22 Şubat 2018

Ufak tefek teferruatlar

Ufak Tefek Cinayetler: Kadın karakterler neden bir tipolojinin ötesine geçemiyor?

Dizi izlerken aklıma hep lisedeki edebiyat derslerimiz geliyor. Lise 2’de sanırım karakter ve tip ayrımını öğrenmiştik – okuduğumuz, izlediğimiz metinler için hocamız hangisi tip, hangisi karakter diye sorardı. İşlenen kişi toplumsal bir durumu, olguyu temsil etme amacıyla, sadece belirli bir özelliği üzerinden işleniyorsa o bir tipleme oluyordu; bireysel özellikleri, gelişimi, çatışmaları, farklı yönleri, yani kısaca ‘kendisine has’ bir varlığı varsa karakter. Aradan geçen 10 yılda izlediğim tüm diziler – ki ben neredeyse hiç kalite standardı gözetmeden hemen her diziye takılıp kalıyorum – kadınlar söz konusu olunca bu ayrımın hep tipleme tarafında kalıyorlar.

Bu durum kendiliğinden bir sorun arz eder mi? Elbette etmez, her ikisi de farklı amaçlar taşıyan kişi yaratma teknikleri. Buradaki temel mesele, dizilerde anlatılan adamlar gri bölgeleri, yaşanmışlıkları, çelişen özellikleri ile ‘karakter’ diyebileceğimiz kadar geliştirilmiş kişilikler iken, karşılarında ve yanlarında yer alan kadınların, iyilik, kötülük, güzellik, saflık gibi tek bir özellikleri ile karikatürize olmaktan öteye gidemeyen ‘tiplemeler’ olarak her dizide karşımıza çıkmaları.

Mesela şu sıralar çok tutan dizilerden Ufak Tefek Cinayetler. Hikâye dört ana kadın karakter üzerine kurulu ve hikâye, geçmişten gelen bir hesaplaşmanın dizinin başında failini ve maktulünü bilmediğimiz bir cinayet üzerinden anlatılması ile ilerliyor. Şu sıralar dünyada da, Türkiye’de de dizilerde, haberlerde kadının bağımsızlığı ve gücü en sık işlenen konulardan biri. Ufak Tefek Cinayetler’in son bölümünde de benzer bir tema karşımıza çıkıyor. Dizinin kadın karakterlerinden biri olan Arzu trafikte kendisine tam anlamıyla erkek kibriyle zorluk çıkarak adama kafa tutuyor (eski kocası Mehmet’in hayran bakışları altında), sonrasında da bardaki bir ‘bekarlar gecesi’nde kahramanlarımız karşısındaki kıza racon kesmeye çalışan, boş boş konuşan mafyatik bir öküzü azarlayıp benzetiyorlar, kızı da oradan kaçırıyorlar. Ana fikrimiz kadının gücü, bağımsızlığı, erkeklere boyun eğmemesi. Buraya kadar her şey tamam. Sorun şu ki, bütün bu tartışmalar, başkaldırmalar o kadar karikatürize ki, izlerken tahtaya sürten bir tebeşir hissi veriyorlar. Ama dizide kurulan kadınlık, kadın karakterler aslında en başından beri bir ‘tipleme’nin ötesine gidemediği için bu durum kaçınılmaz.

Dizinin ilk bölümüne dönüp karakterlerimizin kurulmasını ve tanıtılmasını gelin beraber inceleyelim. Kadınlarımızı bize, ilk sahnedeki cinayetten sonra dinlediğimiz görgü tanıkları anlatmaya başlıyorlar. Oya, Merve, Arzu ve Pelin... Bir takım hırslar, lise yılları şunlar bunlar. Bu ‘karakterlere’ dair ilk nüans aslında o gruba çok da ait olmayan Arzu ile geliyor. Arzu özünde iyi bir insan (hepimiz böyle birilerini tanıyoruz). Diğerlerinden farklı. Nasıl mı anlıyoruz? Çünkü anlatıcı Arzu’nun meziyetlerini sayıp dökerken kendisi mutfakta yemek yapıyor, kurabiyeler pişiriyor. Diğer kadınlar ise sadece giyinip, süslenip püsleniyorlar. Çünkü gerçek kötü kadın elini bulaşığa sürmez ve evde yemek yapan bir kadın kötü olamaz, bunu unutmamak lazım! Gerçi ilerleyen bölümlerde kötü kadınımız Merve de pişirip taşırma işine el atacak ama onun emelleri hep başka.

Devam edelim... İlk 10 dakikada kadınlarımızın hepsi ile tanıştık, sıra hayatlarındaki erkekleri tanımaya geldi. Dizinin en çarpıcı ve en çekici adamı Serhan. Serhancığımız, dizinin fettan kadını Merve ile evli. Bir sabah telaşı ortamı- çocuk okula yetişecek ama çizgili çoraplarını giymekte ısrarcı, Merve arabasının anahtarlarını bulamıyor, bir çocuğa, bir evdeki bakıcıya bağırıyor. Bu arada Serhan ne mi yapıyor? Sükunetle odasında hazırlanıyor, parfümünü sürüyor ve yaka mendili seçiyor. Merve okula geç kalacakları için minik kızının çizgili çorap giyme inadına söylenirken, Serhan bir kurtarıcı olarak ortaya çıkıyor. Çiftin ortak çocuklarının hazırlanmasında o ana kadar yardım etmemiş olabilir, kadın stres içinde araba anahtarı arıyor olabilir ama tamamen hazır olan minik kızın ayağına çizgili çorapları giydirip, gözümüzden kalpler çıkarak izlediğimiz kahraman bir baba! (Gerçi bunu bile yapmayı akıl edemeyen erkeklerle çevrili etrafımız ama o ayrı bir konu.)

Derken Oya’ya dönüyoruz- başarılı, işinde istikrarlı, hiç evlenmemiş, çocuğu yok. (bunun sebebine de geleceğiz.) Bir erkek asistanı var, gay olduğu izlenimini veren. Zaten kadın bir doktorun, başarılı bir cerrahın altında bir erk’ek çalışamaz, ancak gay bir erkek çalışır – bunu inceden alıp yola devam ediyoruz.

Sırada Merve var, dizinin kötü cadı kadını. Merve dizi boyunca bir yığın fesatlık ve kötülük yapıyor ama karakterler tanıtılırken Merve’nin kötü ve bencil karakterini anlatmak için verilen örnek evlere şenlik. Otoparkta Merve ile başka bir araç tek boş yere doğru yaklaşırlarken, diğer araç hızlanarak boş yere tek hamlede giriyor (diğer arabada erkek şoför olduğunu söylememe gerek yok sanırım). Bunun üzerine Merve aslında hiç kendisinden beklenmeyen bir kibarlık ve mesafeli bir dille (çünkü dizi boyunca insanlara durup durup ‘canım’ diye hitap edecek), adama oraya kendisinin park etmek üzere olduğunu söylüyor. Ama karşısındaki öküz bu konuşmada, Merve’ye ne münasebet olduğu anlaşılamayan bir samimiyetle ‘tatlım’ diye hitap ediyor, aşağılıyor. Bu da yetmezmiş gibi sakızını Merve’nin ön camına atıyor. Bunun üzerine Merve de adam uzaklaşınca gidip adamın arabasına çarparak onu parkın dışına itiyor ve kendi arabasını o yere park etmiş oluyor. Şimdi içtenlikle aramızda Merve’ye hak vermeyen var mı? Kadının muhtemelen dizi boyunca yaptığı en hakkaniyetli hareket kötü karakterine referans olarak anlatılıyor...

Tabii bu hamleleri yapan arabayı merak ettiyseniz, siz bir de oturdukları evleri düşünün. Merve, Arzu, Pelin, hepsi malikane ile villa skalasında evlerde oturuyorlar. Allah için Oya da aynı muhitte bahçeli, müstakil bir eve taşınıyor. Ama tabii kadın bekar olunca, her ne kadar dizinin her anında muayenehanesi dolup taşan bir doktor da olsa, kolundan Rolex, elinden lüks çantalar eksik olmasa da, evi diğer arkadaşlarının yanında ‘sevimli ve mütevazı’ diye tabir edebileceğimiz ebatlarda kalıyor. Diğer üç arkadaş ise tek kişinin geçindirdiği ailelerde, bir ya da ikişer çocuk, bir-iki yatılı yardımcı ile, hane giderleri Oya’nın en az 10 katı iken, çok daha lüks ve büyük evlerde yaşıyorlar. Allah kocalara zeval vermesin. (Bu arada Oya şak diye çıkması gerektiği kira evinden, müstakil eve kiraya geçiyor- bugüne kadar neden bir ev sahibi olmadığı sorusunu bir kenara bırakıyorum. Herhalde başında bir adam olmayınca ya kadın mal-mülk yatırımı yapmaya lüzum görmüyor ya da Oya orta sınıf bilincinden hiç nasibini almamış özgür ruhlu, değişik bir insan).

Zaten bu Oya’nın yalnızlığı eskiye dayanan bir husus- banklara ismini kazırken de tek başına, gölde arkadaşları ile yüzerken sağa sola açılırken de tek başına, konserlerde sinemada hep tek. Ama kariyer yapan kadın böyledir: Yalnızlığı seven bir tip olduğu için kariyer yapar, kariyer yaptıkça da yalnızlaşır. Bu iki olgu birbirini besleye besleye Türk aile yapısının temel prensiplerini bozmadan hayatlarına devam ederler. Ta ki önemli bir mesele olana dek. Mesela sokakta kalp krizi geçiren yaşlı amca... Oyacığım hayatının her aşamasında yalnız, mesleğini icra ederken yalnız ama dizide biri kalp krizi geçirsin, hemen orada bir adam yanında biter! Gerçekten, Allah Serhan’ı başımızdan eksik etmesin; Oya adamla debelenirken ambulansı arayan Serhan, gidip etraftaki arabaların üstünden adamı taşıyacak bir örtü bulan ve bir anda kendisine eklenen iki erkekle adamı sağlık hizmetlerine kavuşturan hep Serhan. Oya da ancak gelen sağlık ekibine EKG falan bir şeyler anlatıyor işte.

Oya dizinin başında, gelgitler arasında kızların hayatlarını incelerken, kendisine ‘kötü durumdalar mı peki?’ diye soran arkadaşı Edip’e “hayır, hepsi evlenmişler, çocukları olmuş” diyor. Unuttuysak hatırlayalım, Oya evlen(e)medi, çocuğu olmadı, doktor olmuş, küçük kızları zorla evlilikten kurtarıyor falan ama bunlar teferruat tabii.

Bu arada dizi sektörüne bir önerim var! Karakterlere şaşalı laflar ettirmeden önce durup düşünün: “Aynı laf Bülent Arınç’ın ağızından çıksa ne tepki verirdim?” Yazdığınız replik bu testi geçiyorsa diziye koyun, geçmiyorsa bir daha düşünün. Oya arkadaşlarının evli, mutlu, çocuklu hayatına kederlenirken, komşu teyze duruma açıklık getiriyor: ‘Bir kadının rujunun en kırmızı, en parlak olduğu zaman aslında en çok acı çektiği andır!!!’ Başkası söyleyince kadının giydiğine, sürdüğüne karışarak onu hayat tarzından utandırma diyoruz buna ama modern ve üst sınıf bir mahallede, sarışın teyze söyleyince görmüş geçirmişlik oluyor adı.

Ta ta taa! Ve en sonunda, geçmişteki sır perdesi aralanıyor! Oya yaşadıklarının ağırlığıyla intihara teşebbüs etmiş vakti zamanında. Ama ölmemiş, karnına demir saplanmış, o da sen git, rahim duvarını zedele. Bundan mütevellit çocuğu yokmuş, olamıyormuş meğer Oya’nın. Çünkü bir kadının özgür iradesi, aklı ve fikri ile bilinçli bir tercih olarak çocuk istememiş olması mümkün değil. Evlenmemesi de anlamlandı şimdi, çocuk doğuramayacak kadın neden evlensin veya kim onla neden evlenmek istesin, değil mi?

Bölüm bölüm devam etmeye kalksak bu yazı bir kitap olabilir. Dizinin her aşaması kadın karakterler ve kadın-erkek ilişkileri, hatta genel olarak kadınlıkla ilgili bir yığın klişe ile dolu. Kaldı ki, Ufak Tefek Cinayetler hikâyenin dört ana kadın karakter üzerine kurulu olduğu bir dizi. Bir de kadınların hikayeye yan karakter olarak dahil edildiklerini düşünün. Evlerden ırak! Türkiye’de diziler her yönden gelişip kendilerini yeniliyorlar. Bir dönemler aynı dizi farklı insanlarla dört, beş kanalda birden oynuyor oluyordu. Ama bu süreçte, kadın karakterler neden bir tipoloji olmanın ötesine geçemiyorlar? Sektörün önde gelen yazarları, senaristleri, yönetmenleri hep kadın iken neden kişiliği, duruşu ile, gerçek ve bir muhallebiden bir tık daha gelişkin bir kadın izleyemiyoruz?

Yazarın Diğer Yazıları

Anketler nasıl okunmalı?

"Bu seçimde kimsenin hesap değiştirmeye vakti olamayacağı için, geçmiş araştırmalar fikir verici olacaktır"

Tek başına iktidar, koalisyon ya da bir ihtimal daha var...

Tek başına iktidar veya koalisyon olmazsa gidilecek bir erken genel seçimden kim, nasıl kazançlı çıkabilir?