04 Aralık 2018

Kusmamı durduramadım

"Ne yaparsanız yapın, kendinizi saklamaya çalışmak için istediğiniz kadar 'debelenin' başaramazsınız: Yazı sizi ele verir"

Yazı kıymetlidir, özeldir...
Tehlikelidir de...
Ne yaparsanız yapın, kendinizi saklamaya çalışmak için istediğiniz kadar "debelenin" başaramazsınız: Yazı sizi ele verir.
Kazdağları'nda dolanırken, kuş sesleri, kekik kokuları arasında öyküler kurarken, acaba Cumhuriyet'teki "örümcekler" temizlendi mi diye merak edip dururdum.
Kentin karmaşasına, "ıvır zıvırına", gülmeyen yüzlerine, gereksiz koşturmacalarına, akıllı telefonlarına "kavuşur kavuşmaz", "dur bakayım bizim Cumhuriyet'in 'örümceklerle' savaşı ne durumda" dedim.
"Örümcekler" gitmiş ama neler olmuş, neler...
Önce şuna açıklık getireyim: Örümcek benzetmesi bana ait değil. Cumhuriyet'ten Işık Kansu, ne kadar yurtsever olduğunu anımsatarak başladığı 15 Eylül 2018 tarihli yazısında şöyle diyor:
"Epeydir örümceklenmiş evimizin köşe bucağını temizlemeli, pencerelerini açıp aydınlatmalı, tozunu toprağını süpürmeliyiz. Bacak kadar adamların ıvır zıvırına ne laf yetiştirecek zamanımız var, ne de harcayacak gücümüz…" 
Efendim, evin köşe bucağı temizlenmesine temizlenmiş de, "içeri" aldıklarıyla başları dertte.
O yeni alınanlardan biri, dört duvar arasında savunmasız insanlara neredeyse nefret kusmuş. Adını da, yazdıklarını da burada anmak istemiyorum. Biliyorum ki, Zeynep Oral gibi benim de kusasım gelecek.
Zeynep Oral,  29 Kasım 2018 tarihli yazısında, tüm olayı özetleyip, şöyle sürdürüyor:
"Dün bu gazetede kendini “Birleşmiş Milletler’de yöneticiydim” diye tanıtan birinin (oysa uluslararası statüde olmayıp, sadece ulusal program yöneticisiydi) yazısını okuduğumdan beri, hastalandım. Dosyalardaki gizlilik kararlarına rağmen, suçlamalar ve karalamaların sonu yok. Ona da alıştı artık okur. Ama Cumhuriyet gazetesinde! Çok hastayım. Kusmamı ve öğürmemi durduramıyorum... İyileşinceye dek, siz okurlardan izin istiyorum."
Aaaaa ne göreyim. 
Görüşlerini beğenmediği biliminsanlarını sosyal medyada "cahil", "ahmak" diye aşağılayan Enver Aysever de dalıvermiş gazeteye. Bir televizyon kanalında izlemiştim. Cumhuriyet sayfalarını çevirirken, beğenmediği yazarların o gün sayfada olmamasına sevinç çığlıkları atıyordu. Arkadaş sosyalistmiş ve sınıf kavgasını bulandıran herkesle mücadele için kolları sıvamış.
Her taşın altından çıkan, her yerde "hazır ve nazır" olan, her şeyi bilen insanlardan hep çekinmiş, korkmuşumdur.
Sosyalist, aşağılamaz, linç etmez, nefret etmez...
Sosyalist, yazıyı kusacak, öğürecek hale getirmez...
Kendi kendinize yurtsever, sosyalist "etiketlerini" yapıştırıp herkesi "tu kaka" ilan edip yazı yazdığınızı sanacaksınız, he mi?
Mekanların örümceğini temizlemek kolay. Beyinlerdeki örümcekler ne alemde ona bakmalı.
Yazı kıymetlidir. Derindir. Yüreğin en ücra köşelerine sızar. Hiç umursamadığınız küçücük bir kelime bir hece, bir yerlerde deprem hissi yaratabilir.
Yazı özeldir...
Yazının tılsımına varmak "özellik" ister, "ak pak" yürek ister, ruh ister...
Uzun zamandır ben de öğürüp duruyordum. Kelimeler, tümceler içimde dolanıp duruyor bir türlü yazıya dönüşemiyordu.
Ne olduysa kente gelince oldu.
Kusmamı durduramadım...
Affola...
 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar