01 Haziran 2013

Ya alkol olmasaydı...

Ya alkol olmasaydı. Bir uzun bardaklarımız vardı. Herkes birbirinden artardı. Bulanık, bungun artardı

 

Ya alkol olmasaydı. Bir uzun bardaklarımız vardı.
Herkes birbirinden artardı. Bulanık, bungun artardı
Kuru gök, kuru bir yağmur bırakırdı sesimize
Çok uzaklarda çok düşündüğümüz bir şey solar solar solardı.

 

11 senedir iktidardasınız. Son seçimlerde halkın yarısından fazlası size oy vermiş. Muhalefet partileri perişan, yerlerde sürünüyor. Askeri vesayeti geriletmişsiniz, bir önceki Genelkurmay Başkanı darbeye teşebbüs suçundan cezaevinde. Ekonomi tıkırında. Avrupa kriz üstüne krizle boğuşurken siz IMF’ye olan borcunuzu kapatmış, hatta ona borç verecek duruma gelmişsiniz. Medyanın yarısı sizi destekliyor, diğer yarısının sizden ödü kopuyor. Kraldan çok kralcı medya baronları bir sözünüzle gazetecileri kapı önüne koymaktan çekinmiyor. Yine de meşruiyet sorununuz yok; sizinle aynı dünya görüşüne sahip olmayan kesimler bile başarılarınızı alkışlıyor, cumhuriyet tarihinin en “devrimci” hükümeti olduğunuzu teslim ediyor. 30 sene süren, 40.000’in üzerinde cana mal olan bir savaşı durdurmuş, kangrene dönüşmüş Kürt sorununu çözmek için PKK ile masaya oturmuşsunuz. Dış politikada zigzaglar çizseniz de uluslararası kamuoyu arkanızda. Koskoca İsrail’e özür bile diletmişsiniz. Size karşı muhalefet 300.000 bile satmayan bir gazete, solcu olduklarına kendilerinden ve sizden başka kimseyi inandıramayan bir avuç ulusalcı, 1930 model Kemalistler ile onların güncellenmiş versiyonu endişeli modernler arasında sıkışıp kalmış. Yani hiçbir şey yapmadan otursanız en az iki seçim garanti. Ama biraz kıpırdansanız elinizde tarihe geçme fırsatı da var. Anayasa değişikliği önünüzde duruyor; gerilla sınırdışına çekilmiş sizin atacağınız adımları bekliyor. Ortadoğu yanmaya devam ediyor; sayıları azalsa da size hala “model” gözüyle bakan çok. İçerisi mi? Dedik ya muhalefet dediğiniz tek dişi kalmış canavar. Demokrasi, özgürlük adına sizinle yürüyenler “aman barış sürecine zarar gelmesin, akan kan dursun” diye susuyor, “ama”sız cümle kurmuyor.

Peki siz ne yapıyorsunuz? Önce apar topar alkol kullanımını “düzenleyen” bir yasa geçiriyorsunuz ve bu yasayı “gece gündüz kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz”, “iki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek ... niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?” diye savunuyorsunuz. Yetmiyor, AVM yapmak için ağaçları dozerle söküyor, buna direnenlerin üzerine polisi sürüyorsunuz. Yetmiyor, üçüncü köprüye 40.000 Aleviyi katleden Yavuz Sultan Selim’in adını veriyorsunuz. Yetmiyor, İstanbul milletvekiliniz meclis çatısı altında eşcinsellik “normal bir davranış değildir. Kadınla kadının, erkeğin erkekle evlenmesi bir hak değil, bilakis cinsel kalıpların ters yüz edilmesini marifetmiş gibi ortaya koyan, toplumsal bir bozulmanın önünü açan bir uygulamadır” diye buyuruyor. Bütün bunları bir haftadan daha az bir zamana sıkıştırmak gibi tarihte az görülür bir başarıya da imza atıyorsunuz.

Bu arada, haydi yaftalamayalım, sizinle aynı siyasi görüşleri, ahlak anlayışını paylaşan duygudaşlarınız akıllara zarar mantık oyunları ve ilgisiz örneklerle yaptıklarınızı meşrulaştırmaya çalışıyorlar – zekamızla dalga geçerek. Alkol kullanımını sınırlayan yasalar İskandinavya’da da var derken Türkiye’de kişi başına düşen yıllık alkol kullanım miktarının yüzde 1,5, İskandinavya’da ortalama yüzde 12-13 olduğunu bilmediğimizi düşünüyorlar örneğin. Ya da İskandinavya aklınıza alkol yasakları söz konusu olunca mı geldi demeyeceğimizi. Sorun üslup diyerek işin içinden çıkmaya çalışırken daha da battıklarının, o üslubun gerçek niyeti ortaya koyduğunun farkına bile varmıyorlar. İskandinavya’da da alkol satış sınırlaması “kafa kıyak dolaşan nesiller” yetişmesin diye savunuluyor ne de olsa. İroniden, sarkastik, sözde mizahi dillerinden de asla ödün vermiyorlar elbette. Gezi Park’ından Central Park çıkmaz, Taksim’den Tahrir olmaz diye “espriler” yapıyorlar sabah akşam, şiddete başvurmadan, şarkıyla türküyle eylem yapan gençleri küçümseyerek. Her geçen gün daha da belirgenleşen Soğuk Savaş Türkiyesini hatırlatan “Komünizmle Mücadele” zihniyetlerini bir kez daha sergileyerek. Kendi inançları doğrultusunda, bir daha vurgulayalım, “şiddete başvurmadan” eylem yapanları kovalayan, şehvetle yüzlerine biber gazı sıkan polis görüntülerinden bile utanmayarak. Ve bizi “riyakarlıkla” suçluyorlar. Kemalistlerin, solcuların kuyruğuna takılmakla.

Ne bekliyordunuz peki? Cihangir solcusu dediklerinizin, CHP-severlerin, ulusalcıların bu fırsatı kaçıracaklarını mı umuyordunuz? Siz Kemal Kılıçdaroğlu Sosyalist Enternasyonelin kapısından geri çevrildiğinde onunla alay etme fırsatını kaçırıyor musunuz? Neden bir avuç solcu ve CHP’ye fırsat veriyorsunuz o halde? Neden barışı değil de ağaçları, biber gazını, yani sizin deyiminizle “meleklerin cinsiyetini” konuşuyoruz bugün? Gündemi de CHP ve sizin solcularınız mı belirliyor (ne solcularmış bunlar!)? Biz, bugün bizi bir çırpıda aynı kefeye koyduğunuz Kemalistlerle kavga ediyorduk bir zamanlar, başörtülü öğrencileri sınıflara sokmak için. Başörtüsü siyasi simgedir diyenlere “elbette siyasi simge; başkalarını rencide etmediği sürece isteyen istediği simgeyi sahiplenir, size ne” diyorduk. Emek Sineması’nı, 1 Mayıs’ı Taksim’e çıkmayı, hatta alkolü de başkalarının simge olarak gördüğünü anlamıyor musunuz? Siyasetin semboller üzerinden yapıldığını bilmiyor musunuz? Atatürk Havalimanı’nın intikamını Yavuz Sultan Selim köprüsüyle mi alacaksınız? Birkaç güne sığdırılan bu kadar eylemin, sözün nasıl bir algı yaratacağını bilmiyor musunuz? Buna tepki gösteren herkes İslamofob mu? Kutuplaşmayı körükleyerek, başkalarının değerleriyle dalga geçerek barışı mı getireceksiniz, demokrasiyi mi? Rövanşizminizle geleceğin rövanşistlerini yarattığınızın farkında değil misiniz? Ve yalnızlaştığınızın?

Çoğunluksunuz, evet. Öyle de kalacaksınız. Bizse bunca zamandır katlandığımız “oh olsun size yetmez ama evet”çiler laflarını yediğimizle kalacağız. Bizden bir Tahrir çıkmaz elbette. Sizin düşmanlarınız bizim dostumuz değil çünkü. Pişman değiliz ama. İnandığımız değerler uğruna hareket ettik işin sonunda. Başkaları gibi kim olduğunuzla ilgilenmedik, niyet okumaya kalkmadık. Siz bizim kim olduğumuza karar vermeye kalkarsanız, siz “riyakarlık” ederseniz, aynı değerler uğruna mücadele etmeyi de biliriz ama.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.