15 Aralık 2017

Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder duruşmasından; hiç böylesini görmedim, inanın!

Her vatandaşın kendini savunma hakkı vardır. Bunlar artık demokrasinin, hukukun 101'i dir.. Bizler de 101 düzeyine razı hâldeyiz!

Dün HDP'nin tutuklu eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in yargılandığı duruşmayı izlemek üzere Çağlayan Adliyesi'ndeydim.
Devletin HDP'ye karşı değişen tavrını -değişimden önceki hâliyle de yaşamış biri olarak- bir kere daha gözlemleme fırsatı yakalamış oldum.
Yıllardır sayısız siyasi dava takip ediyoruz,
Şüphesiz ki önemli bir bölümü haksız, hukuksuz çoğu adaletin katli.
Ancak dün izlediğim duruşma klasik bir hukuksuzlukla anlatılamayacak, daha ziyade Türkiye'de hukuk sistemin ne hâle geldiğini gizlisi saklısı kalmayana kadar gözler önüne seren acıklı bir tabloydu.
Utandım
Ve öfkelendim.
En iyisi baştan alalım...
Demirtaş ve Önder 2013 İstanbul Nevroz'unda yaptıkları konuşmalar nedeniyle 'terör örgütü propagandası yapmak'tan 1 ila 5 yıl arası hapis cezası istemiyle yargılanıyorlar.
Duruşma Çağlayan'da görülecekti.
Demirtaş getirilmediği duruşmaya video aktarım sistemi SEGBİS'le cezaevinden bağlanmayı reddedecek ve o yüzden savunma da yapmayacak, Sırrı Süreyya Önder ise hâkim karşısında savunmasını yapacaktı.
Şöyle söylemeliyim; uzun zamandır gördüğüm en düşük katılımlı duruşmaydı.
Tabii devletin  değişen tavrını bildiğimiz gibi Türkiye entelijansiyasının da prim kazanamayacağı, günün modası olamayan siyasi adaletsizlikleri görmezden gelmek gibi bir alışkanlığı olduğunu da gayet iyi biliriz.
Şükür ki şundan sadece kısa bir süre önce HDP'li siyasetçilerle aynı masaya oturmak için yarıştıklarını, yan yana görünmek için öldüklerini, davalarını ve kavgalarını kendi davaları sayıp büyük bir tutkuyla sahiplendiklerini görmüş gözlere sahibiz.
Konumuz kesinlikle bu olmamakla birlikte aslında hep dönüp dolaşıp aynı yerde kitlenmekte:
Aydın dediğimiz kesim -birkaç istisnayı ayrı tutarak konuşuyorum- bu manada hep çok sorunlu oldu. Kürt meselesi revaçta olduğu günlerde, barış süreci dört nala yol alıyormuş sanılırken bu insanlarla beraber olabilmek çok önemliydi!
Birkaç Kürtçe kelime öğrenip yan yana poz vermek için deliriyordu koca kadınlar, koca adamlar.
Zaten dikkat edin ya aşırı benimseme, deliye dönmüş gibi o çevrelerin içinde kendine yer edinme telaşı, hırsı...Kendinden başka kimseyi de orada istemeyecek kadar büyük, kıskanç birer âşıklar ya da konjonktürle kaybolanpopülerlikle beraber kendileri de yoklar, toz bulutu olmaktalar!
Oysa her şey aynı.
Konular da kişiler de.
Neyse meselemize geri döneyim...
Duruşmada neredeyse kimse yoktu!
Ve bir heyet vardı ki o ne heyet.
İnsan izlerken mahcubiyet hissediyor.
Bir ağır ceza mahkemesi düşünün ki...
Avukatlar sırayla söz almak isterken "Hepiniz konuşmayın, aynı şeyi söylemeyecek misiniz nasıl olsa? Bir sözcü belirleyin o da bir seferde kısaca anlatsın" tavrı sergiliyor.
Sıklıkla "Ama hadi çok uzun oldu" denilerek avukatların sözleri kesiliyor.
Ve ara karar için duruşmaya ara vermek isteniyor.
Sırrı Süreyya Önder karar aşaması öncesi kendisinin dinlenmesini istiyor, "Söyleyeceklerim tam da alacağınız kararla ilişkili" diyor ama "Gerek yok" yanıtını alıyor.
Hiç böylesini görmedim, inanın!
Dava ne kadar siyasi olursa olsun, hâkimler savunma hakkına saygıyı mümkün mertebe elden bırakmaz-dı-...
Karar aslında adeta hissettirilse de heyet bunu ne izleyiciye, ne yargılanana böyle belli edemez -di-...
Adaletsizlik ne kadar hissedilse de heyet histen öteye gidecek tek bir belirti, tek bir kanıt ortaya bırakmaz, bırakamaz -dı-...
Ara kısa sürdü.
Geri döndük yerlerimize.
Hemen savcı mütalaasını okudu.
Herhalde heyetin bir yemek sözü filan var, alelacele duruşma bitsin istiyor.
Sırrı Süreyya Önder söz aldı, bu durumu eleştirerek başladı sözlerine ve "Takdir edersiniz ki sabahtan beri çalışıyoruz. Tek işimiz siz değilsiniz" yanıtı geldi.
Savunmasına devam ederken hâkim söz kesip "Toparlayabilir miyiz Sırrı Bey" dedi,
"Zaten hâlihazırda iki sayfa konuştunuz da..."
Bu tutumlar karşısında avukatlar reddi hâkim talep ettiler.
Onların bu talebi heyeti çok şaşırttı.
Doğrusu beni de heyetin şaşırması şaşırttı.
Davranışları bu derece dikkat çeken bir mahkeme sıklıkla ret talebiyle karşılaşıyordur, diye düşünüyor insan ama hayır çoğunluk 'kaderine razı gelmeyi' tercih ediyor demek!
Fakat bu dönemde hâkimler aslında tek ve en önemli şeyi gözden kaçırıyor, o da şu; bugün yürütülen davaları izleyen gazeteciler yok, duruşmalarda yaşananları yazanlar da yok evet ama tarih sahnesine en küçük detaylar dahi yazılıyor. Ve tarih sahnesi sırası gelen için perdelerini açmasıyla tanınıyor. Bu geçmişte de hep böyle oldu. Üstelik çok da eskiden söz etmiyorum.
Hukuk kuralları kalın çerçeveleriyle net ve belirgindir. Siyasi görüşler ne olursa olsun heyetler tarafsız görünmeli, güven hissi oluşturmalıdır. Bunu yapamayacağına inandığı dosyaları da kendi insiyatifiyle geri çevirmelidir!
Her vatandaşın kendini savunma hakkı vardır. Bunlar artık demokrasinin, hukukun 101'i dir.. Bizler de 101 düzeyine razı hâldeyiz!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!