11 Ocak 2014

Sor bakalım neden yıllardır sürgündeler, kim bu Kürt gazeteciler?

Kürt meslektaşlarım beni yayına davet edince ben de onlara bir teklif sundum: Yayına çıkmak için Sterk TV’ye geldiğim tüm günü sizlerle beraber geçirmek, sonra da yazmak isterim.

 

2013’ün son ayı Avrupa Parlamentosu'nda  "Türkiye, Kürtler ve İmralı Barış Süreci: Tarihi Bir Fırsat" başlığı adı altında onuncusu düzenlenen Kürt Konferansı'nı izlemek üzere Brüksel’deydim.

Konferansta bir araya geldiğimiz Kürt meslektaşlarım beni yayına davet edince ben de onlara bir teklif sundum:

Yayına çıkmak için Sterk TV’ye geldiğim  tüm günü sizlerle beraber geçirmek, sonra da yazmak isterim.

                                                * * *

Sabah erken bir saatte, Brüksel'in buz gibi havasında otelden ayrıldım. Gideceğimiz yer şehrin biraz dışında. Yarım saatlik mesafede bir kasaba.

Adı Denderleeuw. 20 bin kişilik nufusunun bir bölümünü de siyasi sığınmacı olarak Türkiye’den gelen Kürtler oluşturuyor.

Ve buradaki Kürtler'in önemli bir bölümü aynı yerleşke içinde bununan medya kuruluşlarında çalışıyor.

                                                     * * *

Brüksel’den yayın yapan Kürt televizyonları sık sık kapatılma kararları ile gündeme geliyor, biliyorsunuz. Türkiye’nin "PKK propagandası’ yapmak"la suçladığı yayın organlarını gezmek, çalışanlarını tanımak ve "kaçış öykülerini" dinlemek istiyorum.

Mesela haklarında ortaya atılan "şiddete bulaşma" iddiasına ne yanıt vereceklerini merek ediyorum.

İlk çaldığım kapı, çok kısa bir süre önce kapatılan Nuçe TV’nin yayın koordinatörü Ferda Çetin’in oluyor.

Çetin medya kuruluşunun en kıdemli, en tepe isimlerinden.

Haklarında ortaya atılan iddialara tepkili. "Türkiye’de tutukladıkları gazetecileri nasıl ve neden teröristlikle suçluyorlarsa bizimle ilgili de aynı sebeplerle bunu yapıyorlar. Biz Kürt siyasi hareketi ile aynı fikirde olan yayın kuruluşlarıyız. Fikrimiz aynı, savunduklarımız aynı, fakat biz gerillanın dağda verdiği mücadelenin yayın ayağı değiliz. Bunlar birbirine karıştırılmasın" diyor.

En iyisi ben sözden çıkayım ve ‘sürgündeki gazeteciler’ konuşsun.

Ancak öncesinde bir not düşmem gerek; Bu görüşmeler Aralık 2013’ün ilk günlerinde yapıldı. Türkiye’ye dönüşüm ve gündemin toz duman oluşu neredeyse aynı günlere denk geliyor. O sebeple de 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ve ardından yaşanmaya başlayan Cemaat-AKP savaşlarına dair düşünceleri içermemekte.

 

'Sıra bana gelmişti kaçmak zorundaydım'

 

Ferda Çetin

Nuçe tv Yayın Koordinatörü

1960 Elazığ-Baskil doğumlu

Mayıs 1995'te Türkiye’den kaçmış.

Özgür Ülke Gazetesi Yayın Yönetmenliği yapmış.

"Gazeteye yönelik baskılar artmıştı.

Çiller’in, Ağar’ın, Güreş’in hakim olduğu günlerdeydik. Muhabirler, dağıtımcılar ve bürolara yönelik ağır baskı uyguluyorlardı.

10 Aralık 1994 gününde gazeteye baskın yapılmıştı. Hepimizi aldılar. İşkence gördük.

Yazılarımız, haberlerimiz dolayısı ile ‘bölücü yayın’ yaptığımızı iddia ediyorlardı.

Oysa biz bugün Türkiye medyasında Kürt meselesi ile ilgili neler konuşuluyorsa onları yazıyorduk. 'Kürt' demek 'Kürdistan' demek baskıları zirveye ulaştırıyordu.

Bir süre sonra Kürdistanı K harfi ile yazmaya başladık, ona da cezalar gelince ‘...’ diye yazardık.

Her gün operasyonlar düzenleniyordu.

Hakkımda açılmış onlarca dava vardı, ama can güvenliğim de artık tehlikedeydi.

Birçok arkadaşım öldürüldü, tutuklandı. Artık sıra bana geldi, dediğim noktada ülkeyi terk etmek zorunda kaldım.

Zaten iş o noktaya gelene kadar direndik.

Bizi tüm ekip olarak gözaltına aldılar,

Gazetemizi bombaladılar, ama her seferinde üç sayfa da olsa ertesi günün gazetesini çıkartmayı başardık.’

  

 'Tansu Çiller gazetemizi bombalattı!'

"Bombalama olayından çok kısa bir süre sonra Çiller’in İçişleri Bakanlığı'na, jandarmaya ve istihbarata yazdığı ‘gizli belge’  elimize geçti.

Belgede ‘Özgür Ülke gazetesinin bölücü yayınları hukuki yollarla etkisiz kılınması uzun zaman alıyor, hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi’ isteniyor.

O belge elimize geçince Oktay Ekşi’ye gönderdim. O günlerde Basın Konseyi başkanıydı. Baktım hiç ses çıkmıyor, başladım aramaya. En sonunda telefonuma çıktı. ‘Belgeyi gördünüz mü?’ diye sordum ‘Evet kardeşim ne varmış o belgede’ dedi. ‘O belgeden çok kısa bir süre sonra gazetemiz bombalandı biliyorsunuz’ deyince ‘Ben okudum, o belgede bombalayın yazmıyor’ diye cevap verdi. Belge 27 Kasım tarihli, bizim gazete 3 Aralık’ta bombalandı."

 

'Türkiye’ye dönsem tutuklanırım'

"Ben gelirken hakkımda açılmış davalar vardı. Bir kısmı kendi yazılarım, bir kısmı gazetenin haberleri ile ilgiliydi. Şimdi o basın davalarının hepsi düştü.

Ama döndüğüm an ne olur kimse bilemez.

Çünkü  Med TV, Roj TV, Medya TV’de çalıştım. Bu kanalların tamamı da devlet baskısı ile kapatıldı. Yani hâlâ örgüt faliyeti sayılıyor bu kanallarda çalışmış olmak.

Döndüğümde tutuklanacağımı düşünüyorum. Hele Türkiye’de yapılan tutuklamaları görünce AKP’nin bunu yapmaması için bir neden bulamıyorum.

Türkiye Hükümeti konsolosluklar aracılığı ile bizim yayınlarımızı izliyor. Ve yine aynı şekilde hakkımızda kapatma, engelleme talep ediyorlar. Burada da elçilik şikâyeti ile hakkımızda davalar açılıyor, ama en büyük fark fiziken bir yaptırımları olamıyor. Tutuklama, işkence yok burada, ama Türkiye baskısını burada da sürdürüyor.

Hükümetin, devletin dilinin söyleminin değişmesi değil, adımlarının belirgin olması gerekiyor. Öğrencilerin, işçilerin, halkların ifade özgürlüğü yok ama hükümetin söylemleri tam aksi yönde. Özal da böyle konuşurdu. Özal dönemi baskıların, koruculuğun ve JİTEM'in arttığı yıllardı. Ama sorduğunda herkes söylemlerinden yola çıkarak çok cesur, ilerici ve reformistti, diyor. Tayyip Erdoğan da Özal’ın iyi bir takipçisi.

Demokratik talepleri ezip, baskı altına alan bir hükümetin Kürt meselesi ile ilgili nasıl davranacağını görmemek imkânsız.

Aksini düşünmek saflıktır."

 

 'Ne oraya aitim ne buraya'

"Evliyim, iki kızım var. Onlar burada değilller. Ben burada tek başımayım.

Bizim konumumuzda olan insanların, yani siyasi mültecilerin ait olduğu bir yer olmuyor. 'Ara yer' insanı gibi. Her an dönebilecekmiş gibi hissediyorsun, ama aslında ne oraya, ne de buraya aitsin.

Zaman zaman duygularımız yoğunlaşıyor. Özellikle gündemi takip ederken ‘şartlar oluşuyor artık dönebiliriz’ noktasına geliyoruz, tam o anda başka olumsuzluklar oluyor ve yeniden kapanıyor o umut kapısı bizim için. İlk günden beri ‘biz burada geçiciyiz’ diye düşündüm 20 yıl oldu hâlâ öyle düşünüyorum."

 

 'Dönmekle ilgili hayallerim yok'

‘Dönünce ne yaparım diye düşünüyorum ama büyük hayaller kurmuyorum. Gider gitmez ne yaparım diye de düşünmüyorum, çünkü o hayaller burada yaşamayı çok zor hale getirir. Ama dönmek istiyorum. 20 yılda çok şey değişti, döndüğümde ne ile karşılaşacağımı da bilmiyorum, ama hükümetle, devletle olan problemlerin çözülmesi gerek. Yani ben ‘tamam geldik, şimdi devlet bizi affetti dönüyoruz ’ diyerek dönmek istemiyorum. Hatta bu şartı kabul etmiyorum.

Mutlaka düzelmeler olmalı, demokratikleşme ile ilgili adımlar atılmış olmalı ki dönelim."

 

‘Elektirik verince burnumdan kan geldi, tazyikli suya geçtiler’

 

Amed Dicle

1980 Diyarbakır doğumlu

14 yıl önce ülkesini terk etmiş.

Nuçe TV haber Müdürü

"Gazeteciliğe Diyarbakır’da Kürt gazetelerini dağıtarak başladım" diyor ve devam ediyor:

"Bir sabah evde uyuyorum. Alnımda soğuk bir cisim hissettim. Gözümü açtığımda odam silahlı onlarca adamla doluydu. Maskeli ve maskesiz adamlar ve bir tanesi silahını alnıma dayamıştı.

"Kıpırdama" dediler.

Battaniyeyi açıp baktılar, hani silah var mı diye.

Ayağa kaldırdılar, odadan çıkarttılar.

Annem ve kardeşimi gördüm salonda, korku içindeydiler.

Çünkü bir sürü olay yaşanıyordu, Annemin yakınlarının çocukları kaybediliyordu.

Beni arka odaya götürdüler, ‘Sende bir emanet varmış’ dediler. Hani sanki gizli bir şeyin parçasıymışım gibi öyle inandırıcı soruyorlar ki, hani bilmesen inanırsın sende bir emanet olduğuna.

'Verirsen ne biz seni gördük ne sen bizi gördün. Yoksa bu adamlar seni paramparça ederler.'

Baktılar ‘yok’ diyorum beni götürecekler. O sırada kardeşim bağırdı ‘Abimi nereye götürüyorsunuz’ diye. ‘Bunu da alın’ diye talimat verdi diğerlerine.

Ve bizi götürdüler.

Terörle Mücadele'nin ayrı, JİTEM'in ayrı binası vardı Diyarbakır’da. Ve herkes bilirdi JİTEM'in binasını.

Terörle Mücadele aldıysa birini, önce hastaneye götürürdü. Bizi de öyle yaptılar. Ama yolda yolumuz kesildi.

Ve bizi alan polislere ‘Niye hastaneye götürdünüz bunları’ diye küfür ettiler.

11 gün Bağlar’daki Terörle Mücadele'de kaldık.

'Şehirde bir gösteri olmuş onu sen yapmışsın, bilmem nereye bomba koyacakmışsın, ya bunları kabul et, ya sonun fena olacak' diyorlardı.

Yedi gece dayak yedim. Tazyikli su ile işkence yaptılar bana, çünkü elektirik verince burnumdan kan geldi.

Bildiğiniz yöntemlerin hepsini uyguladılar işte.

Orda diyorsun ki ‘ölsem çok iyi olur.’

Şimdi hâlâ sağlığımda o günden kalma arazlar var.

Sonra beni ve kardeşimi mahkemede bıraktılar.

Eve döndüğümüzde tüm aile, komşular toplanmıştı.

Gece apartmanın içinden sesler duyduk. Kapının yakınına gittik.

Kalabalık bir gurup bağırarak, biz duyalım diye konuşuyor. ‘Amirim ne yapalım?’ diye soruyor biri, ‘Çıkartın kapının önünde kafasına sıkın’ diye cevap veriyor öbürü. Bir  diğeri ‘Yok geçen gün Siverek yolunda birini öldürmüştük ya aynı onun gibi yapalım.’

Sen o sırada korkuyorsun tabii, ‘tamam beni öldürecekler’ diyorsun.

10-15 dakika devam etti bu konuşmalar, sonra gittiler.

Ailecek karar verdik ya gideceğim, ya öleceğim.

Gizlice Diyarbakır’dan çıktım ve yurtdışına geldim."

 

 'Dönüş gününü beklemek zor'

"Parti için seminerler düzenlemek, konuşmalarda bulunmak, gazete dağıtımları gibi faliyetlerde bulunuyordum. Benim peşimde olmalarının sebebi bunlardı.

Brüksel’e geldim, siyasi sığınmacı olarak başvurdum. Beş-altı yıl sonra vatandaşlığımı aldım. Hâlâ tam adapte olamadım buraya. Mecbur olma durumu ve ne zaman döneceğini bilmemek zor. Zaman zaman insan boğuluyor, ama sonra kendi kendini telkin ediyorsun işte.

Üç-dört yıl nasıl kalırım derken aradan yıllar geçti.

Dönüş gününü beklemek çok zor, ama burada işim var, kafam hep meşgul. Gündem yoğun. Ama zor bir durum.

Ben bir Avrupalı değilim ve kendimi buraya ait hissetmiyorum.

Bunca yıl içinde alıştığım şeyler de oldu, sevdiğim şeyler de, ama tam anlamıyla bir aidiyet hissedemiyorum.

Şimdi dönsem diyorum bazen, buraya gelmeme neden olan şeyleri tekrar yapacaklar. Çünkü sonuçta ben bu yayınlarda çalışıyorum. Değişen bir şey yok yani."

 

'Arkadaşlar, annem, şehrim, köyüm özlemdir'

"Cezaevine girmek, dağa gitmek, Avrupa'ya gelmek hep aynı sorunun değişik şekillerde meydana getirdiği durumlardır.

Sorunun kökeni çözülmeden olmaz.

Beni buralara sürükleyen sorunların ortadan kalkması lazım dönmem için. Kolektif bir çözüm olması lazım. Gelişigüzel gelişmelerle dönmem.

Ama Diyarbakır hep aklımdadır. Annem ‘Döndüğünde buraları çok değişmiş bulacaksın’ diyor. İnsan ilişkileri, yapılaşma, ortamlar her şey çok değişmiş.

Kendimi oraya ait hissediyorum.

Arkadaşlarım, ailem, şehrim, köyüm özlemdir.

Annem zaten hasta. Gelemez. Onu da çok özledim.

Muhakkak bir gün bu sorunun çözüleceğine, bizlerle ilgili yasal düzenlemelerin yapılacağına inanıyorum.

O gün geldiğinde ilk gideceğim yer Diyarbakır.

Ve her şeyden önce annemi görürüm.

Onu da hayata bağlayan beni görmek arzusudur.

Köyüme giderim.

Arkadaşlarım öldü, onların mezarını ziyaret ederim.

Gazeteciliğe Diyarbakır’da devam etmek isterim."

 

'Bir daha cezaevinde yatamazdım, kaçtım!'

 

Medeni Akgül

1947 Midyat doğumlu.

1973 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Kitaplar yazdı. Yayınevi sahibiydi. 1980’de Kürt meselesine dair fikirlerinden ötürü tutuklandı. Kendisini "devrimci" olarak tanımlıyordu. Farklı cezaevlerinde yedi yıl hapis yattı. Sağmalcılar'da açlık grevlerine tanıklık etti.

Şu anda "Denge Kurdistan" radyosunda çalışıyor. Anlatıyor:

"Ağır İşkencelere maruz kaldım. Hakaretler, kemik kırarcasına şiddet. Duvarlarını bitlerin sardığı hücrelerde kalıyorduk. Cezaevinden çıktıktan sonra üç kez daha gözaltına alındım.

Zaten işsizdim, iş bulamıyordum artık. Bir işyeri açmak istedim, toptancı açacaktım, han sahibini sıkıştırdılar onu da yapamadım.

Bir gün mahallemden bir arkadaşım  ‘Bazı adamlar seni soruyor’ dedi. Eve de gitmişler. Üç ay kaçak yaşadım. Sonra ülkeyi terk ettim. Bir daha yakalanmak ve cezaevine girmeyi kabul edemezdim. Eşim ve çocuklarımı bırakıp kaçtım. Benden iki sene sonra da onlar geldi. Eşim vefat etti burada, ama çocuklarım burada. Okullarını da burada bitirdiler. 1992’den beri buradayız.

1995’te televizyon açılınca da burada çalışmaya başladım. Mesleğimiz budur bizim. Şimdi radyoda program yapıyorum."

 

'Dönsem iyi karşılamazlar'

"Kürt hareketinin verdiği mücadele karşısında Türkiye’nin ideolojisi hiç değişmedi. Ben ve benim gibilerin dönebilmesi için ortamda değişen hiçbir şey yok.

Kitaplarım yasaklanmıştı, ama hakkımda başka davalar var mı bilmiyorum.

Bunca gazeteci tutuklanırken bizi neden tutuklamasınlar?

Burada Kürt yayınlarında çalışıyorum, sanırım hoş bir karşılama hazırlamazlar."

  

'Annemi ve babamı boğdular'

"Ben ülkeyi terk ettikten bir iki yıl sonra sivil biri beni kahveye çağırdı. Tekin biri değil benim için, konsoloslukla da sıkı ilişkileri var. Bu mücadeleyi bırak, dediler. 15 gün sonra 85 yaşındaki babam ve 80 yaşındaki annem köydeki evlerinde ölü bulundu. Gece evlerine girilmiş ve komando ipiyle boğulmuş halde bulundular.

JİTEM'in işidir bu.

Uzaktan bu haberi almak çok can yakıcıydı, ama bizim ailemiz siyasi olduğu için kayıp vermeye alışığız.

Ben anne-babama, 'Çıkın, o köyü terk edin' demiştim.

Babam ‘Bizim bir diğerinden farkımız ne. Herkesle aynı kaderi yaşamaya razıyım, topraklarımızı bırakmayız’ demişti.

 

'Kürtlerin kazanmaktan başka şansı yok'

"Burada yaşamak hiç kolay değil. Adetlerimiz uymuyor bir defa. Ama mücadele veriyoruz biz burada. Üstelik hiç boş durmuyorum. Televizyon, radyo ve yazılar. Belki boş vaktim olsa daha zor olur.

Artık Kürtlerin kazanmaktan başka şansı yoktur. Kürt hareketi halkını beton bir mezardan çıkarttı. 21. Yüzyıl'da bir önceki süreçleri yaşamayacağız, günün şartları buna izin vermiyor artık. Kürtler hem örgütlü, hem de bilinçlidir ve bu savaşı niye verdiklerini çok iyi biliyorlar.

Ve tüm süreç tamamlandığında ben de döneceğim. Zaten hiçbir zaman kendimi buralı hissetmedim. Çocuklarım burada büyüdü, onlar ne yapar bilmem ama ben köyüme döneceğim.

 

'Tutuklanacağım için dönmedim'

 

Baki Gül

1974 doğumlu.

10 yıl önce ülkeyi terk etmiş.

Dersimli.

İlkokulu Elazığ’da

Üniversiteyi İstanbul’da okumuş.

Ülkeyi terk etmeden önce Gündem gazetesinde çalışıyordu.

Dicle Haber Ajansı’nın kurucu ekibinden.

Sterk HC’de çalışıyor, program yapıyor.

 

"Yazılar hakkında açılmış davalar vardı ve Kongra Gel davasında gözaltına alındım. Sonra bırakıldık hepimiz ama daha sonra, yani 2004 yılında yapılan yeni bir operasyonla tekrar toplu tutuklamalar yapıldı. Ben o tarihte yurt dışındaydım. Benim de tutuklanacağımı duyunca dönmedim. Son KCK basın davasında varım. Hem firari sanık olarak aranıyorum, hem de hakkımda açılmış diğer davalar var. Hakkımda açılmış tüm davalar gazetecilik faliyetinden.

Ben ülkeye dönemediğim gün de AKP iktidardaydı, şimdi de onlar iktidarda. O yüzden insan kestiremiyor ne olacağını.

O günlerde de Kürtçe ile ilgili olumlu gelişmeler vardı."

 

'Üç sonucu bilirsin; cezaevi, dağ veya sürgün'

"Sonuçta siyasi mülteciyim ben ve bilinçli bir seçim bu. Neden burada olduğumu biliyorum. Pek tabii ülkemden uzak olmak zor. Buraya alışmış değilim, ama vicdani ve ahlaki olarak rahatım.

Hepimizin farklı öyküleri var. Politik sürgün konusunda çok deneyimliyiz. Dersimliyim ben, orada doğdum, ama orada okuyamadım, orada yaşayamadım. Siyasi şartlar mecburi göçle Elazığ, sonra Istanbul, en son da Brüksel’e getirdi beni. Tarih, toplum bilgisi, yaptığın işin anlamını biliyorsan üç sonuç olduğunu da bilirsin; bir cezaevi, iki dağ, üç sürgündür."

 

'Bir bedeli var her şeyin'

"Ailem İstanbul’da, görüşemiyoruz. Doğduğum, büyüdüğüm yerleri, arkadaşlarımı, ailemi özlüyorum ama bir bedeli var her şeyin.

Bir ülken, toplumun, ana dilin olduğunu ve bunlar için bedel ödemen gerektiğini biliyorsun.

Gazeteciliği bilinçli olarak seçtim. Üniversite bittiğinde bombalanmış bir gazeteyle dayanışmayı da bilinçli olarak seçtim. Toplumsal bir mücadele bu. Daha çok para kazanacağın bir yerde olmaktansa benim için daha kıymetli.

Ben Türkiye’de yaptığım gazeteciliği şu an burada sürdürüyorum."

 

'Hep dönmeyi isteyerek devam ediyor hayat'

"Bizler Dersim 38 öykülerinin bazılarını duyduk, tamamnını anlatmazlar, hatta çoğunu saklarlardı. 'Asker/polis gördüğünde sus ve sakın parmakla gösterme' derlerdi. 'Asker köye geldiğinde, mahalleye 12 Eylül geldiğinde, devleti gördüğün yerde sus’ derlerdi bize. Bunun da bir sendrom olduğunu, toplumsal bir vaka olduğunu düşünüyorum. Annemiz, anneannemiz, ninemiz soykırım yaşamış, evde konuşulanları dinliyorsun, ağıtları duyuyorsun, sonra biraz büyüyorsun, okumaya başlıyorsun, sonra bunların başka yerlerde de yaşandığını öğreniyorsun. Yerinden yurdundan edilmenin başka bir sebebi olduğunu anladığında kabullenmesi çok zor, ama siyasi bir bilinçe yaşayınca bizim yaşadığımızın bir önemi yok diyorsun. İnsanların başka yerde kök salması normal değil. Hep dönmeyi istemekle devam ediyorsun burada yaşamaya.

Biz burda Belçika'yı yaşamıyoruz.

24 saat Kürdistan'la yatıp Türkiye'yle kalkıyoruz. Oralarda yaşananlara üzülüyor veya seviniyoruz. Bağını öyle kurduğunda nerede olduğunun da bir önemi kalmıyor.

Bir gün dönsem gazeteciliğe Kürt medyasında devam ederim.

Yani zaten o şartlar oluştuğunda dönerim.

 

 'Ailemin kaygıları vardı, okulu bıraktırdılar'

 

Hacer Katurman

1978 Dersim doğumlu.

14 yaşında kadar Dersim’de yaşamış.

Babası öğretmen olduğu için Niğde, İstanbul gibi birçok farklı yerde ikamet etmişler.

Sekiz yıldır Brüksel’de.

Kapatılan Roj ve Nuçe TV’lerin haber spikeriydi.

  

"Fırat Üniversitesi'nde okuyordum, ailem İstanbul’a gitmemi ve  öğrencilik hayatıma bir süre ara vermemi istedi. Sorunlu bir öğrencilik hayatım oldu.  Siyasi meselelerle fazlaca ilgiliydim, daha sonrasında gençlik kollarında çalışmaya başladım. Gözaltına alındım. Ailemin kaygıları vardı. İstanbul’da bir süre daha kaldıktan sonra yurt dışına çıkmam gerekti. Çünkü Türkiye’de fikirlerim sakıncalı bulunuyordu ve ifade etmeme izin verilmiyordu. Ya kalıp cezaevine girecektim ya da çıkıp kendimi ifade edecektim. Ben seçimimi bu yanda kullandım."

 

'Geleceğimiz, sürece bağlı olarak şekillenecek'

"Sürece dair çok hayalci değilim, ama bizim hayatlarımız da tamamen buna bağlı. Yani gelecek planlarımız. Sorunlar aynen devam ederken ‘Hacer nerede ve nasıl bir hayat yaşıyor' diye düşünemiyorum açıkçası, çünkü yaşanan her şey beni direkt etkiliyor. Çözümden sonra yerinde ve daha iyi koşullarda gazetecilik yapabileceğimi düşünüyorum. Şu anda iletişim araçları üzerinden mesleğimi yapabiliyorum. Ama yerinde ve görerek yapma şansımız olmalı. Haberin kaynağında olmak lazım. İkinci üçüncü elden haberdar oluyoruz biz şu an."

 

'Toprağımı özlüyorum'

"Ben şu an dönersem nasıl bir yaklaşımla karşılaşırım bilmiyorum. Sonuçta bu yayınlarda çalışıyorum ve ekrana çıkıyorum. Dönüşümüz için yasal düzenlemeler gerekiyor. Beni Avrupa'ya tek bağlayan ve burada yaşamayı kolaylaştıran şey mücadele ettiğimi düşünüyor olmam.

Burada evi evim gibi, sokağı mahallem gibi hissetmiyorum. Sadece işimle bağlıyım buraya. Aidiyetim sadece emeğimin bir yerlere ulaşıyor olmasına.

Özlemlerim var elbette. Toprak özlemi, yurt özlemi.. Kendi dilin, kendi kültürünü özlüyor insan."

 

'Ana akım medyaya kendimi yakın hissetmiyorum'

"Barış olsa Ortadoğu’da gazetecilik yapmak isterim sadece Türkiye’de değil.

Ana akım medyada çalışmak istemem, daha doğrusu medya iktidarla ilişkisini kopartacağı bir kapasiteye ulaşmazsa alışmak istemem. Bu haliyle kendimi ‘o’ basına yakın hissetmiyorum. Habere, topluma, insana, olaylara bakışımız çok farklı. Alternatif medya bana daha uygun."

 

'Hem Kürt, hem siyasi, hem de asker kaçağıydım'

 

Erdal Er

"İstanbul’da reklamcılık yapan siyasi meselelerle ilgili bir Kürt vatandaştım" diye tanımlıyor kendisini .

1996 yılında Brüksel’e göç etmiş.

Nuçe TV’de çalışıyordu, program yapımcısıydı. Kanal kapatıldıktan sonra diğer kanallara destek veriyor.

  

"1992’de askerlik diye bir bela ile karşı karşıyaydım. Ve ben siyasi nedenlerden, görüşlerimden ötürü gitmemeye karar verdim. Hem siyasi biriyim, hem asker kaçağıyım, iyice hayatım zor hale geldi.

Sadece kimliğime bakılıp ‘Kürt olma’ gerekçesi ile gözaltına alındığımı bilirim.

Buna bir de asker kaçağı olmak eklendi.

Devlet kurumları veya resmi yerlerle çalışmak imkânsızlaşıyor, okul keza öyle.

Daralan bir yaşam alanından ziyade imkânsızlaşan bir yaşam alanından söz ediyoruz.

İki seçenek kalıyor benim gibi insanlara; ya dağa çıkacak, ya yurt dışına. Ben yurt dışına çıktım."

 

'Kürtçe konuşacağız, hem de televizyonda!'

"Buraya geldiğimde gazeteci değildim ben, reklamcıydım. Ve 1995’te Med TV yeni açılmıştı. Bir akrabam burada çalışıyordu, Zazaca program yapıyordu. Onun aracılığıyla geldim televizyona, gazetecilik eğitimi aldım.

Bizim için televizyon yeni bir durum. Asimile olmuş bir dille televizyonda yayın yapacağız.

Üstelik Kürtçe konuşmak bile sakıncalıyken biz Kürtçe konuşacağız, hem de televizyonda. Onur verici bir durum.

İşte bir şekilde bulaştık mesleğe, mikrofonu elimize aldık. 17 yıl oldu.

Zazacadan Türkçe’ye.

İlk tek başıma programı Medya TV’de yaptım."

 

'Baskılar burada da devam ediyor'

"Burada olmak, yayıncılık yapmak kimse için kolay olamaz, çünkü sürgünde yayıncılık yapıyorsunuz, ama kendi ülkenizle ilgili. Sokakla temasımız yok. Tek bağımız telefon ve internet. Bilgiye ulaşmak sorun değil, ama birinci elden almak gibi değil.

Ayrıca  burada da baskılar hiç durmuyor, yayınlarımız durduruluyor, kanallarımız kapatılıyor, gözaltına alınıyoruz. Hani burada da tüm sorunlardan, yaptırımlardan uzaklaşmış değiliz."

 

'Çantamız hep hazır, geçmişimle buluşmak isterim'

"Normalleşme olduğunda memleketime dönmek isterim.

Bizim ilk günden beri dönüş çantamız hazır. Buralara ait değiliz. Sürgün psikolojisi işte. Tam yerleşemiyoruz.

Yolcu gibisiniz, kalıcı değilsiniz, ama bir yandan da yıllar ilerliyor.

Düşünsene, buraya geldiğinde 20 yaşındasın, şimdi 40.

Döndüğümüzde arkamızda bıraktıklarımızı da bulamayacağız ve o da ayrı bir trajedi olacak.

Döndüğümde ne yaparım, nerede yaşarım bilmiyorum, bunun hayalini kurmuyorum.

Önce köyüme gidip hayatıma bir de oradan bakmak isterim. Geçmişimle buluşmak isterim."

 

 'Silahlar patlamıyor, ama sorunlar da çözülmedi'

"Benimle ilgili yürüyen bir dava var mı bilmiyoum, ama KCK iddanamelerinde adım sıklıkla geçiyor.

Dönmem için yasal düzenlemeden önce Kürt meselesinin çözülmesi gerekiyor.

Bunlar olmadan dönmem ben.

Veriler yakın tarihte çözümlenecekmiş gibi görünmüyor.

Evet silahlar patlamıyor ama sorunlar da çözülmedi."

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!