08 Mart 2018

Ya hepimiz özgür olacağız, nefes alacağız ya da hepimiz tutsak, hepimiz nefessiz kalacağız!

Mağduriyetten güç çıkartanlar, mağdurların gücünü unutmuş görünüyor...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Yargıtay'ın 150. Yılı Sempozyumu'nda yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler gözden kaçacak gibi değildi. Mesela Erdoğan, "Adaleti kaybettiğimizde her şeyimizi kaybedeceğimizi de bilmek zorundayız" dedi. 

Yine aynı konuşmada "Yargının sebep olduğu adaletsizliğin telafisi yoktur"dedi.

Ve Erdoğan

"Bir ülkede halk bunalmış ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir" de dedi.

Pek tabii konuşma cemaat tarafından kandırılma meselesini de kapsıyordu.

Kandırılma konusunu es geçersek 16 yıldır belki de ilk defa Cumhurbaşkanı'nın sözleri bana tanıdık geldi.

Bu sözler belki hepimizin çok uzun zamandır farklı ifade biçimleriyle de olsa dilimizde, kalemimizde.

Mesela yarın (9 Mart Cuma) yani çok yakın bir zaman diliminde yine bir gazetecilik davası olan Cumhuriyet'in duruşması var.

Gazeteciler haber ve habercilikle yargılanıyorlar.

Ahmet ŞıkMurat Sabuncu ve Akın Atalay'dan söz ediyorum.

Haklarında ortaya konan 'deliller' yazı, haber ve gazetecilik faaliyetlerinden oluşuyor. 

Yani yargılamanın tutuksuz devam etmesini 'riskli' kılacak ne bir delil, ne bir kaçma şüphesi söz konusu. Tanınan, başarılı, çok uzun yıllardır mesleği icra eden ve hem meslektaşları hem okurları tarafından güvenilir kabul edilen kişilerden söz ediyorum.

495 günlük bir tutukluluk, türlü hak ihlali ve en önemlisi özgürlüklerinin çalınması durumu var...

Şimdi bugünleri hazırlayanlar yarın aynı şekilde yargılanacaktır, klişesine filan girme niyetinde değilim.

Zaten ömrümüz yettiğince takipçisi olacağız, bunu ayrıca vurgulamaya lüzum bile yok.

Ama Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi; "Bir ülkede halk bunalmış ve adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir." 

Halk çok uzun zamandır adalet çığlığı atıyor.

Adalet arıyor.

Hatta, deyim yerindeyse, "dileniyor" demek daha yerinde olacaktır.

Ve adaletin bittiği yerde yaşam biter, biz bunu çok iyi biliyoruz.

Konuşmalarda yer alan sözcükleri önemseyerek değil mücadele ruhunun bir sonucu olarak;

Yarın, 9 Mart Cuma günü Silivri Cezaevi yerleşkesinde görülecek Cumhuriyet davasıyla başlayan ve tüm davaları da etkileyen bir tahliye sürecinin başlamasını umuyorum.

Umut ve güzel günler hayalidir bizi yaşatan, o yüzden de tek bir olumsuzluktan dahi etkilenmeden meslektaşlarımızın özgürlükleri için mücadeleye devam ederiz. Bu hali anlamak için belki de ortak mağduriyetleri yaşamak gerekiyor.

Mağduriyetten güç çıkartanlar, uzun süren güç döneminde kendi mağdurlarını yaratmanın tehlikesini ve mağdurların gücünü unutmuş görünüyor.

Şüphesiz tek adaletsizlik, bizim için, yani gazeteciler için söz konusu da değil. Her köşe başı hak ve adalet mağdurlarıyla dolu.

Neyse lafı daha fazla uzatmayayım...

Her yazımda sıklıkla vurgulamaya çalışıyorum, kendimi gazeteciliğin yargılandığı davaların tarafsız bir izleyicisi değil, aksine tarafı olarak kabul ediyorum.

Kendim yargılanıyormuşcasına özgürlüğümden yoksun hissediyorum.

Çünkü biliyorum ki;

Ya hepimiz özgür olacağız, nefes alacağız ya da hepimiz tutsak, hepimiz nefessiz kalacağız!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!