03 Haziran 2020

Ne söylesen az; Oruç Aruoba için...

Şimdi, geriye çekilip bakıyorsundur yaşamının anlamına; beden olmayalı, kendinden öte bir yerden. Ne yer, yerdir, ne de beden, beden; tam da senin istediğin gibi, istediğin yerden...

Ve gittin dostum. Yirmi yıla sığan, nerdeyse çeyrek asırlık bir yakınlıktı bu, ilk tanışmamızdan bu yana. Kendine doğru yürümenin yorgunluğuyla bir evreni dolaşmışsın; zihninden dökülenleri topluyoruz şimdi. Bir inanç gibi değil, bir direnç gibi sarıldın sahiciliğe ve kendin oldukça bir başka ben kovaladın içinde. "Hani", hani bir benlik var ya kişinin içinde, onu bir hiçlik içinde büyüterek dokundun bütüne, o bütünde ki "İle" ile ilikledin ceketini tüm kucaklaşmaların. Bak, bir kırlangıç girdi odama şimdi, şu anda şimdi, dolanıyor başımın üzerinde. Kapıyı açtım çıkmıyor, pencereyi açtım çıkmıyor; eh kal öyleyse dedim, hâlbuki sen özgürlüğünü sevmeliydin. Yoksa bu kırlangıç sen miydin? Buraya gelecektin ve eski defterlerini burada karıştırıp yeni kitaplar çıkaracaktık onlardan; o şefkatle okşayarak içine yazdığın defterlerinden. Sonra gitti kırlangıç açtığım kapıdan dışarı uçarak… Bir bilsen ne kadar istedim dönmeni.

Şunları yazmıştın "Hani" kitabında: "Kendin olmayı yeniden öğrenmen gerek – yıllar yılı unuttun onu yalnızca: Bunu da "koşullar"a, hayatın "akışı"na, "sorumlulukların"a falan bağlamaya kalkışma – bahane bulmaya çalışma: Sendin, sendeki asıl senin anlamını, önemini, değerini gözardı eden: korkaklıkla işin kolayına kaçan… O işte şimdi hesabını soruyor o sahici senin, senden: ne yaptın sen sana?!... Sahicilik –dürüstlük– noktanı çok dikkatle belirlemelisin yeniden: Özgürlüğün de buna bağlı şimdi – amaçlarının gerçekleşmesi –senin gerçekleşmen– de: doğru ve doğruluklu –sadık– olabileceğin nokta –kendine ve yaşamının anlamına… Şunu da iyice biliyorsun, bileceksin, bilmelisin: sen ne denli kendin –bağımsız, özgür– olabilirsen, o denli senin –sahici, tam– olacak". "Hani" hani o yazılar var ya şimdi gidişinin ardından senin hatırana yâd edilerek yazılan, bunları yazmak istedim senin hatırandan ve yazı hafızandan kopararak. Elimde değil, senin adına inciniyorum işte… Kaç kişi aramıştı seni o hiçliğinle boğuştuğun günlerde; bir elin parmaklarını geçiyor mu sahiden? Onu yaşatmayan ölümlü dünya değildi, ölümü çoktan kabullenmiş bir iradenin kendinde şekil bulmuş haliydi. O, insanlardı o, ülkeydi; o kader değil eğilmenin tercihiydi.

Son sözü tutunmaktı bir ele; onu şefkatiyle besleyen, yaşama tutunması için içtenlikle çaba gösteren Fahire’nin eline. Aradı Fahire, sabahın üçüne geliyordu saat; "tahmin etmişsindir" dedi boğazı düğümlenerek. Ve sonra bir anlamsızlık, bir boşluk… Konuştuk İsmet’le (Değirmenci) "feylozof"umuzu artık göremeyeceğiz diye. Konuştuk Kadir’le (Albaş) böyle adamlar bir daha gelmez diye. Sahiden çok üzülenler olmuştur gidişine; seni çok seven dostların vardı bildiğim, bilmediğim Oruç Aruoba; bilesin, bu hayranlık değil başka bir şey bilirsin. Bedenin soğuk bile olsa, duymasan, bilmesen bile benim varlığımı, son defa yanında olmak isterdim ama Koronalı günlerdeyiz hâlâ; kısılıp kaldık bu adada… Öpüp alnıma koyuyorum hatıranı, dahasını yapma andıyla.

* * *

Bursa / Nilüfer Belediyesi’nin davetiyle Nazım Hikmet Şiir Kütüphanesi’nde Oruç Aruoba şiiri üzerine yapılan söyleşi için moderatör olarak bir giriş metni hazırlamıştım. Güzel birlikteliklerimizden biriydi; anısına paylaşıyorum:

"Oruç Aruoba’yla her konuştuğumuzda 'ben şair değilim' diye bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyor. Bu aslında, bir bildirgeden fazla problematik bir konum belirlemeye yönelik varoluşsal bir hamleyi işaret ediyor. Şiire ve şairliğe sığdırılan genel geçer tanımlardan sıyrılarak düşünsel evrilmelerin poetik bir kurgu içinde biçim bulmasını isteyen ve bu irade üzerinden dili yeniden tasarlayan Aruoba 'şiir-felsefe' kavramıyla bizi yüzleştirmek istiyor -ısrarla.

Rizomatik bir akış içinde, sürekli bağlantılar kurarak çoğalan ve çoğu zaman totolojik bir dizge haline dönüşen düşünme yordamıyla tanışıyoruz Aruoba’nın felsefi metinlerinde. Bu yazarak düşünme ve serpilme yordamının yansımalarına elbette ki şiirinde de rastlıyoruz. Yazının bir düşünme eylemi olarak metinlerde vücut bulması ve bu vücut üzerinden kendi semantik bağlamını kurgulaması herhangi bir başlangıç ve bitişi hedeflemiyor: -düşüncenin akış hali ereğin kendisidir. Karmaşık olanı arkada bırakarak sarih olana doğru arınmayı içeren düşünce matematiğinin, tümce ve sözcükler arasında kurulan semantik bağı nasıl belirlediğini görüyoruz. Okuyucu tam da murat ettiği anlama erdiğini zannettiği anda bir başka anlam koridorunun açıldığını hissederek zihnine tutuşturulan çağrışımlarla metnin uzadığı yere doğru itildiğini hissediyor.

Aruoba, "De ki İşte" kitabının "Felsefe (işte)" başlıklı bölümünde şunları yazar:

"Felsefenin dil ile çok özel bir ilişkisi vardır:-

Her insan etkinliğinin içinde, yanında, arkasında

yer alan dil, insanın en temel etkinliği olarak,

felsefenin hem biricik aracı, hem birincil konusudur–

üstelik de, felsefe yapan kişinin yaptığının,

en temelde de en üstte de,

kendi yaşadıklarını dile getirmek olduğu düşünülürse,

dil, önemli bir anlamda, işte, felsefenin de ta kendisidir."

Felsefe sözcüğünün geçtiği yerleri silip yerine şiir yazarsak Aruoba’nın yazdığı şiirin de karşılığını bulmuş oluruz.

Benlik ve hiçlik, tekil ve çoğul, yaşam ve ölüm, beden ve tin, mantık ve sezgi arasında, bir sokak kedisi gibi sahiplenilmeyi reddederek dolanan ve akla yüklediği sorumluluğu şüpheyle geri alan bir düşünürün şiirine elbette ki sistematik olmayan bir felsefeden bakmak gerekecek. İnsanın doğayla olan ilişkisini "kendinde doğa" ve "kendinde insan" yalınlığına taşıyarak, bu kendindelik durumunun aslında tek ve bütün arasındaki ilişkiden beslendiğini anlatır bize Aruoba. Yalın, endüstriyel gürültüden ve sosyolojik olayların karmaşasından arınmış, sessizliğin kıyısında kendi sesini gürültüsüz bir ortamda duymaya çalışıyor. Kendi sesinde kendiyle ilgili bir benin duyurusunu işitmeye çalışırken ikinci şahısta bir öteki ben aramıştır hep. İç konuşmalar gibi akıp giden bu anlaksal sağalma saf insanı arayan aşkın bir arayışa dönüşüyor.    

Stoacı bilgelik ve ılımlı bir Nietzsche karamsarlığı arasında kendi erdemlilik anlayışını inşa eden Aruoba Türkiye’nin yazın ve düşün dünyasında hiçbir yanılsamaya müsaade etmeyen özgün bir kimlik ve niteliğe sahiptir. Onun düşünce haritasında yeni bir hümanizma ve yeni bir medeniyet anlayışının ve arayışının izlerini sürebiliriz… (22. 01. 2019)"   

* * *

"Kişinin, yaşamının anlamı, geriye çekilip baktığı bir şeydir: nasıl bölük, pörçük, nasıl kesintili-süreksiz, nasıl amaçsız-gelişigüzel -nasıl da yabancı bir şey diye, bakar, çekilip geriye, anlamına, yaşamının, kişi… (Olmayalı, OA.)" Öyle yapıyorsundur şimdi, geriye çekilip bakıyorsundur yaşamının anlamına; beden olmayalı, kendinden öte bir yerden. Ne yer, yerdir, ne de beden, beden; tam da senin istediğin gibi, istediğin yerden...

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır