26 Aralık 2013

Türkiye’nin mali yapısı iddia edildiği kadar sağlıklı mı?

Türkiye ekonomisi ile ilgili yıllardır tekrarlandığı için ezber olmuş ve doğru olup olmadığı, çok tekrarlanmış olduğu için artık sorgulanmadan kabul edilir hale gelmiş, “istatistiki şehir efsanesi” ismini verdiğim çok sayılı yanıltıcı/yanlış ekonomik gözlemler var.

Bu yazının 3 konusu

Bu yazı, birincisi “Türkiye Ekonomisi Bir Kavşak Noktasında” başlığı ile bir-kaç gün önce yayınlanmış olan 7 yazılık bir dizinin ikincisi oluyor. Bu yazının gayesi dizinin sonraki 5 yazısının açıklamalarına faydası olacak bazı arka plan bilgilerini açıklamak.

Türkiye ekonomisi ile ilgili yıllardır tekrarlandığı için ezber olmuş ve doğru olup olmadığı, çok tekrarlanmış olduğu için artık sorgulanmadan kabul edilir hale gelmiş, “istatistiki şehir efsanesi” ismini verdiğim çok sayılı yanıltıcı/yanlış ekonomik gözlemler var. Nitekim sanırım bu tekrarlamalar nedeniyle, artık yabancı medya bile bunları bir gerçek olarak kabul etmeye başladı. Geçmişteki yazılarımda bunların bir kısmını tartışmıştım. Örneğin, bunlardan birisi “Türkiye’de kişi başına milli gelirin (KBG) 10 yılda 3 kat artmış olduğu” iddiası. Bu iddianın gerçekleri yansıtmadığını daha önce yaptığım analizle göstermiş olmama rağmen, bu yanlışı çok saygı değer bir yayın olan The Economist dergisi 3-4 ay kadar önce Türkiye ekonomisi konulu bir makalede tekrarlayınca artık dayanamayıp, dergideki bunu iddia eden makaleye bir yorumda bulundum. Bu tecrübemi aşağıda anlatacağım.

Bu yazıda arka plan bilgisi olarak 3 konuya değineceğim. 1. Türkiye’nin ‘mali disiplinin’ çok övünülen bir husus olduğunu biliyoruz.  Bu ne derecede doğru?  2. Büyüme konusu. Türkiye’nin 2012 büyüme hızı açıklandığında bu rakamın nispeten olumlu olduğunu iddiasında bulunan yaygın yorumlar yapıldı.  Bu yorumlarda gerçek payı ne gibi bir seviyede? 3. TCMB’nin yabancı medya, yatırımcılar ve kurumların “geleneksel olmayan”, “alışılmamış” gibi sıfatlar kullandığı para politika araçlarından birisi olan “Koridor faiz politikasının” nasıl işlediği ve bu politikanın ekonomiye zararı mı, yoksa faydası mı olduğu?

 

Türkiye’nin mali yapısı iddia edildiği kadar sağlıklı mı?

Ekonomik yöneticiler yıllardır bu görüşü savunmaktalar. KBG konusunda da olduğu gibi sanırım bu iddianın senelerdir tekrarlanıyor olması yabancı medyayı da ikna etmiş durumda. Bu görüşü en son olarak Financial Times ile yaptığı bir söyleşide Maliye bakanı Sayın Şimşek tekrarladı. Vurguladığı husus Fed’in, o zaman beklendiği gibi, aylık 85 milyar dolarlık likidite enjeksiyonu uygulamasını azaltıp - azaltmayacağı hakkındaydı (nitekim bu beklenti bilindiği gibi 2 hafta kadar önce gerçeğe dönüştü). Tabii, Fed politikasını değiştirdiğinde Türkiye’nin dış finansman bulma problemi daha da büyük boyutlu olacak.  Bu söyleşide Maliye Bakanı Türkiye’nin hiç bir problem yaşamayacağı görüşünü ifade etti. İyimserliğine önemli gerekçe olarak, TCMB’nin kafa karıştırıcı, geleneksel olmayan politikalarını “yaratıcı” bulmasını ve yanlış ve yanıltıcı olduğunu bildiğim için duymaktan bıktığım, ülkenin mali yönden çok sağlıklı olduğunu gösterdi.

 

Mali disiplinin geleneksel göstergeleri

Mali disiplinin sağlıklı olduğu sonucuna genellikle bütçe açık oranının (BAO, Bütçe açığı/GSYH) ve Kamu borç oranının (KBO, Kamu Borcu/GSYH) düşük olması ile varılır. Okuyucular, yukarda bahsettiğim “istatistiki şehir efsanesi” ismini verdiğim kavramın, doğru rakamları kullanarak yanlış ve yanıltıcı izlenim yaratma sanatı olduğunu bilir.

Ben Türkiye’nin mali disiplinin olduğu iddiasını bu kavramın bir örneği olarak görüyorum. Her şeyden önce, bu sonuca Türkiye’yi gelişmiş ülkelerle karşılaştırarak varılıyor. Bilimsel olarak, Türkiye’yi, Türkiye gibi yani, gelişen ülkelerle karşılaştırmak gerekir. 2012 yılının şu verilerine bakalım: Japonya’nın KBO’su, yüzde 238, BAO’su ise yüzde 10.2. ABD’de KBO, yüzde 107, BAO yüzde 8.5. İngiltere’nin oranları ise sırasıyla yüzde 90.3 ve yüzde 8.3. Türkiye’nin KBO’su ise sadece yüzde 36.4 ve BAO’su sadece yüzde 2 civarında (Ancak, ülke BAO’sunun 2014’de artacağı bekleniyor. Nedenlerinden ilerdeki bir yazımda bahsedeceğim.) Bu rakamlara bakarak, Türkiye’nin diğer 3 ülkeye oranla çok daha sağlam bir mali disiplini olduğu iddia edilebilir. Nitekim Maliye Bakanı ve diğer ekonomik yöneticiler yıllardır bunu yapmakta ve kimse vardıkları sonucun hatalı olduğunu söylememekte.

 

Economist dergisinin ‘Türkiye’de KBG’nin 3 kat arttığı’ hatasını düzeltmesi

Dolayısıyla, Tabii ki, kişi başına gelirin (KBG) 10 yılda 3 kat artmış olduğu masalı gibi, kimse hatalarını göstermediği için, yetkililer mali disiplin konusunda da bu yanıltıcı izlemi devam ettirmekten çekinmiyorlar. Bu arada KBG konusunda saygı duyduğum The Economist dergisi de 15 Haziran sayısında aynı şeyi tekrarlayınca, artık dayanamadım ve uzunca bir yorum yaparak KBG’nin gerçekte 10 yılda 3 kat artmak yerine sadece yüzde 43 artmış olduğunu rakamları göstererek ispat ettim. Dergiye kredi verilmesi gerekir. Hatalarını örtbas etmek yerine, yaptığım analizin ışığında kabul ettiler. Üstelik düzeltmeyi kimsenin görmeyeceği derginin bir dip notuna koymak yerine, düzeltme yaptıklarını ve düzeltmenin hangi sayfada olduğunu derginin “içindekiler” bölümünde ilan ettiler.

Ancak, mali disiplinle ilgili benzeri yorumumu yayınladılar, ama dergide bir düzeltme yapmadılar. 11, 20 ve 22 Haziran tarihli yorumları şu linkte görebilirsiniz:  http://www.economist.com/node/21579491/comments

 

Mali disiplinin sağlıklı olması o ülkenin faizini düşük yapmaz mı?

Mali disiplin konusuna dönersek, her şeyden önce, Türkiye’nin yukardaki ülkelere oranla çok daha düşük BAO ve KBO’su olmasının, söz konusu ülkelerden daha sağlam bir mali yapısının olduğunu ima etmediğini tahvil piyasalarında görebiliriz. 17 Aralık itibarıyla 10 yıl vadeli hazine faizleri şu şekildeydi:

Japonya yüzde 0.66, ABD yüzde 2.84, İngiltere yüzde 3.10.

Bu ülkelere göre güya ‘mali disiplini’ çok daha sağlıklı olan Türkiye’nin 10 yıl vadeli hazine tahvilinin faizi ise yüzde 9.65’di. Yukardaki faiz farkları tabii ki bir ölçüde enflasyon beklentileri farklarından kaynaklanıyor. Ancak, reel faizleri incelediğimde, nitelik ve nicelik olarak benzeri durumun geçerli olduğunu belirledim.

Tahvil yatırımcılarının ‘aptal’ olmadıklarını kabul edersek, demek ki Türkiye’yi düşük BAO ve KBO’suna rağmen yukardaki çok yüksek KBO ve BAO’ları olan 3 ülkeden önemli derecede daha yüksek riskli bulmaktalar.

 

Demek ki düşük KBO ve BAO’suna rağmen Türkiye’nin kredi riski yüksek

Bu ‘muammanın’ sırrını şu şekilde çözebiliriz:

Kredi verenler için önemli olan borç alanın faiz ve anapara ödemeleri şeklindeki yükümlülüklerini karşılama ihtimalinin ne olduğu olur. Buna kredi, ya da temerrüt riski denilir. Kurumsal finansmanda kullanılan bir ‘karşılama oranı’ kavramı var. Bunun bir ölçeğinin bir şirketin faiz ve vergi öncesi kârı (FVÖK)/Faiz ödemeleri olduğu düşünülür. Ben bu oranı IMF’nin Fiscal Monitor yayınındaki verileri kullanarak ülke ekonomileri için belirledim. (Bütçe gelirleri/Faiz ödemeleri). KBO’su yüzde 238, BAO’su yüzde 10.2 olmasına rağmen, 2012’de Japonya’nın bütçe geliri senelik faizinin 36 katı, İsviçre, 74 katı, Danimarka, 108 katı, ABD ve İngiltere sırasıyla, 23 ve 21 katı iken, düşük BAO ve KBO’lu Türkiye’nin bütçe gelirlerinin faiz ödemelerini sadece 11 defa karşılayabildiğini buldum.

Ülke karşılama oranının başlı başına ülke kredi riskini ölçüldüğünü iddia etmiyorum.  Ancak, demek ki BAO ve KBO oranları ile faizler arasında direkt bir ilişkisi yok iken, karşılama oranının faizlerle direkt bir ilişkisi olması, karşılama oranının ülke kredi risklerinin daha mantıki bir göstergesi olduğunu gösteriyor. Tabii ki, yukardaki karşılama oranları ve tahvil faizleri Türkiye’nin mali yapısının ekonomik yetkililerinin övündüğü kadar sağlıklı olmadığını göstermekte.

 

Gelişmiş, gelişen ülke BAO ve KBO ortalamaları

Yukarda bahsettiğim IMF’nin Fiscal Monitor yayınında 30 ülkeden oluşan bir ‘gelişmiş ülkeler’ örneklemi ve (Türkiye’nin de içinde olduğu) yine 30 ülkelik bir ‘gelişen ülkeler’ örneklemi var. Gelişmiş ülkelerin GSYH ağırlıklı ortalama KBO’su yüzde 110, BAO’su ise yüzde 5.9. Gelişen ülkeler örneklem ortalaması ise KBO için yüzde 35.2 (Türkiye, 36.4), BAO için yüzde 2.1 (Türkiye, yüzde 2).

Sonuç: Eğer Türkiye’nin ‘mali disiplini’ sağlamsa, ortalama gelişen ülkenin mali disiplini de Türkiye’nin olduğu derecede sağlıklı. Yani çok övünülen “mali yapımızın sağlıklı olduğu” Türkiye’ye özel olan bir durum değil; ortalama bir gelişen ülke için de geçerli.

Tabii ki burada yapılan bilimsel hata, Türkiye’nin mali disiplini olduğu sonucuna, ülkeyi metodolojik olarak doğru olan Türkiye benzeri yani, gelişen ülkelerle karşılaştırmak yerine yanlış bir yaklaşımı temsil eden gelişmiş ülkelerle karşılaştırılarak varılması oluyor.  Bu hata, ortalama bir gelişmiş ülkeden daha sağlıklı mali yapısı olmamasına rağmen, bilerek ya da bilmeyerek ekonomiden sorumlu yetkililerinin Türkiye’nin mali disiplininin sağlam olduğu yanlışını/yanıltısını devam ettirmelerini mümkün kılıyor. (Bunu bilerek yapmalarının mı, bilmeyerek yapmakta olmalarının mı daha kötü bir alternatifi temsil ettiğine karar vermek zor! Yani, ekonomik cehalet mi daha kötü, yoksa bilgili olmaya rağmen yanıltıcı beyanatlarda bulunmak mı?). Hatta KBG konusunda da olduğu gibi, bu konuda da belki de yine çok tekrarladıkları için, yetkililer sadece halkı değil, yabancı medyayı bile yanıltabiliyorlar. Tabii, KBG konusunda da olduğu gibi, mali disiplin konusunu da sorgulamadan kabul ettikleri için medyayı ödevlerini yapmama suçlamak gerekiyor.

 

Türkiye’nin 2012 büyüme performansı

Sırası gelmişken aynı hatanın yine bilerek ya da bilmeyerek büyüme konusunda da yapıldığını ifade etmek isterim. Türkiye’nin 2012 büyüme hızının yüzde 2.2 olduğu açıklandığında hem ekonomik yetkililer hem de iş dünyasını temsil eden sayılı kuruluş şu nitelikli yorumlar yaptılar: "Büyüme hızı hayal kırıcı, ama AB ülkelerine ve diğer gelişmiş ülkelere kıyasla yine de başarılı bir büyüme" AB ülkeleri ve çok sayılı gelişmiş ülke için bu iddia doğru, ama bu durumda da yine bir “istatistiki şehir efsanesi” söz konusu. 2012’de 35 gelişmiş ülke büyüme hızı ortalaması yüzde 1.3, AB ekonomileri ortalaması yüzde eksi 0.2, G-7 ülkeleri ortalaması ise yüzde 1.5 olarak gerçekleşmişti. Dolayısıyla, ilk bakışta yapılan yorumlar doğruymuş gibi görünüyor.

 

Türkiye’nin 2012 büyüme hızının diğer gelişen ülkelerle karşılaştırılması

Peki yukardaki verilerin ışığında neden bir “istatistiki şehir efsanesi” olduğunu iddia ediyorum?  ‘Efsane’ teriminin doğru olarak kullandığımı şu veriler kanıtlıyor:  2012’de 153 ülkeden oluşan yükselen piyasa ekonomilerinin büyüme hızı ortalaması yüzde 5.1, 28 ülkelik Gelişen Asya örneklemi ortalaması yüzde 6.6, 20 ülkelik Ortadoğu ve Kuzey Afrika ekonomileri ortalaması ise yüzde 4.8 idi. Yani, sadece gelişen ülkeleri içeren bu örneklemlerin tümünün 2012 büyüme hızı ortalaması gelişen ülkeler sınıfında olan Türkiye’nin yüzde 2.2 büyüme hızından çok daha yüksek seviyede gerçekleşmiş.

Ancak, tabii sonuçlar Türkiye’nin lehine olmadığı için ekonomik yöneticiler ve iş dünyası kuruluşları, Türkiye’nin büyümesini bilimsel olarak doğru kıstas olan gelişen ülkelerle karşılaştırmak yerine, Türkiye’yi başarılı gösterdiği için karşılaştırmayı metodolojik olarak tamamen yanlış olan gelişmiş ülkelerle karşılaştırarak, bir ‘göz boyama’ egzersizi yapmayı tercih etmişler.

Ortalama veri yerine bazı önemli gelişen ülkelerin 2012 büyüme hızlarına bakarsak aynı sonuca varıyoruz. Veriler şu şekilde:

Çin yüzde 7.8, Hindistan yüzde 4, Şili yüzde 5.5, Endonezya yüzde 6.2, vs. vs.

Konu aynı noktaya geliyor: Bilimsel olarak, Türkiye’nin büyüme hızını 15 trilyon dolarlık bir ekonomi olan ve yüksek hızla büyümesi mümkün olmayan (büyük rakamlar kanunu), diyelim bir ABD ile ya da diğer gelişmiş ekonomilerle mi, yoksa Türkiye benzeri ülkelerle mi karşılaştırmalıyız? 

Merak ettiğim bir başka husus ise 2011’de (yüksek kaliteli bir büyüme olmamasına rağmen), yöneticiler yüzde 8.5 büyüme hızı ile Türkiye’nin dünyanın ikinci yüksek büyüme hızını sergilemiş olduğunu övünçle duyurmalarına rağmen, acaba 2012’de neden Türkiye’nin büyüme hızı sıralamasındaki pozisyonu hakkında bilgi vermediler?

 

Türkiye ekonomisini değerlendirme kıstası gelişmiş mi, gelişen ülkeler mi olmalı?

Konu büyüme olsun, mali disiplin olsun, doğrudan yatırımlar olsun her şeyden önce tutarlılık gösterip aynı kıstası kullanılmalı. Yöneticilerin, sonuçlar Türkiye’nin lehine olacağı durumlarda gelişmiş ülkeleri, başka ekonomik verileri değerlendirirken ise yine Türkiye’nin lehine olacağı için gelişen ülkeleri kıstas olarak kullanmaları hem yanıltıcı oluyor, hem de bir kendimizi aldatma egzersizini temsil ediyor. Bilimsel olan, ekonomik konu ne olursa olsun Türkiye’nin performansı gelişen ülkeler kıstasıyla değerlendirilmeli. Yukardaki analizin gösterdiği gibi ne Türkiye’nin olağanüstü bir mali disiplini olduğu, ne de 2012 büyümesinin başarılı olduğu doğru değil.  Bu gerçekleri hasır-altı etmek, suni ve yanıltıcı bir başarı izlenimi yaratmak, zararsız bir “halkla ilişkiler kampanyası” olmanın sınırını aşıyor: Teşhisler yanlış yapılırsa, gerçeklerle yüz yüze gelinmezse, tedavi için gereken doğru politika reçetelerini yazmak nasıl mümkün olabilir?

 

Faiz koridoru politikası

Dünya merkez bankaları arasında sadece TCMB tarafından uygulandığı için yabancı medya TCMB’nin çok sayılı para politikası araçlarını “geleneksel olmayan” sıfatıyla tanımlıyor. Bu politikalardan birisi “Faiz koridoru”.

Bu koridor politikası şu şekilde çalışıyor: TCMB’nin bu gün yüzde 4.5 olan haftalık bir repo faizi var, ek olarak, şu anda yüzde 7.75 olan bir gecelik faizi var. Ayrıca, bir de repo müzayedelerinin belirlediği aylık repo faizi var.  Bir banka TCMB’den diyelim 100 TL fonlama (kredi) isterse, TCMB bu miktarın ne kadarını yüzde 4.5’dan, yüzde 7.75’den ve müzayede faizinden vereceğini gün be gün değişik olarak belirleyebiliyor. Tabii, günden güne oranlar değişirse efektif faiz de değişmiş oluyor.  Dolayısıyla, Para Politikası Kurulunun (PPK) faizleri değiştirmiş ya da değiştirmemiş olması anlamsız bir kavram oluyor. Örneğin, PPK koridorun tavanını 50 puan artırarak yüzde 8.25 yapabilir. Tabii, bu “haberi” medya “TCMB faizleri yükseltti” başlığı ile duyurur. Ancak gerçekte, aynı zamanda TCMB ‘faiz artışı’ öncesi döneme oranla bankalara yüzde 4.50’den verdiği kredileri yeterli miktarda artırırsa, 50 puanlık ‘artışa’ rağmen gerçekte efektif faizi düşürmüş olabilir.

 

21 Kasım, “TCMB faizleri değiştirmedi” haberi

Nitekim 21 Kasımda PPK “faizleri değiştirmemeye karar verdi” haberini okuduk. Ancak TCMB aynı zamanda, yüzde 4.5’dan kredi vermeyi durduracağını ilan etti. Analistlerin tahmini, yüzde 4.5 ile ilgili kararın gerçekte efektif faizleri yüzde 0.4 ile yüzde 0.5 artırılması anlamına geldiği şeklinde oldu. Dolayısıyla, PPK’nın kararı ve medyanın bunu yansıtması yanıltıcı olmuş oldu. Tahvil yatırımcılarının bu iki karar kombinasyonunun faizlerin yükselmesini ima ettiğini doğru olarak yorumladıklarından şüphem yok. Ama bence haberi duyan/okuyan halkın çoğu yüksek bir ihtimalle yanlış olarak faizlerin değişmemiş olduğunu sanmıştır.

Her şeyden önce “faiz koridoru” politikasının şeffaf olmadığı bir gerçek. Şeffaf eksikli bir politikanın ekonomiler için arzulanabilir olacağı iddia edilemez.

 

Faiz Koridoru politikası şeffaf olmamasına ek olarak ekonomide belirsizlik yaratıyor

Faiz koridoru rejiminde bir bankanın genel müdürü sabah işe giderken o günkü TCMB fonlama maliyetinin yüzde kaç olacağını bilmiyor. Sadece yüzde 4.5 ve yüzde 7.75 rakamlarını kullanarak bir-kaç örnek vereceğim: TCMB’nin bir bankanın 100TL’lık borç talebini 60 TL’sini yüzde 7.75’ten, geri kalan 40 TL’sini ise yüzde 4.5 faizle borç vererek karşıladığını düşünelim. Tabii, bu durumda söz konusu bankanın efektif fonlama maliyeti (efektif faizi) 0.6x7.75 + 0.4x4.5 = yüzde 6.45 olmuş oluyor.  Ama bir sonraki gün yine 100 TL’lik borç istendiğinde, bu defa TCMB bunun 80 TL’sini yüzde 7.75 faizinden, 20 TL’sini ise yüzde 4.5 faizle fonlayabilir.  Bu durumda efektif faiz yüzde 7.10 olur. Medya kuruluşları, istedikleri kadar TCMB’nin faizleri değiştirmediğini, düşürdüğünü, ya da yükselttiğini söylerse söylesinler, TCMB bankaların kredi taleplerinin ne kadarını yüzde 4.5’dan ne kadarını yüzde 7.75’den (ve ne kadarını aylık müzayede repo faizinden vereceği) vereceği kararıyla faizleri bir günden ertesi güne efektif olarak değiştirebiliyor.

 

TCMB niçin faizler için böyle karmaşık bir sistem uyguluyor

TCMB’nin Başkanı bu politikayı Merkez Bankası’na “esneklik sağladığı” yani, gerekli gördüğünde her gün faizleri değiştirme opsiyonu sağladığı için uyguladıklarını gerekçesini kullanarak savunuyor. Ancak, TCMB diğer merkez bankaları gibi tek politika faiz oranı kullanıp, gerekirse bu faizi her PPK toplantısında sık-sık değiştirerek de arzu ettiği esnekliği yaratabilir. Tabii, faizlerde sık olarak değişiklikler yapılırsa hem faizlerin hem de ekonominin diğer verilerinin volatilitesi artar.  Ama “faiz koridoru” rejiminde hem volatilite daha da yüksek oluyor, hem de yukarda belirtildiği gibi, söz konusu politikanın şeffaflık özürlü olma problemi var.  Ancak, belki de “koridor” politikasını uygulamaya devam etmesinin nedeni, TCMB’nin ‘basit politikalar uygulamama’ konusundaki “şöhretini” korumak istemesinden kaynaklanıyor olabilir!

Ancak, düşünürsek, diğer ülkelerin Merkez Bankaları böyle karmaşık bir faiz belirleme politikası uygulamadıklarına göre bunun bir nedeni olmalı.

 

Koridor faiz sisteminin ekonomiye maliyeti

TCMB’nin “esneklik” olarak yorumladığı sistemin ekonomiye tercümesi “belirsizlik” oluyor. Belirsizlikten, ne kişisel ve kurumsal yatırımcılar, ne de şirketler hoşlanır. Belirsizlik ekonomilerde kaynak dağılımının düşük randımanlı olması sonucunu yaratır ve genel olarak, en azından ilk etapta belirsizliğin maliyeti kredi kullananlara yüklenir. Örneğin, yukardaki iki örneği kullanırsak, fonlama faizinin yüzde 6.45 mi, yoksa yüzde 7.10 mu olacağını bilmeyen bir banka müşterilerine kredi verirken, ne olur-ne olmaz diye maliyetinin yüzde 7.10 olacağını varsayar. Tabii, kredilerini bu faiz oranını temel alarak fiyatlandırdıklarında, eğer fonlama maliyetlerinin günün sonunda gerçekte yüzde 6.45 (yine yukardaki örneği kullanıyorum) olduğu ortaya çıkarsa, kredi talep eden müşteri bu krediyi olması gereğinden daha yüksek faizle almış olur. Ama bu işin birinci etabı. İlk gün “ucuz” fonlama maliyeti olan söz konusu banka, ikinci gün TCMB çok daha yüksek bir efektif faizle fonlama yaparsa, banka müşterisine verdiği krediden o gün zarara uğrar, en azından kârı daralır.

Faiz koridoru politikasının kaynak dağılımı üzerinde olumsuz etkisi olmasından şunu kastediyorum. Bu politika sonucu, müşterinin talep ettiği krediye uygulanan faiz “aşırı yüksek” ya da “aşırı düşük” olduğunda, ya müşteri ya da banka kredi almak/vermek konusunda yanlış karar vermiş olur.  Tabii bu hata finansal sektörde kalmaz, reel sektörde de kaynak dağılımının düşük randımanlı olması sonucunu da yaratır. Örneğin, krediyi yatırımları için kullanacak bir şirket “yanlış” kredi maliyetini kullandığı için ‘değersiz yatırımları kabul etme’ ya da ‘değerli yatırımları yapmama’ boyutlu hatalar yapabilir. Demek istediğim şu: Faiz koridoru politikası potansiyel olarak hem finansal kesim, hem de reel sektörde kaynak dağılımının çarpık olması sonucunu yaratabilir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yunanistan'ı kurtarma paketi doğmadan ölebilir

Yunanistan, onur kırıcı şartları kabul ettikten sonra bile sadece ve geçici olarak ‘direkten dönmüş’ olacak

Türkiye AB'ye 'Evet'; Avro'ya 'Hayır' demeli

'Ҫılgınlığın bir tanımı, aynı şeyleri yapmaya rağmen, değişik sonuҫlar beklemektir'

Avro sisteminin ҫökecek olması: Kültürel faktörler

Avrupalı olma kavramı, Amerikalı olma kavramına kıyasla pamuk ipliği kuvvetindedir