18 Mayıs 2015

Güncel sanatın dalgınlık sorunu

Güncel sanat, oldukça özgürlükçü gibi görünse de, mantığı tehdit etme cesaretinden yoksun, olasılıkların yörüngesine saplanmış bir aklın ürünüdür

Tarih tekerrürden değil, tükürdüğünü yalamaktan ibarettir. Her gün yeni bir gün olsa da pişmanlıklarımızı ve perişanlıklarımızı yineleyerek başlıyoruz ona. Geceler uyku zamanı olduğu sürece ve düşler akla sarkıntılık yaptığı sürece gerçek hep tacizsever bir dangalak olarak kalacak. Sanat kendinden nefret edeli beri, bir ihanetin iti olmaya mahkûm kıldı kendini. Sanatın o akılcı yararsızlığı nasıl bir delirme faydasına dönüşüyorsa, doğru adına yapılan tüm iddialar da saçmayı kostüm bildi kendine.

Sanat, tarihten kopma ve ona ulanma döngüsü içinde ilerlerken, bugün kendini yerinden eden bir anlam çingenesine dönüştü. Bir yerde ne kadar (namevcutsa) yoksa, o kadar kendidir. Şu anlaşılıyor ki, mevcudiyet sorununu iplememek, yeni bir varoluş paradigmasını oluşturma arayışına dönüştü. Nerde, ne zaman, neden sorularının, “sadece burada” “sadece şimdi” “sadece bunun için” yanıtlarına kilitlenmesi, edimsel ve tarihsel olan arasındaki zamansal bir yarılmanın göstergelerini oluşturur.

Güncel olana bir gösteri sahnesi oluşturma kaygısı taşıyan post-sanat, aslında bir eylem kadavrasının salon dekorasyonuna dönüşmesinden başka bir şeyi beceremedi. Bunun üzerine bezenen her türlü metin, sadece dil aşırı bir gevezeliktir. Çok az “şey”e, anlam taşırmalarından oluşan bir kavram aşuresi yaparak çok “önem” giydirmek, yapıtı gereksiz kılarken, “kılgı” sadece bir “söz etme” gerekliliğinin bahanesine dönüşür. Yapıtın kılgı sorununun önüne geçen gösterilme sorunu, sanatın felsefe akarından kültür akarına sıçramasını sağlar. Sanatı entelektüel bir vakit geçirme aksesuarına dönüştürme riski taşıyan gösteri zarafetleri ve metin erkçiliği, yapıtı da sanatçının elinden alma hakkını kendinde görür. Kritik ve analizin yerini, bilgi donanımı gösterisine çevirme gibi uğraşlar sanatsal yeteneğin değil, sosyokültürel etkinliğe yönelik başarının bir öznesi olarak sunar yapıtı... Güncel sanatın yaşadığı en önemli sorun da budur sanırım.

Güncel sanat, belki tarihin tekerrürden ibaret olduğu düşüncesinden değil, tekerrürün tarih yaptığı yanılgısından yola çıkarak, bir tekerrür firarisi olma çabasına girmiştir; fakat, tarihin içini boşaltma gibi bir boşboğazlığın da içine düşmekten kendini alamıyor. Sıradanlıkları bir yüzleşme fenomeni olarak sanatsal ifade araçlarının yerine koymak ve bu tür bir yaşam-sanat geçişliliğini süblime etmek, kendi içinde bir tarafsızlık otoritesi yaratır. Yapıtın normaliteden ayrık durma eğilimine karşı geliştirilen bu tür bir farksızlık arayışı, aynı zamanda, bilginin farkındalığı besleyen belirleyiciliğini de gereksiz kılar. İlgi, bilgiyle sarmallaşarak kendi anlak bünyesini oluştururken, ilgilenme yoluyla “o şey” hakkında söylenilebilir olan da kendi dilini oluşturur. En azından bu dilsel yöneliş, sanatı diğer bilgi disiplinlerinden ayrı kılar. Kim bilir; belki de postmodernite denilen şey, bir ilgilenme dalgınlığına düşmüş olmanın retorikasıdır. Zaten güncel sanatın bir sosyal entellekya etkinliği haline dönüşmesinin altında yatan neden de budur: istekli dalgınlığın, farkındalığın yerini alması... hayallerimizin dikine giden gerçeğin tacizci halinden kurtulmanın bir yolu mu bu?

Sanat güncelleyici mi? Sanat güncelleştirir mi? Sanat güncelde merkezleşebilir mi? Sanat gündelik cebelleşme mi? Sanat gündemle eşleşme mi? Sanat güncel olabilir mi?.. Bütün bu sorular ironik bir dil salınması gibi geliyor bana. Sanat yapıtı ne tür bir gerekliliğin yaşama iştirak ihtiyacından doğar ve sanat kendi gösterileni olan yapıtını nasıl bir yer kaplayan nesne olarak sunar(?) ona bakmak gerekirken, haber tüketiciliği yapan iletişim uzmanları gibi bilginin tazeliğine işaret eden bir takım argümanlar geliştirme derdine düşmek ne kadar sanatsal bir düşünüm havzasını içerir bilemem. Sanat güncelliği içerebilir ancak kendini bir akt olarak güne (şimdiki zamana) ait kılma tasası taşımaz; çünkü sanatın zamanı bölünemez bir bütündür. Sanat ancak bu bütünün içinde konumlanır; fakat eskiyen'den kopuk değil, tam aksine önce'ye yönelik bir ardışıklık bağımlılığı taşır. Hiçbir insan aklı “an”a, aklın anlık yetisiyle bakmaz. İnsan aklı, varlığı süresince topladığı ne varsa ve hangi deneyimlerin belirleyici etkisine ne kadar maruz kalmışsa o kadarıyla bakar yaşadığına; o an olanlara, o an karşıda bulunan olarak değil, hayatta bulunan olarak bakar.

Sanat yapar gibi etkinlik yaparak, sanat yapma kaygısı taşımadığını söylemek tuhaf bir aldırmazlık durumu yaratır. Eğer sanat yapmayı gnoseolojik, aksiyolojik ve ontolojik ayaklarından alıkoyarsan ve bu etkinliği sırf estetize edilmiş aktivist bir eyleme indirgersen o zaman “sanatsal etkinlik” kapsamı dışında kalmayı daha erdemli sayarak, daha sanat karşıtı bir yerde saflaşırsın. Ve işte o zaman, bienalleri de iplemezsin, müzeleri de, galerileri de... Ne var ki, bunun yerine, kasıtlı bir tarafsızlık ve hatsızlık içinde yer alarak, her türlü maddi olanaklardan yararlanarak, sanat adına ortada bulunmak nerdeyse meslek edinildi.

Tabii ki, bu ortamlarda medyatik düzeyde kışkırtıcı olunabilir ama bunun muhaliflikle hiçbir alakası yoktur; yapılan muhaliflik vitrin muhalifliğidir. Esas sorun, sanatın başka düşünce disiplinlerinin içine kaydırılarak kapsamına ve kipliğine müdahale edilmesinde yatar. Evet, her şeyin doğası kendine; sanat, kendi-içinci olma hakkını savunan bir zihinsel özgürlük alanı olarak kalmasını bilmez ve neoliberal söylemlerle kendi tarihsel diyalektiğinden sökülmeye çalışılırsa, sonuçta sanattan değil bir başka şeyden konuşuyor olmamız gerekir. Sosyoloji, ontoloji, psikoloji, felsefe sanata bakabilir; çünkü zaten, sanat bakılması, işitilmesi ve dokunulması için ortaya konulmuştur, görüngüseldir, göstergeseldir, anlamsaldır. Ancak, sanatın kendi özgün dilini peltekleştirmek ve enterdisipliner bir çabayı entersekter bir çabaya dönüştürmek sanatın sınırlarını genişletmez, parçalar. Eğer amaç parçalamaksa işte saflaşmalar burada başlar ve gerçek sanat tartışmaları da bu noktadan hareketle bir nitelik kazanır.

“Güncel Sanat” belirli bir sanat yapma eğilimini işaret eden bir başlık gibi görülebilir. Bunun altı çeşitli sosyolojik ya da politik argümanlarla doldurulabilir; ancak sadece güncel olanın sanat sayılabilmesi kendi zamansal işleyişi açısından bile oldukça keskin bir anakronizmle eştir. Güncel sayılanın kısa bir zaman zarfında aşındırılacak kadar hafıza kırılganlığı taşıması zamana dayanıksızlığın bir göstergesidir. Bu belirgin nitelik “Güncel Sanat”ın amaçladığı şey olmakla birlikte, sanatın değer kuramının dışında kalmayı kasıtlı bir yönelim olarak benimsediğinden zaten zamana karşı ya da zaman dışı olmayı nötr bir refleksiyon haline sokmuştur. Bu durumda güncel olan sadece akıp giden olaylar silsilesi içinde bir değinme momenti olarak yer alabilir.

Fakat bu kadarla kalınmıyor; kalınsa kendi niyetini karşılayan bir yer alma konumundan bahsedilebilirdi; halbuki “Güncel Sanat”ın gösterileni (yapıt), küratörler tarafından bir yerleştirilme ve sunum seremonisinin aksesuarı haline dönüşüyor. Bunun gerçekleşmesi süresinde ise zaten yapıtın güncel olanı içerme hakkı elinden alınıyor. Sunum, belgeleme ve metinleştirilme, yapıtı yazılı kültürün ve gösteri kültürünün bir parçası haline getirdiğinden, yapıt artık kendini üreten edimi değil, hafızayı temsil ediyor. Bu kaçınılmaz sonuç karşısında güncel diye adlandırılan şey, sadece güncel olanı hatırlatan şey konumundadır. Bu an ve mevcudiyet yarılması zaten kronotipik bir kopmanın eyleyicisi durumundadır; bu da anakronizmin kendisidir ve aslında her yapıt anakroniktir. Bu çözümseme, sanat yapıtının güncel olma durumunu olumsuzlayıcı ve geçersizleştiricidir.

Güncel, anla ilgili eyleneni, anın kılgısallığını ve edimselliğini bir detay olarak içerir; ancak bu içerme düşük yapmaya meyilli bir hamilelik kadar döllenme özürlüdür. Daha fazla bir sevişme ve orgazm anıdır; üremeyi aklına getirmez. Bu medyatür kabuk üstü ilgi yordamı, bilginin ve bilginin evirdiği düşüncenin cisimleştirilmesini değil buharlaşmasını sağlar. Eğer Güncel Sanat gerçekten, kişinin olaylar karşısındaki düşünüm sürecini bu tür bir tasasızlık ortamına çekmek istiyorsa burada bir arıza var demektir.

An'ı an yapan zaman'ı -kendi tarihsel ve diyalektik işleyişinden (akışından) kopararak- sadece mikrokozmik bir fenomen olarak algılamakla sınırlı kalan “Güncel Sanat”, sanatçının ihlalci davranma yetisini kınamacı bir mırıldanmayla yetinerek ihmal ediyor. Güncel olan, zamana yayılan ısrardan yoksundurulmuş olan demek değil mi? Güncelin içindeki yaşayışı güncel kalmakla karşılayan sanat, iztirazcı olmaktan öteye gidemez; ihlalci çıkışlar uzun soluklu ve sağlam hafızaya sahip olur. Sanatın araç ve gereçleri ne olursa olsun, sanatçının ilgi, dikkat ve isteklenme alanı ne olursa olsun, güncel olana yönelik bir Determinizm kendi kendini imha eden bir Determinizmdir. “Güncel Sanat”ı işte bu yüzden, kapsamı cılız bir isimlendirme ve anlamlandırma çabasının ürünü olarak görüyorum. Şöyle bir soru geliyor aklıma: doğacı ve çevreci bir odaklanma içinde sanat yapıtı üretmek için gündeme oturan bir çevre faciasının yaşanmasını mı beklemek lazım? Ya da, politik süreçlerin dayattığı anlarda mı savaş dramını hatırlayıp kendimizi savaş karşıtı sanatçı konumuna koyalım?

Sanatçıyı, tenis maçı seyrederken topcuğun sağa sola uçuşunu seyreden bir izleyici yerine koyan bu anlayış, kendini yeniden gözden geçirme zahmeti gösterirse, güncelleyici olmanın değil önceleyici olmanın daha sanata ilişkin olduğunun farkına varacaktır. Yoksa, daha önce dile getirdiğim gibi ‘sanata ilişkinlik’ gibi bir kaygıları yoksa, kendilerine bir başka kavram icat emenin çabasına girmek daha doğru olur. Sadece bir başka kavram değil; bir başka mekan, bir başka işleyiş, bir başka ritüel... Mümkün mü? Güncel olan zaten mümkün olandır; olduğu için, daha doğrusu vuku bulduğu için günceldir. Ancak sanat, imkansızı aşındıran bir isteklenmenin irade tasarımıysa, mümkün olana saplanıp kalmaz. “Güncel Sanat” oldukça özgürlükçü gibi görünse de, aslında mantığı tehdit etme cesaretinden yoksun, olasılıkların yörüngesine saplanmış bir aklın ürünüdür.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır