20 Eylül 2016

Eğitimde unutulmaz bir itiraf

“Otoriter bir kültür içinde... Analiz yapma, sorun çözme yetenekleri zayıf çocuklar...”

“Otoriter bir kültür içinde bağımlı olarak yetişen çocuklarımız kendilerine tanınan alanın dışına çıkmakta zorlanıyor.

Analiz yapma, sorun teşhisi, problem çözme yetenekleri zayıf kalıyor.

(...) Nitelikli insan gücü ve insan gelişmişlik endekslerinde oldukça geriyiz, yenilik yapamıyoruz.

(...) Müfredat tek adam yaratma paradigması, otoriter ve merkezi eğitim, öğretmen ve öğrenci ile birlikte gözden geçirilirse, anlam taşır.”

Bir muhalefet milletvekilinin ya da eğitimde uzmanlaşmış AKP karşıtı bir kurum ya da ekibin görüşü değili bu.

Temmuz 2011 - Ocak 2013 arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, aynı zamanda AKP milletvekili Ömer Dinçer’e ait bir tespit.

Üniversitede görev yaparken adı bir ara “intihal” iddialarına da karışan Ömer Dinçer, Milli Eğitim Bakanı olmadan önce Mayıs 2009 ile Temmuz 2011 arasında Sosyal Güvenlik Bakanı. Orada Bakan iken, Milli Eğitim Bakanlığı'na kaydırılıyor.

2007’de milletvekili seçilmeden önce ise, Ekim 2003 ile Mayıs 2007 arasında Başbakanlık Müsteşarı, yani devletin en kilit pozisyonunda, Tayyip Erdoğan’a en yakın ekip içinde.

Dün yazdığı bir yazıda, okulların açılması nedeniyle olsa gerek, yukarıdaki gözlemlerini aktarıyor:

“Otoriter bir kültür içinde... Analiz yapma, sorun çözme yetenekleri zayıf çocuklar...”

Çarpıcı olan, şimdi gördüğü gerçeklerin oluşmasında hem en sorumlu makamda Bakan olarak oturmuş, hem en sorumlu makamda Müsteşar olarak bulunmuş, Türkiye’yi yöneten ekibin içinde on yıldan fazla fiilen yer almış bir kişi şimdi geriye dönüp baktığında, bu itirafta bulunuyor.

Böyle perişan bir tablonun oluşmasında ciddi payı olan bir kişi, şimdi gördüğü sonuç karşısında, hele de diğer ülkeler ile karşılaştırınca, herhalde vicdan azabı duyuyor ki, bu satırları kaleme alıyor.

Bulunduğu makamlar dikkate alındığında, AKP tarihinde unutulmayacak bir itirafa imza atıyor. 

Benzer gözlemleri başkaları söylediği ve yazdığında, AKP bir bütün olarak Meclis’te ya da başka platformlarda, parti olarak ya da milletvekili ve Bakan olarak ağzına geleni sayıyor.

Şimdi aynı gözlemi kendi içlerinde yer alan birisi yazıyor. Malum, söz uçar, yazı kalır.

Eğitim İş raporu

AKP iktidara geldiği 2002’den bugüne, Türkiye’de “otoriter bir kültür” oluşmasını nasıl beceriyor?

Okullardan başlayan bir zehirli iğne nasıl oluyor da, ülkeyi bugünkü “şiddet toplumuna” taşıyor?

Çok basit.

Laik eğitim ve öğrenimden uzaklaştıkça.

Temelleri orada atılıyor.

Türkiye’nin DNA’sı bozuluyor, bozulmanın ilk adımı okullardaki müfredat.

Eğitim İş 2016 - 2017 ders yılı için üzerinde çok düşünülmesi gereken, pek çok acı gerçek içeren bir “Değerlendirme Raporu” hazırlıyor.

İmam hatipler

Sözü edilen rapor eğitimde durumu özetliyor. Önce imam hatipler. 

Bu yıl 1149 imam hatip lisesi ders başı yapıyor, 677 bin 205 öğrencisi ile. Bunun yanında 1961 imam hatip orta okulu var, 525 bin 295 öğrencisi ile, toplam bir milyon 201 bin 500 öğrenci.

Son yetmiş yılın rekoru, okul ve öğrenci olarak.

1950 ile 60 arasında DP döneminde 19 olan imam hatip sayısı, 1990’da 392’ye  yükseliyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002’de ise, 450 imam hatip okulu var. Gerisi AKP iktidarında.

Neden imam hatipler?

1996 Refah Partisi Kongresinde Necmettin Erbakan açık konuşuyor:

“Bugünkü iktidarımızı imam hatiplere ve Kur’an kurslarına yapılan yatırımlara borçluyuz”.

2016 Eylül’ünde ise, o yatırımların mimarlarından olan bir Milli Eğitim Bakanı “analiz yapma, sorun çözme yeteneği zayıf, otoriter kültürde yetişmiş bir kuşaktan” söz ediyor.

Pişmanlıkla, eleştirerek.

Ekonomisi de var

O pişmanlığa yol açan bir “ekonomi” var.

Yine Eğitim İş raporundan:

“OECD ülkelerinde milli gelirin yüzde 6’sı eğitime harcanırken, Türkiye’de milli gelirin yüzde 3.5’u eğitime ayrılıyor”.

Bu OECD ülkelerinde en geri oranlardan biri. OECD ülkeleriyle Türkiye arasındaki eğitim farkı her geçen yıl biraz daha açılıyor, uygarlık ve gelişmişlik uçurumu daha derinleşiyor.

Aynı uçurum Türkiye’nin kendi içinde de var. Gelir bölüşümü bozuk olan Türkiye’de bu bozukluk eğitim harcamalarına yansıyor. En yoksul yüzde on kesim ile en varlıklı yüzde on kesim arasındaki fark hızla derinleşiyor.

“En yoksul yüzde on kesiminde yer alan bir aile eğitime ayda 4, yılda 53 lira ayırabiliyor. En zengin yüzde on kesimindeki bir aile eğitime ayda 343, yılda 4 bin 119 lira harcıyor.

Toplam tüketim harcamalarında bu iki kesim arasındaki 6.5 kat olan fark, eğitime gelince 78 kat fark gibi, inanılmaz bir farka yükseliyor”.

Toplumda korkunç bir farklılaşma, ayrışma, 53 lira, 4 bin 119 lira. Bu fark yaşayış tarzına, hayata bakışa, hayatın bütün alanlarına yansıyor. Hepimizin dramı.

Ve de siyasete

Aynı ayrışma kaçınılmaz biçimde siyasete de yansıyor.

AKP’nin oy deposu işte eğitime ayda 4 lira ayırabilen bu kesim.

Belki de, bu nedenle AKP ısrarla imam hatiplere destek veriyor, yoksul kesim ayda 4 lira ayırırken, “analizden yoksun, otoriter kültür içinde” ve bunun devamında “dindar ve kindar kuşaklar” genellikle o kesimden yetişiyor.

İşin en trajı komik yanı da, bir tarihte Devlet Bakanlığı yapan, üstelik profesör unvanı taşıyan Mehmet Aydın’ın sözü:

“İmam hatipler çağdaş eğitim modelidir, model okullardır.”

O “model okullar” artı ekonomik refah ve gelir bölüşümüyle bağlantılı geldiğimiz yer 2016 Eylül’ünde işte burası.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyetçisi olmayan Cumhuriyet

AKP'nin imam hatiplerle, vakıf ve derneklerle, kendine bağlı sermaye ile oluşturduğu taban karşısında duranların ortak söylemi var. Hangi siyasi kanatta olurlarsa olsunlar... Ortak söylem Cumhuriyet!..

Piyasa Erdoğan'a, Erdoğan Murat Kurum'a güvenmiyor

Erdoğan ve bakanların İstanbul'da her oy avcılığı Kurum'u biraz daha değersiz kılıyor

Promosyon aldatmacası, İstanbul kâbusu

Başta Erdoğan, hükümetin tekmil bakanları İstanbul’da, hepsi birden Ekrem İmamoğlu’na karşı oy devşirme yarışında. 1946’dan bu yana hiçbir genel ve belediye seçiminde görülmeyen manzaralar!..