25 Eylül 2016

Ömrümü boş yere çalan dünya

"Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin..."

Bizim ülkede güzel insanlar sevilmedi.

Çile çekmeyen,  gözaltına alınamayan, hapislerde sürünmeyen yazarımız, aydınımız, sanatçımız neredeyse yok gibi.

Her devirde, ama her devirde böyle olmuş ve oluyor.

"Suçlara" bakıyorsunuz suç değil, cezalara bakıyorsunuz katlanılacak gibi değil.

Yok, yok, isim isim saymaya kalkışmayacağım.

Ama bir güzel insanı saat tamircisinin oğlu Kerim Korcan'ı anımsayalım birlikte.

Küçük yaşta kahveci, dondurmacı, köfteci ve berber çıraklığı yapıyor. 1938 yılında Donanma Askeri Mahkemesi'nde isyan suçlusu olarak yargılanıyor. Dikkatinizi çekerim isyan suçlusu. 12 yıl ağır hapse mahkûm ediliyor. Sinop Cezaevi'nde 10 yıl hapis yatıyor. Hapisten çıkar çıkmaz askere alınıyor. Askerlik sonrası 1950’de İstanbul’a gelip, marangozluk yaparak yaşamını kazanmaya çalışıyor.

Ama kurtuluş yok. 1957’de Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 141 ve 142. maddelerine karşı gelmekten tutuklanıyor. İki yıl Sultanahmet Cezaevi'nde tutuklu kaldıktan sonra 1959’da beraat ediyor. İki yılın hesabını kim verecek. Yok öyle bir şey...

"Linç"i, "Tatar Ramazan"ı okumayanınız yoktur sanırım. En azından televizyonlarda dizilerini seyretmişsinizdir.

Bizim evin "Kerim Abisi"dir o...

Kitap Fuarı zamanlarında İzmir'e birkaç günlüğüne gelir, bizim eve de konuk olurdu.

Çektiği ısdıraplı günleri öylesine geçiştirir, daha çok çılgın hallerimizle dalga geçerdi. "Çocuklar, yeteri kadarıyla, hatta en azıyla yetinmeyi öğrenmelisiniz" derdi. Davudi sesiyle 'Patrona'dan bölümler okur, soluk aldığı zamanlarda yine bir noktaya parmak basardı:

"Her şeye dalmayacaksınız. Ret etmesini bileceksiniz. Ancak böyle adam gibi adam olacaksınız..."

Çok güzel insandı...

Ne yazık ki, devletin gösterdiği "ilgiyi" biz gösteremedik.

Son yıllarında "üç-beş" kuruş telifini alabilmek için "tırmandığı" Bab-ı Ali yokuşlarında çektiği sıkıntıları burada paylaşmak istemiyorum. Çok hüzünlü, çok...

Şu gece vakti Kerim Ağabey'le buluşmamın nedenini anlamışsınızdır.

Yine güzel insanlar arka arkaya gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yargılanıyor.  

"Cumartesi Anaları" 600 haftadır kayıp evlatlarının nerde olduğunu soruyor.

27 Mayıs'tan bu yana haber alınamayan Hurşit Külter'le ilgili Milli Savunma Bakanlığı araştırma başlatıyor, ama sonuç yok.

Kerim Ağabey'in ve nicelerinin 30'lu yıllarda çektikleriyle bugün yaşanılanlar arasında bir fark var mı?

Var da ben mi göremiyorum.

Nice insanımıza ne çok acı yaşattık. Ama ne yapılırsa yapılsın o güzel insanların ayak izleri kaldı hayatımıza. Hiç silinmeyecek ayak izleri.

Geldiler, insan olmanın erdemiyle acı çeke çeke, ama yakınmadan, gülümseyerek gittiler. Tıpkı Wirginia Woolf'un dediği gibi:

"Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin..."

Bugün o güzel insanlardan Neşet Ertaş ustanın ölüm yıldönümü. Bir selam göndermeyi unutmayalım. Hadi gelin "Ah Yalan Dünya"sını dinleyelim hep birlikte:

"Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Ben de gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada..."
 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar