10 Aralık 2012

Batı nasıl bir süreçten geçiyor? TAFTA kurtuluş olabilir mi?

Batı, 2008 krizine kadar herşeyin en iyisini biz yaparız, dünyanın geri kalanı da bizi taklit eder havasındaydı...

 

Batı, 2008 krizine kadar her şeyin en iyisini biz yaparız, dünyanın geri kalanı da bizi taklit eder havasındaydı. Başkalarının tecrübesine kapalı, başkalarına bakarak öğrenmeye ve değişmeye kapalı bir sistem vardı. Bu sistem uluslararası kurumlara da sirayet etmişti. Yani zaten bilgiyi de, teknolojiyi de, kültürü de, sanatı da, demokrasiyi de Batı üretiyor; o nedenle bu kuruluşlarda hep Batı’nın dediğinin olması normaldi. Geri kalan zaten “kopyacı” ve “taklitçi”ydi. G20 de zaten G7’nin mutabık olduğu kuralları, sürekli kriz yaşayarak dünya ekonomisi için sorun çıkaran 11 kopyacı ve taklitçi “yükselen piyasa ekonomisi”  uygulasın diye kurulmuştu. Amaç IMF’nin istikrar politikalarına ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum poilitikalarına uygun bir “kurumsal finansal yönetim” çerçevesini bu ülkelerde egemen kılmaktı.

ABD Hazinesi, G20’nin kurulduğu 1999 yılında internet sitesine koyduğu 12 uluslararası standart ve kodu, sonraki yıllarda IMF, Dünya Bankası ve G20 aracılığıyla “küresel finansal mimari” adıyla empoze ediyordu. G20’nin zenginleri buna destek olurken; Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Meksika, Güney Afrika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye AR-GE’yi, inavasyonu, kaliteli üretimi, müşteriye değer katmayı, etkinliği, uluslararası ticaret ve finansmanı öğreniyor, 12 standardı özümseyerek adım adım pyasa ekonomisine geçiyor ve  demokratikleşiyordu. Öte yandan Singapur, Tayvan ve Çin’in PISA sınavlarındaki tekrar eden başarısı Batı dışı dünyada başka şeylerin de olduğunu söylüyor; daha önce dünya ekonomisi için sorun olarak görülen ve daha iyi terbiye edilecekleri inancıyla G20’ye kabul edilen yükselen piyasa ekonomileri hızla büyüyordu.

Derken 2008 yılı krizi patlak verdi. Batı, önce bozuntuya vermedi. Hatta AB bu bizim değil, ABD’nin krizi dedi. Sarkozy ve Merkel'in AB’si olup bitene epey bir süre seyirci kaldı. İki ülke seyirciyken Euro/Dolar paritesi yükseliyor,TARGET2 ve AB ülkeleri arasındaki dış ticarette ithalatçı ülkenin temerrüde düşme riskine karşı ECB garantörlüğü sayesinde Merkel’in Almanya’sı ihracatla kazanırken, Türkiye’ye karşı küstah bir tutum izleyen Sarkozy’nin Fransa’sı ise kaybediyordu. Paritenin yükselmesinin Fransa ekonomisine verdiği zararı fark edebilecek bir “lider” değildi Sarkozy. Eşinden aşk şarkıları dinliyor ve sakız çiğneyerek baba olmaya hazırlanıyordu. Sonra kriz AB’ye sıçradı. Hemen çözeriz dediler ve yine önlem almadılar. Başlarda IMF’ye de tepeden bakıyorlardı. Öyle ya IMF ve Dünya Bankası, Batı-dışı dünya için vardı ve onlara satılmak üzere bu kuruluşların kullandığı aklı da zaten kendileri veriyordu. İrlanda’nın IMF’ten yardım alabileceği haberi yayılınca, “krizle nasıl baş edeceğimizi IMF’den mi öğrenecez” türü büyük laf edenler oldu. Sonra IMF yardımına muhtaç bir AB çıktı karşımıza.

Bir süre sonra jeton düştü ve Avro’nun en fazla kazananının Almanya olduğu anlaşıldı. Herkes Merkel’den kesenin ağzını açmasını istedi. O da daha fazla mali konsolidasyon dedi. Çünkü Merkel, mali birlik olmadan Avro’ya geçmek hatadır diyen zamanın Almanya’sının şimdiki başbakanıydı. Mitterand, Berlin duvarı yıkılıp iki Almanya birleşince AB içinde etkinliğinin azalacağı ve birleşik Almanya’nın lider olacağı korkusuyla Almanya’dan yapılan haklı itirazı gözardı etmiş ve Avro için bastırmıştı.

Bu arada, bolluk dünyasında yaşayan Amerika gibi, AB de tasarruf yapmaya yarım yüzyıldır hiç alışkın değildi. Ama kriz sonrasında hayat, ABD’yi olduğu gibi AB’yi de tasarrufa zorluyordu. Halen de öye. Mali uçurumun da AB içindeki bütçe kavgasının arkasında bu gerçek var. Artık Batı bir bolluk dünyası değil.

Özetle, 2008 öncesinde küresel düzeyde finansal mimarlığa soyunan Batı’nın kurumlarının,  mevzuatının, raporlama, izleme, derecelendirme, kontrol ve denetim sistemlerinin o kadar da etkin ve etkili olmadığı çıktı ortaya. Yunanistan’ın kamu hesaplarının ve milli gelir istatistiklerini hep manupüle edildiğini krizden sonra öğrenebildi AB Komisyonu ve dünya. Borç ve açık rasyoları hızla bozuldu. İşsizlik oranı artı. En güvenilen bankacılık sistemi, arızanın kaynağı haline geldi. Derken AB, “Fed yapınca enflasyon olmuyor, biz de yapalım” diyerek ECB parasıyla banka kurtarma ve batık ülkeleri yüzdürme yoluna gitti. Nihayet geçen hafta başında Merkel itiraf etti: “Kriz daha 5 yıl sürer.

Bu arada işin sürdürülemezliğini anlayan Batı’dan da artık değişme zamanı geldi sesleri yükselmeye başladı. Geçen hafta Tony Blair bir makale yazdı. Verdiği iki örnek ilginçti: Mobil ödemenin Afrika’da başlamasına ve Gürcistan’da tek bir ekrandan 250 kamu hizmetine ulaşılabilmesine şaşıyordu Blair. Diyordu ki, artık başka ülkelerin tecrübelerine de bakmayı öğrenmeliyiz.

Batı’da değişim kısmen mevcudu onararak, kısmen toptan değiştirerek devam ediyor. Ama artık kopyacı ve taklitçi diye itibar edilmeyen ülkelerin tecrübelerine de itibar ederek ve halen uluslararası kurumlarda başkalarına da söz hakkı tanınmasını sağlayacak kurumsal yönetimi (governance) hazmetmeye çalışarak.

Hatırlayalım neydi küresel finansal mimarinin ana başlıkları: 1)Maliye politikası ve para politikasında  şeffaflık, 2)Mali şeffaflık, 3)Verilerin güvenilir olması ve zamanında yayımlanması, 4)Yolsuzlukla mücadele, 5) Bağımsız denetim, 6)İç denetim, 7)Kurumsal yönetişim, 8)Bankacılık kesiminin etkin gözetim ve denetimi, 9)Kreditörlerin haklarını gözeten iflas süreçleri, 10)Sermaye piyasaları mevzuatının amaç ve ilkeleri, 11)Etkin ödeme sistemleri, 12)Sigortacılık ilkeleri.

Tekrar standartlara göz atın. Hepsi, yükselen piyasa ekonomilerine yatırım yapan uluslararası kreditörlerin ve fon yöneticilerinin “faka basmaması”, basanların da parasını zamanında almasını güvence altına alan düzenlemeler. Yani küresel finansal mimari denilen şey Batı için değil, krize girdiğinde sorun yaratacak kadar büyük, ama akılsız yönetimleri sayesinde Batı’ya para kazandıran ülkelere biraz olsun çeki düzen vermek  içindi.

İşte bu standartlara (büyük ölçüde) uyduğu için Türkiye dahil G20’ye üye yapılan 11 ülke önemli ölçüde başarılı bir 10 yıl geçirdi. Dikkat: 11 Eylül saldırısı sonrasında AB’de başlayan parasal genişlemeye dayalı uluslararası likidite artışı da bu ülkelere çok yardım etti. Ama bu süreçte küresel finansal mimariyle özdeşleşen 12 standarda, başta mucidi olan ABD uymadı. G20’nin G7 üyelerinden İngiltere ve İtalya da uymadı, İspanya da uymadı, Bize kamuda şeffaflığın önemini, kamu da tasarrufu, etkin gelir idaresini, yolsuzlukları azaltmayı hedefleyen bir kamu ihale sistemi kurmayı (çalıştırma demiyorum) merkez bankası parasına dayalı maliye politikasının yanlışlığını, bankacılık sistemini nasıl gözeteceğimizi ve nasıl denetleyeceğimizi ve kurumsal yönetişimi öğreten Batı, maalesef söylediğini kendisi yapmadı. Yapmadığı için de çamura saplandı.

 

Neden bu kadar bütçe kavgası yapar oldular?

 

Mali uçurum tartışmalarına bakın! AB bütçe tartışmalarına bakın! Hep kavga var. Neden? Çünkü herkes tasarruf yapmak zorunda. Çünkü Borç/GSYİH oranları giderek yükseliyor, bütçe açıkları artıyor, bankaların yeniden sermayelendirilmesi için kaynak lazım, özel sektör yatırım yapamıyor, hem risk var, hem de talep zayıf, üretim maliyetleri yüksek, o nedenle Çin’le fiyat rekabeti yapamıyorlar, vergi oranları yüksek, daha fazla vergi yükü (en bariz örneği Fransa) ülkelerin rekabet gücünü azaltıyor, her yerde işsizlik var...

Bu anlamda, “daha az bütçeyle nasıl daha kaliteli kamu hizmeti sunabiliriz” meselesi, hemen tüm ülkelerin ortak sorunu haline geldi. Çünkü dünya nüfusu artıyor. Herkes devletten kaliteli sağlık, eğitim, asayiş ve güvenlik hizmeti bekliyor.

 

TAFTA Batı için bir çıkış yolu olabilir mi?

 

TAFTA (Trans Atlantic Free Trade Agreement) ABD ve AB arasında, müzakerelerine 2013 yılında başlanması planlanan bir serbest ticaret anlaşması. ABD ve AB toplamı dünya ekonomisinin neredeyse yarısına tekabül ediyor. Dünya ticaretinin üçte biri bu iki blok arasında yapılıyor. 2011 yılında Avrupa ABD’den Çin’in aldığında üç kat daha fazla mal satın aldı, ABD’ye Çin’in sattığından iki kat daha fazla mal sattı. Bu anlamda iki blok arasındaki ticaret dev boyutlarda. Bu arada bu iki bolkta sorun var diye ideolojik amaçlarla avuçlarını ağuşturanlar şunu akıllarından çıkarmamalı: Bu iki blok büyümese de bu haliyle bile dünya ekonomisinin hemen hemen yarısını üretebiliyor.  Yani yine de işin büyüğü orada. Dahası var; Sonuçları henüz görünmese de AB içinde birçok ülke çok ciddi yapısal uyum politikaları uyguluyor ve çok daha zor koşullarda rekabete hazırlanıyor. Batı'nın çalışarak bilendiğini akıldan çıkarmamak lazım.

Öte yandan iki tarafta da sorunlar benzer. İki taraf da büyüme ve istihdam yaratmak istiyor. Bunun için mal satmak zorundalar. AB Komisyonun tahminine göre TAFTA hayata geçerse bundan iki taraf da yarar sağlayacak. 2013’te anlaşmanın müzakerelerine başlanılacak. Muhtemelen Merkel bu anlaşmanın en büyük savunucusu olacak. Çünkü ABD’ye en fazla ihracatı Almanya yapıyor. Ayrıca AB’yi kurtaracak ve bir arada tutacak yeni bir umut işlevi de görecek bu anlaşma, Merkel’in seçimlerde işini kolaylaştırıcı bir işlev de görebilir.

Bir OECD çalışmasına göre tarife dışı engellerin kaldırması iki tarafın da GSYİH’larını uzun dönemde yüzde 3,5 artıracak. Anlaşmanın faydası büyümeyle sınırlı değil. Mesela Avrupa’da üretilen ve ABD’ye ihraç edilen bir araba Avrupa’da test edilmişse, ABD de artık test edilmeyecek. Test edilmiş bir ilaç mesela, bir daha ABD’de test sürecinden geçip onay almayacak.

TAFTA, esasen Batı’nın krizle zayıflayan lider duruşunu sağlamlaştırma ihtiyacının da bir sonucu. Mesele Çin’e karşı daha sağlam bir duruş sergilemek. Zorlasak şunu da diyebiliriz: TAFTA Batı’nın dirilişi ve ittifakı projesi de olabilir. Çünkü TAFTA hayata geçerse Batı, dünya düzeni için küresel standartlar tayin eden eski lider rolüne yeniden kavuşabilir. Gücü ve karar süreçlerini paylaşması gerekmez.

TAFTA önemsenir ve hızlanırsa, şu anda bizim için önemi azalmış olan AB üyeliğinin çok önemli ve değerli olabileceği bir süreç başlayabilir. O nedenle Türkiye açısından bu TAFTA meselesini iyi izlemek gerektiği kanaatindeyim.

Ama elbette Batı için nihai çıkış yolu, Çin’in bir iç kargaşayla parçalanması ve zengin kısmının (Güney Kore, Tayvan vs. gibi) Batı hegemonyası altına girmesi olacak. Çünkü hem Fed'in, hem de ECB'nin şişkin bilançolarını indirmenin Batı için ağrısız başka bir yolu şimdilik görünmüyor. Belki de TAFTA bunun ilk adımı olacaktır. Kim bilebilir?

 

Yazarın Diğer Yazıları

2015 ve T24’e veda yazısı

2016; insanlığa, ülkemize, T24 okuruna, yazarına, çalışanına ve T24’e şans getirsin

ABD 14 yıldır terörle savaşıyor, sonuç: Terör saldırıları yüzde 6 bin 500 arttı!

“ABD işgalinden önce Irak’ta hiç intihar saldırısı olması ama, 2003 yılından bu yana 1892 intihar saldırısı oldu"

Rusya, Batı’nın yaptırımlarına daha ne kadar dayanabilecek?

Gazprom biterse Putin biter. Sonra sıra Çin’e gelir. Çin karışırsa dünyayı dolarsızlaştırma ittifakı, yani BRICS tamamen biter