22 Temmuz 2016

OHAL ve sıkıyönetimle geçen ömürler

Kraldan fazla kralcılıkta herkesi yaya bırakmakta üstümüze yok da.

Ankara, İstanbul ya da İzmir’de yaşayan 65 yaşındaki bir Türk yurttaşı ömrünün on yedi yıl on ayını  sıkıyönetim ya da OHAL gibi, demokrasinin fiilen kısıtlandığı bir rejimde geçiriyor.

Güneydoğu’da, Diyarbakır, Siirt, Batman ve benzeri illerden birinde yaşayan 65 yaşındaki bir Türk yurttaşı ömrünün yirmi yedi yıl dokuz ayını sıkıyönetim ya da OHAL gibi, demokrasinin fiilen kısıtlandığı bir rejimde geçiriyor.

Ölçü olarak 65 yaşı alıyorum, başlangıç olarak 1950’yi, çok partili siyasal hayatın başladığı 1950’den bu yana geçen süre içinde kimselere bırakmadığımız “demokrasinin”, “seçimle iş başına gelmiş iktidarların” Türk Halkına armağanına bakıyorum.

Sıkıyönetim ve OHAL gibi kısıtlamalarla geçen on yedi ve yirmi yedi yılların dışında, sanki çok mu demokrasi var, temel hak ve özgürlükleri çok mu rahat kullanıyoruz?

 

Zaman zaman evet

 

Belli aralıklarla evet.

Örneğin, 1961-71 arasında, paradoksal biçimde, bir darbe sonrasında gelen 1961 Anayasasının geniş özgürlükler sağlayan ışığında Türkiye bir demokrasi şöleni yaşıyor. 1950’den bu yana en çok o yıllarda.

80’lerin ikinci yarısında ve 90’larda Türkiye’nin Batısında belli aralıklarla demokrasi var ama, evrensel anlamda bir demokrasi hep eksik.

AKP iktidarı ile birlikte 2011’e kadar işler şöyle böyle. AB reformları bu dönemde ağır basıyor.

Ne var ki, 2011 seçimleri sonrasında başlayan fiili otoriter baskı, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, son iki yıl içinde tavan yapıyor.

En büyük darbeyi kuvvetler ayrılığı ilkesi, medya ve yargı alıyor. Zaten bu üç güç ağır hasara uğradığında, “demokrasi fiilen rayından çıkmış” oluyor.

Buna şimdi OHAL ekleniyor.

 

Meclis ikinci planda

 

OHAL’in önemli özelliği ülkeyi “kanun hükmünde kararnamelerle (KHK)” yönetmeyi öngörmesi, yani Meclis arkadan geliyor.

Her ne kadar, KHK’lar bir ay içinde Meclis’e gelmek durumda ise de, yayınlanan KHK arada geçen otuz gün içinde pekala uygulamaya giriyor ki, Meclis’e geldiğinde Meclis geri çevirmiş olsa bile, ortada bir aylık uygulama var.

Buradan çıkan anlam şu.

KHK’lar hükümete geniş bir serbestiyet tanıyor. Hükümetin aldığı kararlar, otuz gün için bile olsa,  Meclis denetimi dışında kalıyor.

Her ne kadar bugünkü Meclis hükümetten gelen istekleri eksiksiz yerine getiriyor olsa da, yine de hiç olmazsa, bir tartışma çıkıyor. Bundan sonra tartışmalar da, arkadan gelecek.

Zaten “olağanüstü hal”, getirdiği kısıtlamalarla birlikte, biraz da bu nedenle “olağanüstü.”

 

Uygulama

 

Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ile birlikte, sorun uygulamada.

Şimdi OHAL ilan edilirken, gerekçe makul, 15 Temmuz darbesine bağlı olarak, geride kalan ne varsa, onları temizlemek, darbecileri hızla yargı önüne çıkarmak.

Ancak, uygulamanın geçmiş örnekleri hiç parlak değil.

Uygulama 15 Temmuz’la bağlantılı mı kalır yoksa bunu fırsat bilerek başka alanlara sıçrar mı? Geçmişte hep öyle oldu da.

Yani, bütünüyle bir baskı rejimine döner mi?

Bir felaketten kurtulmanın sevincini yaşarken başka facialara yol açar mı, mesele bu.

Kaygı bu noktada yoğunlaşıyor.

 

YÖK ve Diyanet 

 

Bu arada OHAL ilanından önce, 15 Temmuz’un izleyen birkaç gün içinde fiilen OHAL vaziyetine giren iki kurum dikkat çekiyor, YÖK ve Diyanet İşleri Başkanlığı.

YÖK tüm akademisyenlerin yurt dışına çıkışını yasaklıyor. Ayrıca, 1577 dekanın istifasını istiyor, dekanlar da anında istifa ediyor. Üniversite özerkliği yerle bir, zaten pratikte işlemiyor, şimdi iyice stop.

-YÖK hangi yasaya dayanarak istifaları istiyor? Yasal dayanağı ne? Bu üniversitelerde fiilen OHAL uygulaması değil de, ne?

Elin oğlu çoktan farkında, Avrupa Üniversiteler Birliği YÖK’ün koyduğu bu yasağı ve istifa istemini şiddetle eleştiriyor, kınıyor.

-Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise, 15 Temmuz sonrası kendisine yeni bir görev biçmiş vaziyette. 81 ilin müftüsünü topladığında, hem “siyasetin dışında kalacağız” diyor, hem de, sabahtan akşama kadar “siyaset” yapıyor, siyasi demeçler veriyor, parti liderlerine yol göstererek, “partiler miting yapsın” fetvasını veriyor.

Camilere sala emri vermek, insanları camiler üzerinden akşamları siyasi mitinglere çağırmak, Diyanet'in ne zamandan beri işleri arasında? Bu davranış “cami üzerinden siyaset yapmak” değil de, ne? Orada da, görünmeyen bir OHAL var.

Her kurum, kendine göre, ama iktidarın dümen suyunda, kendi içinde bu gibi kararlar alırsa, bunun sonu toplumsal kaosa çıkar.

İktidar belli kurumların kendi inisiyatifleriyle başlattıkları bu hareketlere şimdi sempatiyle bakabilir, ama bir süre sonra, ipin ucu kaçar.

Malum, kraldan fazla kralcılıkta herkesi yaya bırakmakta üstümüze yok da.

Yazarın Diğer Yazıları

"Milletin Meclisi" akla şimdi geldi!..

Yeni bir Anayasa için sıkışınca, gelsin Millet Meclisi

Steinmeier’in sıra dışı ziyareti: Döner ve ötesi

Gezi “resmi gezi” ancak, Tayyip Erdoğan’la görüşmesi gezinin son gününde

"Boykota" göz yaşartıcı destek!..

Şimdi aniden balıklama destek!.. Çünkü, ekonomik felakette suçu lokantaların üstüne atıyor. İris Hanım!.. Neden yaptınız bu çağrıyı?..