07 Ocak 2017

Yazı, "git başımdan" dedi…

Evet hayattayız, yaşıyor muyuz onu bilemiyorum...

 "Yine bombalarla, ölümlerle, nefretle geldiysen boşuna uğraşma..."

 Biz insanoğlunun kötülüklerine aracı olmaktan bıktığını, tükendiğini söyledi.

Daha dünkü acıyı yaşayamamışken, İzmir'de yine kavrulduk.

"Lanet olsun" diye başlamıştım ki, "dur" dedi yazı…

"Hiç mi güzel bir sözün yok, dünyanızda hiç mi sıcaklığınız kalmadı, nefretiniz ne çokmuş, onca kötülükle nasıl nefes alıyorsunuz" diye bağırdı, sonra kovaladı beni:

"Git başımdan…"

Konuşma bitti…

Sinema okuyup, lahmacuncu olan Melik Tahir Şaştım'ın yeni çıkan kitabının adı geldi aklıma…

"Bu Konuşma Bitmiştir, Lahmacun ve Hiçbir Şey Üzerine Diyaloglar"

Konuşmalarımız, iletişimimiz, hiçbir şey üzerine olduğunda tıkanma başlıyor, taraflardan birinin acilen atik davranıp, "Bu konuşma bitmiştir" demesi gerekiyor… 

Öyle de oluyor…

Melik Tahir Şaştım, Gazeteduvar'a verdiği röportajda diyor ki:

"…'Bu konuşma bitmiştir,' gündelik yaşantımızda bir hayli gülerek kullandığımız bir kalıp, çünkü iletişimin temel sorunlarından biri konuşmanın ne zaman bittiğinin anlaşılmıyor olması. Sanırım noktalama işaretleri havada belirmediği için bazı insanlar cümlenin bittiği yeri kestiremiyor…İşin içine biraz da iletişimsizlik girince işin içinden çıkılamıyor zaten. Yine de bu 'hayati' şeyleri ciddiye almayınca eğlenebiliyorsunuz. Belki de her şeyden önce gerçekleri nasıl hazmedeceğinizi bilmeniz lazım."

Yaşadığımız gerçekleri nasıl hazmedeceğiz?

Acıları, ağıtları, hazmetmek kolay mı?

Nefreti hazmetmek kolay mı?

Gencecik bir kız, sosyal medyada "Neden İzmir'de patlama olmuyor" diye soruyor, ardından daha vahim bir soru ekliyor:

 "Yoksa gavur gavura rahat rahat yaşıyorlar mı?"

Genç bir insan bu kadar nefreti nasıl biriktirmiş olabilir?

 Yığınlarca nefret söylemi medyanın her yanını kaplamış.

Hangi arada bu hallere geldik.

 Merhamet nefrete boğulmuş…

Nefrette yarışamayız. Başkalarına duyduğumuz nefretin en çok bize zarar verdiğini, bizi esir aldığını, zıvanadan çıkardığını unuttuğumuz an, insanlığımızı da unutmuş oluyoruz.

Ne diyor Tanıl Bora, Türkiye'nin Linç Rejimi adlı yapıtında:

"Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir”

Ne yazık ki linç sıradanlaştı.

Utanma çoktan unutuldu.

Çocuklarımıza miras olarak nefreti mi bırakacağız?

Durmak lazım...

Benzer şeyleri ikili ilişkilerimizde de yaşamıyor muyuz?

Uzun yıllar dost, arkadaş, sevgili olduklarımızla konuşabiliyor muyuz? Anlayabiliyorlar mı, anlatabiliyor muyuz?

Sıkışınca, "Ben böyleyim, yersen" demiyorlar mı? 

Biri "Bu konuşma bitmiştir" demese ortalık nefrete boğulmuyor mu? 

Yazı, "sus artık" dedi 

Yazı, "dur artık" dedi…

Dostlar, "iyi misin" diye soruyor…

Sosyal medyada, "Ben iyiyim" sayfaları açılmış. İnsanlar hayatta olduklarını bildiriyor.

Evet hayattayız, yaşıyor muyuz onu bilemiyorum...

İyi değiliz…

Hiç iyi değiliz…

Yazı haklı…

Durdum...

Rahat bırakacağıma söz verdim.

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar