırasında da, acı çekmek, işkence görmek korkusuyla çok sayıda intiharlar görüldüğünü vurguladı. Gregoryan, bir ailenin çocuklarıyla beraber denize yürüyüp intihar ettiğinin, bazı kadınların çocuklarını teknelere verip kendilerinin intihar ettiğinin görgü tanıklarının anlatımlarında yer aldığını söyledi.

 “Milliyetçilik, Yeniden İnşa ve Mülkiyet” başlıklı panelde konuşmacılardan Ümit Kurt, meclis tutanaklarından örnekler vererek, yangın sonrası devletin temel kaygısının yağmadan geri kalan malların devlet kontrolüne alınması ve satılması çabası olduğunu vurguladı. Talat Ulusoy ise “Yalan Şehrin hakikati” adlı sunumunda, aslında “terkedilmiş” diye bir mal olmadığını, zorla yurtlarından kovulan insanların kalan mallarının söz konusu olduğunu ve bunların yağma edildiğini, o yıllarda yayınlanan dini bir fetvanın da bu yağmayı “helal” gördüğünü söyledi.

Konferansın “Milliyetçilik, Kimlik ve Çevre” başlıklı son panelinde ise, İzmir’de 1930’larda yürütülen azınlık karşıtı milliyetçi kampanyaları, İzmirli Rum cemaati popüler kültüründe toplumsal cinsiyet rolleri ve kimliklerini ve  üç İzmirli Rum’un şehre dair hatıratlarını konu alan sunumlar yapıldı.

Konferans, Ayhan Aktar’ın kapanış konuşmasıyla sona erdi. Aktar konuşmasında, Konferans boyunca İzmir’in yükseliş ve çöküşü sürecinin ortaya serildiğini, Türkleştirme politikaları çerçevesinde 20. yüzyılda kesintisiz olarak sürdürülen yağma ve el koyma uygulamalarıyla, amaçlandığı söylenen ‘yerli ve millî’ bir burjuvazi yaratma hedefine ulaşılamadığını söyledi. Aktar Konferansta, 1930 yılında yükselen Serbest Fırka’nın İzmir’deki gücü, Kubilay Olayı, Menderes Dönemi gibi İzmir için önemli sayılacak başlıkların konferansta ele alınmamış olmasının eksikliğini vurguladı.

Evet, İzmir kendi geçmişiyle yüzleşme bakımından iki önemli gün yaşadı. Dileğimiz bu ve benzeri konferansların çoğalarak devam etmesi. Bir de İçinde önemli devlet ve özel üniversiteler barındıran İzmir’den daha çok sunum ve bildiri çıkması.
Emek veren herkese İzmir adına sonsuz teşekkürler.

Konferans programı için tıklayın
 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti