11 Eylül 2017

Winter is coming!

Siyaseten çok zor bir sonbahar ve kış bekliyor Erdoğan'ı…

Ankara’da siyaset gazeteciliği yapmanın temel kurallarından biri söylem takibini asla bırakmamak bence. Çünkü bunu yapmazsanız, geçmişten bugüne kurulan iktidarlar arasında başarılı- başarısız ayrımı yapma şansını kaybedersiniz. Mesela; 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından -öncesinde de pek çok siyasi krizle sallanmıştı, doğrudur- yıkılan ve iktidar ortaklarının tamamının ilk seçimde parlamento dışı kaldığı DSP-MHP-ANAP koalisyonun bitişinin Türkiye’de yarattığı “yeni” siyaset iklimini kaçırırsınız…

Şöyle ki;

2001 yılı ağustos ayında ‘siyasette yenilik’ felsefesiyle kurulan ve o dönem hızlı bir gelişim kaydederek henüz 16 aylık bir partiyken iktidara gelen AKP, bugün hükümet olmanın ötesinde bambaşka tartışmaların da odağında. O günlerde partinin ilkelerini tanıttıkları kitapçıkta; demokrasiden, çoğulculuktan, sivil toplumun güçlenmesinden söz eden Erdoğan ve arkadaşlarının bugün tamamen tek adam rejimini savunmaları bile bu söylem takibiyle anlaşılabilir.

Gelin konuyu biraz daha açalım…

Türkiye’yi krizden kurtarma iddiasıyla iktidara gelip yıllar içinde kriz yaratmayı bir yönetim tarzına dönüştüren AKP -zina, kız/erkek bir arada yaşama, yeni anayasa, laiklik, müfredat vs.- yarattığı krizleri artık yönetememeye başladı. Özellikle Erdoğan’ın baştan beri hiç saklamadan savunduğu ve 2019 için vizesini aldığına inandığı başkanlık sistemi de bu yönetememe halinin somut göstergesi. Bugün ülkede hatta dünyada toplu olarak ortaya konan totalitarizme kayma endişesinin bu nedenden kaynaklanmadığını söyleyebilecek kimse yoktur sanırım. AB ile kopma noktasına gelen ilişkiden tutun Suriye özelinde ele alınabilecek ama aslında bütün Ortadoğu coğrafyasını temsil eden uluslararası güven kaybı artık net şekilde görülüyor.

2003 yılında AKP’nin yayınladığı ve önsözünü Erdoğan’ın yazdığı bir kitap, söylem takibi yapmak konusunda bize rehberlik etsin bu yazıda. Kitabın yazarı Yalçın Akdoğan o dönem danışman ama son 15 yılda Başbakan yardımcılığına kadar yükselmiş hatta Demokratik Açılım Projesi sırasında Dolmabahçe’de meşhur fotoğrafa kadar girebilmiş bir isim. Kitabın adı “Muhafazakâr Demokrasi” ve Erdoğan’ın da önsözde belirttiği gibi AKP’nin “yeni Türkiye için önerdiği siyasal sistemi” anlatıyor. Erdoğan, Genel Başkan sıfatıyla yazdığı önsözde şöyle diyor:

“Tutarlı bir siyaset, öncelikle partinin siyasal söylemi ve felsefesiyle eylemlerinin örtüşmesini gerektirmektedir.”

Yalçın Akdoğan da 142 sayfalık kitabın devamında hem dünya siyasi tarihinden örneklerle hem Türkiye’deki durumla hem de geleceğe ilişkin “muhafazakâr önermelerle” bir yol haritası çiziyor. (Elbette yol haritasının asıl sahibinin de sonrasında rotadaki değişimleri belirleyenin de Erdoğan olduğunu hatırlatmaya gerek yok!)

Ve kitabın 90. Sayfasında şöyle bir ifade kullanıyor Akdoğan:

“Türkiye eksik ve kendine özgü bir demokrasi yerine; çoğulculuk, çok seslilik ve tahammül duygusunu sindirebilmiş bir demokrasi istemektedir.”

Tam da bugünü anlatıyor değil mi?

Gülmeyin hemen…

Söylem takibi yapmaya devam ederek bugünü anlamaya çalışmayı sürdüremeyiz yoksa…

Soru şu:

Madem 2002 yılında AKP’yi iktidara getiren talep buydu, aradan geçen 15 yılda talebin hala aynı olması saçma değil mi? Zira bu 15 yıl sadece AKP iktidarı ile geçti, yani suçlayabilecek başka kimse yok…

16 Nisan’ın ortaya koyduğu gibi ülkenin %50’den fazlasının içinde olduğu ‘gelinen noktadan memnun olmayan’ kitlenin soruya yanıtı malûm… da… 16 yıl boyunca bu partiyi -daha doğrusu Erdoğan’ı- koşulsuz destekleyenlerin durumu ne peki?

İşte o noktada sadece söylem takibine değil kulis bilgilerine de başvurmamız gerekiyor.

Politika kazanı kaynıyor

“Yeni Türkiye” iddiasıyla yola çıkan AKP’nin ilk Kurucular Kurulu listesi de yine 2002 yılı seçimlerinden önce tanıtılmıştı Ankara’da. 16 yıl önce TES-İŞ Kongre Salonunda o toplantıyı izleyen gazetecilerden biri olarak kütüphanemde sakladığım ‘İlkeler ve Kurucular Kurulu’ başlıklı kitapçığa bugün baktığımda 74 kişilik listeden; tasfiye edilenleri -örneğin Yaşar Yakış ve Fatma Bostan Ünsal-, siyaseten atıl duruma getirilenleri -Ali Babacan mesela- ve şimdiki görevlerine akıl sır ermeyenleri -Şaban Dişli desem?- görünce değişimin bugün geldiği yer daha da ilginç geliyor gözüme…

Üstelik…

Sadece kurucular değil, sonradan partiye katılan ve bugün hükümette önemli hem de çok önemli bir rol üstlenen bir bakanın, daha geçen hafta, hem de başka bakanların da bulunduğu bir ortamda “2018’i ekonomik açıdan iyi görmüyorum ama 2019’u hiçbir şekilde göremiyorum!” ifadesini kullandığını duyunca, “Değişen bir şeyler var ama sanırım planladıkları gibi değil” diyorum kendi kendime…

Gücü tek elde toplamak için adeta gönüllü gibi davranarak cansiperane mücadele verenlerin bugün geldiği noktayı anlatırken “Diyanet İşleri Başkanı 1 Ağustostan beri atanamadı farkında mısın?” diye soran ve Ankara kulislerini en iyi bilenlerden biri olan dostum “Cemaatler arası güç mücadelesi öyle bir hale geldi ki Diyanette bile atamayı durdurabiliyorlar” diye ekliyor… Hepten şaşırıyorum!

Eski yeni tüm haber kaynaklarım, bugüne kadar kriz yaratıp çözmede büyük maharet sergileyen Erdoğan’ın bu kez işinin zor olduğunda hemfikir… Geçen yıl yaşanan darbe girişiminin ardından eski ortağı Gülen Cemaatiyle yaşanan derin savaş AKP’de büyük bir gönül kırgınlığı yaratmış bir defa. “Gülencilerin göz göre göre yerleştirildiği kadrolardan tasfiyesi, gönül kırgınlığı dışında bir de durgunluğa neden oldu” diye konuşuyor partiyi çok iyi tanıyan bir isim. “Bürokratlar işlem yapmaktan korkuyor. En sıradan evraka bile imza atmayı istemiyor kimse…”

Ankara’da şimdi; duran bürokrasi çarkları ve ekonomik açıdan son derece kötü gidişe yönelen dikkati dağıtmak için yolsuzluk operasyonlarının başlayabileceği konuşuluyor. AKP içinde “bazı” belediye başkanları ve hatta “eski” siyasilerle ilgili dosyalar havada uçuşuyor kulislere göre ve düğmeye basılması an meselesi…

“İyi ama böyle bir durumda AKP’de siyaset yapanları bir arada tutmak hiç mümkün olmaz ki!” diyorum ve ilginç bir cevap alıyorum kaynağımdan:

“Herkesin kellesi verilmeyecek ki! Mesela bu yıl Ekim ayında TBMM Başkanı seçiminde Ahmet Davutoğlu 001 plakanın yeni sahibi olursa hiç şaşırma. Bu Erdoğan’ın (Metal yorgunluğu vardı ama bakın, eskisiyle yenisiyle ayıklamamızı yaptıktan sonra yine birlikteyiz) mesajı olabilir. FETÖ ile mücadelede samimi olunmadığı yönündeki eleştirilerden de bazı belediye başkanlarını kamuoyunun önüne atarak kurtulmayı deneyebilir.”

Yazı için topladığım malzemenin çok biriktiğini düşünerek son bir soru soruyorum haber kaynaklarıma:

“Hepsine eyvallah ama Almanya’dan Fransa’ya tüm Avrupa ile kavgalıyken, üstelik bir de eski Bakanlarından biri için ABD’de tutuklama kararı çıkmışken, iç siyasette atılacak bu adımlar Erdoğan’ı Başkan yapmaya yeter mi?”

Hepsinin yanıtı aynı ve çok kafa karıştırıcı:

“Avrupa ile sorunlar hallolur bir şekilde çünkü artık AB’nin merkezi Brüksel değil Berlin ve Almanya için Türkiye çok önemli bir ülke ama asıl sorun Amerika’da… Zarrab Davası ile başlayan süreçte çok daha ilginç gelişmeler olması muhtemel artık. Alabileceği hapis cezasını kısaltmak için mahkemeyle iş birliğine gitmesinden korkulan tek isim Reza Zarrab değil çünkü!”

Siyaseten çok zor bir sonbahar ve kış bekliyor Erdoğan’ı…

Biz Ankaralı gazetecileri de çok ilginç bir dönem…

(*)Winter is coming: Son dönemin efsanesi Game of Thrones (Taht Oyunları) dizisinin en az dizi kadar efsane olmuş repliği. ‘Kış geliyor’ demek.

Yazarın Diğer Yazıları

Masanın altından Erdoğan'ın ayağına vuracak kimse yok artık!

Şu andan itibaren Cemaatçi olmak, sadece ayrılığı kolaylaştırıcı bir durum olabilir