19 Kasım 2018

Çocuk, insanın babasıdır!

"Müslüm, herkesin yasını dindiren bir “Baba” olsa da kendi içindeki “Baba”nın yasını bir ömür boyu tutar gider..."

(Uyarı: ‘Spoiler!’)

“MÜSLÜM”ü izledim ve filmden geriye işte bu söz bâki kaldı:

“Çocuk, insanın babasıdır.”

Büyük İngiliz şairi, edebiyatta romantizmin öncü ismi William Wordsworth’ün My Heart Leaps Up (“Kalbim Yerinden Hoplar”, 1802) adlı şiirindeki dizenin böylesine sarsıcı ve yakıcı şekilde içini doldurup anlamını dışa vuracağını hiç mi hiç tahmin edemezdim ben bu filmin!..

Gökyüzünde beliren gök kuşağının yarattığı heyecanla hayata ilk adım attığı günlerden başlayarak halen yaşadığı âna ve yaşlılığına, hatta ölene kadar sürmesini istediği, o kendisine çocukluğundan miras doğa sevgisini yansıtan şiirinin tam ortasına inci gibi çakmıştır bu dizeyi Wordsworth:

“The Child is father of the Man.”

Yani, “Çocuk, insanın babasıdır”…
                                     ***
Wordsworth’ün anlatmak istediği, çocukluk deneyimlerimizin yetişkin varlığımız üzerinde şekillendirici etkisi olduğudur; ama elbette ters yönde şekil-bozucu ve travmatik etkiye de sahip olabilir söz konusu deneyimler…

Sonuçta her halükarda insanı “yapan”, imal eden, var eden, çocukluğudur.

Büyümek, yetişkinlik, olgunluk, yaşlılık, ihtiyarlık… Hepsi boştur.

İnsanın varlığını, içinde en merkezi noktaya yerleşmiş bir “Çocuk” yürütür, yönetir, yönlendirir.

İnsan, çocuklukta ortaya çıkar ve ömrü boyunca o ortaya çıkışın sonucuna (getirileri-götürülerine, bedeline, ceremesine) katlanarak yaşar.

Çocukluk, insan varoluşunun temelidir.

Çocuk, insani koşulun merkezidir.

Çocuk, insanın babasıdır.

(Bu aktarılanlar için bkz. John Sutherland, “Battaniyenin Altında – Edebiyat ve Çocuklar”, Edebiyatın Kısa Tarihi içinde, Alfa, 2018, s. 180-181.)
                                      ***
Ve işte “Çocuk”, “Müslüm Baba”nın da “Baba”sıdır!..

Yönetmenliğini Ketche ve Can Ulkay’ın üstlendiği, senaryosunu Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi’nin yazdığı film, insanın içini kıyan bir yakıcılıkta Müslüm Gürses’in hayat hikâyesinden en can alıcı kesitlerle şekilleniyor.

Ancak bir “Müslüm Baba” hikâyesi olmaktan çok öteye başarıyla geçerek insana ve insanî varoluşa dair “psiko-antropolojik” bir hikâyeye evriliyor.

Diyor ki film bize: “Biyolojik” babayı geçin! İnsanın “antropolojik” babası, çocukluğudur.

***

Müslüm Gürses’in hayatı, “biyolojik” babasının korkunç eylemlerinin açtığı kalıcı hasarı (travmayı) bir ömür boyu taşımakla geçmiş; filmden bunu gayet açık şekilde çıkarıyoruz.

Bir taraftan o “biyolojik” babadan hep kopma isteği, ama bir türlü de kopamama gerçeği… Diğer taraftan o kahrolası babanın kendisinden kopardığı anne boşluğunu da hep kapatma isteği, ama ne yaparsa yapsın, ne kadar (Muhterem) "nurlu ufuklara açılırsa açılsın", bir türlü kapatamamanın acı gerçeği…

“Müslüm Baba”nın hayatı böyle geçmiş.

O, herkesin “Baba”sı olmuş, ama kendisi hep “Çocuk-MÜSLÜM” kalmış.

Dolayısıyla filmin adının “MÜSLÜM” ana başlığı altına küçücük iliştirilmiş “Baba” sözcüğü ile kompoze edilmesi de son derece yerinde ve anlamlı. Çünkü bu, “Müslüm Baba” hakkında bir film değil; onun “Baba”sı, “(Çocuk) MÜSLÜM” hakkında bir film!..


 ***

İzliyoruz, tüm Türkiye’ye “Baba”lığını kabul ettirmiş; uğruna kendini jiletle doğramayı göze alan, ama bir yandan da başkalarıyla paylaşamayıp onu doğrayacak kadar da “aşk-körü” hayranların öznesi Müslüm Gürses (Timuçin Esen), kendi içindeki “Çocuk/Baba”ya tâbi bir mahzunlukla sürdürüp gidiyor hayatını.

Bu “Çocuk/Baba”yı motive eden iki dinamik var: Yas ve sarhoşluk (içki).

O yüzden, hayranlarının kendilerine niye ha bire jilet atarak zarar verdiklerini soran gazeteciye “Yas tutuyorlar, yas” diye cevap veriyor ve devam ediyor:

“Yas tutarsın, ömür geçer!”

Yine o yüzden bu “ömürlük yas”a müsekkin niyetine hayatına “damardan” girmiş içki ile kopmaz bağını, ona hayatın içinde bir nebze “sağlık aşısı” olmak için çırpınan Muhterem Nur’a (Zerrin Tekindor) şöyle açıklıyor:

“Ben 25 yıldır sarhoşum Muhterem! İçin dışım darmadağın… Ben çoktan ölüyüm.”

 Bunları söylediğinde yıl 1989’dur ve 25 yıl geriye gittiğimizde 12-13 yaşlarında bir çocuğun “hayat meleği” olan annesinin (Ayça Bingöl) alkolik-gaddar bir baba (Turgut Tunçalp) tarafından acımasızca katledilişine şahit oluruz.

Sonra da anasını katleden babasından kalmış kanlı sofradaki kanlı bardağa doldurduğu rakıyı kafasına dikip acısını bastırmak isteyişine!..

***

Müslüm’e ne “biyolojik” babası ile hesaplaşmak, ne de ondan hem fiziksel hem de ruhsal anlamda kaçmak nasip olur. O yetişkin olduğunda ana-katili babası hapisten çıkar gelir, ocağına düşer. Bu babayı küçük kardeşinin (Taner Ölmez) öfkesi, isyanı pahasına içeri almaktan geri kalmaz o...

Anlarız ki Müslüm’ün öfkesi dışa patlayamamakta, içe patlamakta ve orada cayır cayır yanan yürek de ancak alkolle soğumaktadır.

Bu da korkunç bir içsel çelişkidir. Bir yandan hep babadan kaçar, hatta onun gibi bir baba olma korkusuyla çocuk sahibi de olmaz, ama diğer taraftan alkol bağımlılığını da o babadan miras almıştır.

Ve işte alkol, onu o olmak istemediği baba yapar! İçindeki çocuğun kaybına hâlâ âh ettiği anneyi yeniden var kılma hayaliyle hayatının merkezine yerleştirdiği Muhterem Nur’a koyu bir sarhoşluk içinde uyguladığı şiddetle!..

Babası gibi olmak istemedikçe babası olmaktadır; annesini bulmak istedikçe de annesi iyice uzaklaşmaktadır!..

Onu gerçeğin acısıyla da tatlısıyla da yüzleştirmek, hayatının kadını Muhterem Nur’a düşer:

“Ama sen, baban değilsin. Ben de senin annen değilim.” 
                                        ***
Müslüm’ün ömürcüğü, o korkunç (“biyolojik”) babadan kaçmak ve kaybettiği anneyi bulmak istemekten ibaret yaslı mı yaslı bir oyun... Muhteşem müzik yeteneği de böylesi bir ömrü zor da olsa sürdürme yolunda bir dayanak, bir “baston”.

Ama elbette içindeki “Çocuk/Baba”nın sesini, şeklini-şemailini en güçlü şekilde dışa vuran bir “baston”dur bu.

Onu, ömürleri kendisi gibi yas tutmakla geçenlerin “Baba”sı yapan da budur.

Böylece Müslüm, herkesin yasını dindiren bir “Baba” olsa da kendi içindeki “Baba”nın yasını bir ömür boyu tutmuş gitmiştir...
                                             ***
Filmin “katalitik” etkisiyle ben de içimdeki o “Çocuk/Baba”nın nasıl hükmünü varlığımda bir ömür boyu icra ettiği gerçeğiyle yüzleşirken gözümün yaşının akıp gitmesine mani olamadım.

Ve baktım ki film bittikten sonra çevremdekilere, hiç de yalnız değilmişim!.. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil