08 Haziran 2013

Gezi, twitter ve 'endişeli muhafazakârlar'

Başbakan Erdoğan haklı. Bu twitter gerçekten bir bela. Toplumu bilemem ama sosyal medya Türkiye’de olan bitenleri, meraktan ya da meslek icabı, izlemek zorunda olan birinin...

Başbakan Erdoğan haklı. Bu twitter gerçekten bir bela. Toplumu bilemem ama sosyal medya Türkiye’de olan bitenleri, meraktan ya da meslek icabı, izlemek zorunda olan birinin başına gelebilecek en büyük belalardan biri. Hele haberleri almanın başka yolu yoksa, twitter’a bağımlı hale gelmişseniz. Bilgi kirliliğinden vazgeçtim, gündemi tüm boyutlarıyla anlamak, farklı görüşlerden haberdar olmak istiyorsanız, şöyle sağlam bir sakinleştirici almadan twitter başında birkaç saat geçirmeniz imkansız.

Sayın başbakan da herhalde bundan rahatsız. Öyle ya alkol, sigara sağlığa zararlıysa, insanını sevdiğini açıklayan başbakanımızın twitter’ı haydi haydi yasaklaması lazım. Yalnız şöyle ufak bir problem var. Gezi olaylarının da bir kez daha gösterdiği gibi, twitter’ı bilgi akışı sağlamak, organize olmak, propaganda yapmak için sadece AKP karşıtları kullanmıyor. Kendi yandaşları da twitter’da son derece aktif. Bu nedenle de gazete köşeleri önce twitter’da yazılıyor, komplo teorileri ilk twitter’da dolaşıma sokuluyor. Taraflar birbirine giriyor, eski dostlar düşman, eski düşmanlar dost oluyor. Siber er meydanındaki kavgalar anlaşmayla da bitmiyor. Hakaretler havada uçuşuyor, sonra herkes kendi yoluna gidiyor.

Bu anlamda 31 Mayıs gecesi ve onu izleyen günlerde Taksim’de yaşanan olayların gazsız ve kaldırım taşsız versiyonunun twitter’da yaşanmasına şaşmamalı. Ortaya çıkan görüntülerse “sahada” yaşananlardan farksız. Tam ortadan keskin hatlarla ikiye bölünmüş bir toplum; kendi haklılığına sonuna kadar inanan, farklı görüşlere kesinlikle tahammülü olmayan, her tür eleştiriyi karşı taraftan olmakla eşit gören, bu arada o tarafı kendi varlığına tehdit olarak algılayan, yaftalamayı, etiketlemeyi, hatta mizahı bir silah olarak kullanan iki kamp. Kendini Nazi Almanyası’nda Yahudi gibi hissettiğini söyleyecek, Erdoğan’ı Esad’la kıyaslayacak ya da eylemleri devrimci-darbeci kalkışma olarak nitelendirecek, karşı tarafı tükürükle boğmaktan bahsedecek kadar kendini kaybetmiş iki kamp. Böylesine kutuplaşmış, öfke dolu bir toplumu yatıştırmak, birbirlerinin hayat tarzını kabul eder hale getirmek için kaç balkon konuşması gerekir, toplumun bu kadar gerilmesinde epey payı olan başbakan bu konuşmaları yapar mı, bilemiyoruz. Ama biz Erdoğan’ı ve bugün içinde olduğumuz durumu anlamak istiyorsak işe onu destekleyenlerin içinde bulundukları ruh halini, endişelerini analiz ederek başlayabiliriz. Çünkü Erdoğan yalnız değil. Hayır, ona oy veren şu meşhur yüzde elliden bahsetmiyorum. Onun gibi düşünenlerden bahsediyorum. Niyet okumak gibi bir amacım yok (zaten başımıza ne geldiyse niyet okumaktan geldi); kim samimidir, kim korktuğu için, kim çıkar gereği neyi düşünüyordur, ilgilenmiyorum. Derdim, avukat Mücteba Kılıç’ın deyimiyle, “endişeli muhafazakarlara” Gezi’yi anlatmak. Kimse adına konuşmadan, kimseye kefil olmadan.

1. Gezi olayları üç-beş ağaç meselesi mi? Bazıları için belki öyle. Ya da öyleydi. Artık öyle olmadığını biliyoruz. Alternatif teorilerinize geleceğim ama önce kendi meselemi söyleyeyim. Şiddete başvurmadan eylem yapan birkaç yüz insana polis tarafından şafak vakti baskın düzenlenmesi, bu insanların haşereymiş gibi gaza boğulması, çadırlarının yakılması. Polis şiddetinin artarak devam etmesi. İnternete düşen videolar, fotoğraf kareleri (bazı polislerin bu gaz sıkma eyleminden zevk alır görüntüleri, olaylar sonrası gülerek hatıra fotoğrafları çektirmesi). Başka eylemlerde de tanık olduğumuz bu “vahşetin” cezasız kalması. Daha genel mesele. Bunu söylemeyen, üzerine kalem oynatmayan kalmadı ama. Erdoğan’ın kibri, üstten bakan tavırları, eleştiri kaldırmazlığı ve eşi benzeri az görülür üslubu. Hatırlatmama gerek yok değil mi? Çapulcular, alkolikler, ayyaşlar, kızını başkalarının kucağında görmek istemeyen anneler... Ve elbette üst üste gelen, toplumun sizin gibi düşünmeyen kesimlerini hedef alan uygulamalar silsilesi. Tamam, anladık mesaj alındı diyeceksiniz. Emin değilim. Bu yazı 6 Haziran gecesi yazılıyor; polis şiddetiyle ilgili tek görevden alma yok. Tam tersine Erdoğan’ı karşılayan kalabalıklar daha bugün 'polise uzanan eller kırılsın' diye bağırıyordu. 

Erdoğan ise daha bugün Tunus’tan göstericilere terörist diye sesleniyordu.

2. Gezi olayları Kemalistlerin, ulusalcıların eline düştü. Bir, ulusalcıların devreye girmesinde şaşılacak bir şey yok. AKP karşıtlığı üzerinden siyaset yapan partilerin, grupların bu fırsatı kaçıracaklarını mı bekliyordunuz? Üstelik bu fırsatı onlara Erdoğan verdi, vermeye de devam ediyor, olayları CHP’ye mal etmeye çalışarak. Polis baskını olmasa, olaylar büyümese, Erdoğan Habertürk’te yangına körükle gitmese Kemalistler, ulusalcılar piyasaya inmeden eylemciler evlerine dönmüş olacaktı belki de. İki, vandalizm, şiddet nereden, kimden gelirse gelsin, reddedelim, tamam. Peki ulusalcılar şiddete başvurmadan eylem yapamaz mı? Yüz binler cumhuriyet mitingleri yaptı, ne oldu? AKP iktidarı düştü mü (darbe meselesine de geleceğiz). Üç, eylemcilerin hepsi Kemalist, ulusalcı mı? Bu soruyu sormak bile abes aslında ama madem “anti-AKP’ci öfke baskın geldi”, bu bir “gerici restorasyon”, “Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenler kimlerse Gezi Parkı’nın arkasında da aynı kişiler var. Yalnız ittifakı biraz büyütmüşler” tarzı twitler attığınıza göre değinmekte yarar var. Başkaları adına konuşmayacağız dedik, o yüzden hayatında ilk defa eyleme katıldığını söyleyenleri, AKP’li göstericileri geçelim (belli mi olur, belki dezenformasyondur). İhsan Dağı, Etyen Mahçupyan gibi daha düne kadar AKP’yi neredeyse koşulsuz desteklemiş isimler neden eleştirel yazılar kaleme aldılar? Ben askeri vesayete karşı AKP’yi destekledim, “yetmez ama evet” yürüyüşlerine katıldım, barış sürecini koşulsuz, ama’sız destekliyorum. Ama yukarıda saydığım nedenlerden ötürü kızgınım ve Türkiye’de olsam Taksim’e koşardım. Şimdi ben ulusalcı, Kemalist miyim? Dört, öyle değillerse aralarına mesafe koysunlar diyorsunuz. Polis gazı altında kimin elinde bayrak var, kim CHP’li kim değil, buna mı bakacaklardı? Ki birçok grup ulusalcılar, ırkçılar gelmesin, onlarla birlikte hareket etmeyelim diye twitler attı, duyurular yaptı. Başka gruplar polis Taksim’i terkettikten sonra ırkçı, cinsiyetçi duvar yazılarını temizlemek için bir araya geldi. Kürtlerle ulusalcılar arasında çıkan gerginlikler de cabası. Daha fazla söze gerek var mı?

Hükümeti devirme, Taksim-Tahrir tezlerinize de bir sonraki yazıda değinelim.

  

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.