06 Mart 2015

Çaresizlik ve mizah

Bu ülkede neden herkes gibi ben de bir siyasi parti seçip canla başla çalışmalara girişmiyorum da çiziktirip duruyorum, acaba?

Kendime dönük bir iki gevezelik ile bir iki kimlik kurcalama denemesi; ben  kimim? İşte düşünce tarihinin, her zaman taze kalmış kadîm sorusu!..

Bu ülkede neden herkes gibi ben de kendime, mevcutlar içinden bir siyasi parti seçip, onun adına canla başla tartışmalı savunulara ve fedakârane çalışmalara girişmiyorum da dalgacı bir tavırla çiziktirip duruyorum, acaba?

Bir defa müstahsil yani üretici değilim, memur, tüccar, sanayici hiç değilim sonra yerleşik olmayan ve okuduğum okullar ile münevver ilgileri sınırlı  kalan  çevrelerde göçebe bir yaşamın peşinden savrularak biçimlenmeye uğramış biri olarak, ne sınıfsal, ne siyasal, ne örgütsel, ne bölgesel, ne dinsel, ne mesleksel, ne ekonomik, ne de etnik bir topluluğa  mensup sayılmamışım.

Bunlardan herhangi birine katılma becerisini de gösterememiş, zaman zaman bunu denemiş bile olsa, haklı olarak yine kabul görmemiş biri olarak, bu çaresizliğin doğal tepkisi olan mizahı, bir ifade aracı gibi sineye çekmiş olmalıyım. Sanırım bu, beni diğer bağlantılardan masun kılan asıl neden sayılmalıdır.

İyi de nasıl geçindi bunca zaman?  İş talep etmedi kimseden. Elinden gelen, el ürünü yaptıklarını, bağırmadan, kapıları çalmadan, sadece görünmeye gayret eden bir sokak satıcısı olarak, işlerini sergileyerek. Ne uzadı ne de kısaldı.

Ama bunca sorumsuzluğun ve başıboşluğun bana yüklediği ise, ağır ve muğlak bir sorumluluk olmuştur!

Bu çözümlemeler benim herhangi bir futbol takımını tutmam  için nasıl ki yol gösterici olmuyorsa, siyasal ya da ideolojik bir tarafın militanı yada savunanı olmamı da gerektirmiyordu.

Ancak dünyadaki ilk yıllarımda ve sonrasında, gezip tozduğum zor coğrafyalarda tanık olduğum hayat ve de vicdan sarsıcı adaletsizlikler ile buna çözüm olur gibi ortada dolaşan ve bana  kadar ulaşan soyut öneriler bir araya gelince, ister istemez dünya görüşüm toplumculuğa doğru meyledip belirginleşti.

Ama sorunun ve çözümün vicdan ve ideoloji ile ilgisinden çok, her zaman birbiriyle çelişip duran menfaatlerle şekillendiğini, bunun böyle devam ettiğini ve edeceğini gördüm.

Ülke genelinde bu süreci ani, hızlı, şiddetli müdahalelerle kısa yoldan çözümleme denemelerine de defalarca tanık oldum. Ancak bu tür girişimlerin hemen ardından önceki adaletsizliğin sadece renk değiştirerek  aynen, bazen de ağırlaşarak sürdüğünü  izledim.

Umutsuz ve iç karartıcı gibi görünen bu gözlemlerden sonra, vicdanlar nasıl rahatlatılır ve adalet  nasıl sağlanırdı?

Görünen o ki, her kişi, her çıkar çevresi herşeye karşın, belli anayasal kurallara bağlı kalarak, kendi menfaatlerini özgürlük içinde korumak ve geliştirmek için demokratik yollarda çaba gösterebilmelidir ve kesinlikle engellenmemelidir. Ortaya çıkacak meşru ve dinamik denge, umut, güven ve mutluluk getirici olacak ve bunlar ertesi güne de rahatlıkla ulaşacaktır. İnsan doğasına güvenin bir gereği.

Oysa her kişi ve her çıkar çevresi, özellikle de üretici olmayan çıkar çevreleri, herşeye karşın kısa ve hızlı yollarla kendi ve kendi gibilerin menfaatlerini sağlama alma yolunda çaba göstermekten geri durmuyor, durmayacaklar gibi de. Böyle olunca şiddet, yalan, hile, zorbalık ve “biz her kesimin birden çıkarlarını koruyoruz” gibi martavallarla yola çıkanlar hiç eksik olmuyor.

Bu koşulları fark ettiğini ve rahatsız olduğunu söyleyen biri olarak, bana düşen ve yapmam gereken ise, yukarıda anlatılan menfaatleri elde etmek adına her zaman ileri sürülen yalan ve yanılgılara dikkat çekmek, işaret etmek ama kabul etmemek, ve onların görünür kılınmasına yardımcı olmaya çalışmak gibi vicdani ve maddi menfaatlerimi güvenceye almak olmuştur.

Her hangi bir takıma katılmadan, batıcı laïk yada doğucu İslâm gibi, onlarla birlikte olmanın ve onların vereceği güç ve koruyucu güvenceyi paylaşmadan çabalamaya çalışmaktaki tuhaflık, çaresizlik ve gülünçlük, ister istemez kişiyi mizahın neşeli ortamına sürüklüyor.

 1973 Temmuz'unda İzmir'de açılan bir karikatür sergimi gezen bir izleyicinin “Sıkıntıdan mıdır, kederinden midir, çizilenler insanın yüreğine bir yumruk gibi oturuyor” sözüne, Demokrat İzmir gazetesinde o zaman manşete çıkartılan bir yanıt vermişim, “Çaresizlik abicim!..

Yaşadığım yerlerde bana yakıştırılan ve çaresizliğimi pekiştiren nitelemelerin nedenleri de doğrusu ilginçtir. Meselâ;

-- Komünist mi oldun?.. dedilerdi.  Altmışsekiz'lerde, Güzel Sanatlar Akademisi'nde, öğrenci ve asistanların okul yönetimine katılmaları konusunda toplantı, işgal ve meclisten yasa çıkartılması çalışmalarına katıldığım için...

-- Hipi mi oldun?.. dediler sonra. Yetmişli yıllarda, Bülent Ecevit'in çıkardığı "Özgür İnsan" dergisinde 'Umut' u çizgilememiz istendiğinde, çiçeklerden oluşan mektup  biçiminde bir çizim yayımladığım için...

-- Kapitalist mi oldun?.. dediler. TÜSİAD'ın aylık dergisinde,  kendi bildiğimce bazı çizimlerim yer aldığı için...

-- Askerci mi oldun?..dediler. Cumhuriyet gazetesinde çizdiğim için...

-- Özalcı mı oldun?.. dediler. Başbakan Özal'ın yararlı sonuçlar veren politikalarını yermediğim için...

-- Dinci mi oldun?..dediler. Gazetemden atılmama da neden olan, başörtüsü serbestliğini savunan bir röportaj verdiğim için...

-- Cemaatçi mi oldun?.. dediler. Taraf gazetesinde çalışmaya başladığım için...

-- AKP'li mi oldun?.. dediler. Ulaşım, sağlık ve vesayet rejiminin geriletilmesi konularındaki politikaları doğru bulduğum için...

İşte bana yakıştırılan niteliklerin bazıları. Sanki umrumdaydı, yoksa ne oldum delisi olmak, işten bile değildi!..


                                

Yazarın Diğer Yazıları

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor