17 Ocak 2019

Şeytan, en masumumuzdur!

Şeytan, insandaki ihtirasın, iktidar tutkusunun beraberinde gelen içimizdeki saldırganlığı, yıkıcılığı, yok ediciliği meşrulaştırmaya yarayan bir tasavvurdur

Dün İspanya’dan hayli ilginç bir haber düştü gündeme. Segovia kentinde yapılması planlanan şeytan heykeli fazla “sevimli” olduğu gerekçesiyle tepki çekmiş ve şikayetler üzerine bir hakim, heykelin yapımının durdurulmasını istemiş. Çünkü 5400’ün üzerinde imza toplanmış şeytanı “sevimli” gösteren, dolayısıyla “yücelten”, böylece de Katolikleri “inciten” bu heykel için!..

Bu Katoliklerin ataları, 15’inci ve 18’inci yüzyıllar arasında en mütevazı tahminle 40 bin ile 100 bin arası insanı Avrupa’da cadı oldukları gerekçesi ve şeytanın arzusu doğrultusunda hareket ettikleri iddiasıyla yaktı (tabii Protestanlık da Katoliklikle mevzi ve nüfuz mücadelesinde ondan geri kalmamıştır bu korkunç “cadı-avcılığı”nda.)

Halbuki cadıların şeytanla hiç işi yoktur. Onlar, şeytana değil “doğa”ya taparlar. Bir “dişil kutsallık” inancı olan Paganizmin pratisyenleri (çoğu kadın) “Wiccan”lar (cadı için “meşru” tabir) yeryüzü, yani “Doğa Ana”yı ibadetin merkezi unsuru yaparlar. Tabii doğadaki her şey gibi insan da bu kutsallığın bir parçasıdır. Bu inanç, bünyesinde kötülüğün hem doğa-üstü hem de doğal, yani kişileştirilmiş bir tasavvuru olarak şeytanı içermez.

Şeytan, dünyayı lanetli sayıp cennetten kovulmuş insanı oraya bir ceza olarak koyan semavi-tektanrıcı (ve eril) din geleneğinin içinden çıkar. Ona mahsustur.

Bir diğer ilginç nokta şudur ki cadılara “şeytana-tapar” atfı yapan "kilise"nin en büyük faydası bizzat şeytanın kendisine olmuştur! Hristiyan kiliselerinin “Şeytan”ı “fantastik” bir korkunçluk içinde resmetmesinin pek çok insanı cezbederek onları cennet yerine cehennemi tercih eder hale getirdiğini öne sürüp bunu temellendiren kaynaklar vardır; özellikle "Şeytan"ın cennette bir kul olmaktansa cehennemde bir kral olmayı seçmesi bağlamında (akt. Gary Ferraro, Cultural Anthropology-An Applied Perspective, 2008, s. 343-4.)

Ve yine ilginçtir ki kilise babalarının/“aristokrat” Hristiyanlığın şeytanı böyle dehşetengiz resmedişi karşısında halk kitlelerinin algısında, folklorik ürünlerde (masallar, efsanelerde) şeytan, korkunç olmaktan çok komik, azgın olmaktan çok aptal bir olağan dışı figür olarak resmedilmiştir!..

İşte Segovia’daki heykelin çıkış noktası tam da böylesi bir halk efsanesi imiş. Şeytanın, kentin ünlü bir köprüsünü inşa etmek için nasıl kandırıldığını anlatan bir efsane. Hani şu bizdeki “Şeytana pabucunu ters giydirme” deyişi var ya, aynen onunla uyarlı mahiyette bir içerikle bezenmiş ve çocuklara okullarda öğretilip onların şeytandan korkmak yerine onunla dalga geçmelerine imkân alanı açan bir hikâye.

Bu hikâyeyi “bronz”laştırmak istemiş sadece heykeltıraş José Antonio Abella…

Üstelik “heykel-şeytan”ın elinde de bir akıllı telefon var ve selfie yapıyor o!..

Yani hayli matrak bir kompozisyon var ortada! Biraz esnek ve eğlenceli bir yaklaşımla denilebilir ki şu içinde bulunduğumuz “Teknopoli Çağı”nda şeytan bile dize gelip teknolojinin ve onun kültürel sonuçlarının esiri olmuş durumda!..

“Şeytanın üzerinde teknoloji tahakkümü!” Heykel bunu işaret ediyor.

Yani neresinden bakarsanız bakın, sanıldığı gibi şeytanı yüceltmek şöyle dursun, alabildiğine aciz, çaresiz ve komik kılan bir “sanatsal tema”; düz, vasat ve yalın kat bir inançsal körlükle reddiyeye uğratılmış.

Dilekçe verenler, şeytanın “itici ve adi” gösterilmesi gerektiğini söylemişler.

Heykel, korkuya korku katsın ve korkudan yanından bile geçilmesin; bunu istiyorlar.

Böylece (inancın “içinden” konuşmak gerekirse) “Şeytan”ın murat ettiği her ne ise, o amaca ulaşılsın; istenen esasen bu…

İşte din, egemenler, hükümranlar muktedirler elinde ve onların dümen suyuna girmiş olanların itici gücüyle yüzyıllarca böyle korku üzerinden dünyevi itaate malzeme yapıldı.

Halbuki dinin, insanlık tarihine bakıldığında böylesi egemene itaat ekseninde işlevselleşmesi karşısında, egemene isyan ekseninde (bu coğrafyada Babailer isyanı, Şeyh Bedreddin isyanı, Kızılbaş-Alevi kalkışması gibi) halk hareketlerine ateşleyici olduğu örnekler de dünyanın her yerinde bol bol çıkar karşımıza.

Aynı şekilde, egemenlerin halkı korkutmak için işlevselleştirdikleri doğa-üstü figürlerin halk inançlarında bambaşka formüllerle böylesi bir korku unsuru olmaktan çıkarıldığı, böylece iktidarlar karşısında bir tür “direniş sanatı”nın sergilendiği örnekler bulmak da mümkün…

İspanya’daki şeytan heykeli işte tam da böyle bir motifin karşılığı bana soracak olursanız…

Aslına bakılırsa, başlıkta da ifade ettiğim üzere “Şeytan”, en masumumuz…

O, bir “günah keçisi”. İnsandaki ihtirasın, iktidar tutkusunun ve “öteki” olanı sorun, tehdit, düşman saymanın beraberinde gelen içimizdeki saldırganlığı, yıkıcılığı, yok ediciliği meşrulaştırmaya yarayan bir tasavvur. (Değil mi ki hep “şeytana uyarız”?!)

Bu tasarımın özünde “ötekileştirme” var.

O yüzden Katoliklik, önce kendisine karşı yeni, farklı ve rakip bir Hristiyanlık anlayışı olarak ortaya çıkan Protestanları şeytanla iş birliği içinde olmakla suçladı.

Onunla başa çıkamayınca bu defa Protestanlık karşısında sarsılmakta olan ekonomi-politik iktidarını korumak için, kendi “sömürgen” yapısına yönelmiş kitlesel dikkati dağıtma yolunda pagan inancın temsilcilerini şeytanla iş birliği içindeki "cadılar" diye suçlama yoluna gitti.

Aynı Kilise için Fransız Devrimi de şeytan-işi idi.

Aynı Hristiyanlık için Marx da şeytanla iş birliği içinde bir “Satanist” idi.

Bu söylediklerimizin tarih sayfalarında karşılıkları var. Tabii kilise, daha doğrusu dini terkisine almış iktidarlar kurulu düzeni sürdürme yolunda kendilerine itaati sağlamak üzere şeytan ve Satanizm vurgusunda bulununca, şeytanı “isyan”, “direniş”, “başkaldırı”, “özgürlük ve özgürleşme” yolunda seferber edip örtük ya da (anarşist düşüncenin öncü isimleri Proudhon, Bakunin gibi) açık olarak savunanlara da tarihsel süreçte rastlanmıştır.

Edebiyattan tipik bir örnek de fiilen “Satanist” addedilmiş 17’nci yüzyılın büyük İngiliz şairi John Milton’dır. O, hayatının eseri olan “Kayıp Cennet”te (Paradise Lost) Şeytan’ın Tanrı’yla savaşını anlatırken, “âsilik”“bilgi ağacının meyvesini yiyerek masum, saf ve kör cehaletten çıkmak”, “kadının [Havva] erkeğe [Âdem] mutlak hâkimiyetine başkaldırmak” gibi noktaları vurgulamasıyla neredeyse “şeytanın tarafında yer alma sınırı”na gelmiştir (John Sutherland, Edebiyatın Kısa Tarihi [Çev. Tufan Göbekçin], 2018, s. 94-6).

Sonuçta bir yanda egemenlerin itaat arayışlarında korku faktörü olarak işlerliğe sokulan şeytan var. Diğer yanda ise o şeytanı böylesi korku faktörü olmaktan çıkarıp kâh komik kılarak, kâh dinin iktidardan yana akışını sorgulama yolunda anlamlandırmaya çalışarak “çözelten”, böylece iktidar sahiplerine nanik çekme “nezaketsizliği”nde bulunan isyankârlar var.

Dünden bugüne devam eden bir mücadele bu ve son tecellisi de işte İspanya’daki “sevimli-şeytan” heykeli…    

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil