02 Ekim 2015

Rollere ruh üfleyen adam

Büyük oyuncu soğuk olmak istediğinde buza, sıcak olmak istediğinde ise ateşe dönüşür

En önemli, en tanıdık ve en değerli bulduğum duygu “hissetmek” tir.

Bu bayram kızın üniversite sınavı çalışmaları nedeniyle ona destek için eve bağlanmak durumunda kaldık.

Yağmurlu havaların en iyi park alanı olan ve uzun süredir el değemediğim evdeki DVD rafına bakarak oynadığı karakterlere ruh üfleyerek insanların belleğinde unutulmaz yerler açan ve seyirciye geçirdiği yakıcı duyguları bize en derinlerde hissettiren Al Pacino'ya ait favori filmlerimi özenle seçtim.

The Godfather (Baba, 1972-1974-1990) I, II ve III, Scarface (Yaralı yüz, 1983), The Devil's Advocate (Şeytanın Avukatı, 1997), Scent of a Woman (Kadın kokusu, 1992) filmlerini seçerek her güne bir film getirecek şekilde izlemeye başladım.

Scarface filminde buz gibi soğuk, içinde inanılmaz bir şiddet barındıran ve zaman zaman canavara dönüşen, vahşi ve rahatsız edici bir karakter olan Küba'dan gelen sert mafya lideri Tony Montana rolüne üflediği ruh senaryonun en sıradan bölümlerini en sıra dışı gerçeklere dönüştüğünü hissederek etkileniyorsunuz. Al Pacino filmde bu karakteri oynamıyor adeta karakterin kendisi oluyor. Restoranda oturup yerken oynamıyor, gerçekten yiyor! Bu filmde yürüyen bir id'e benzetilen, paranoyak bir alev topuna dönüşen karakterin o dönemin meşhur Blink 182 grubunun isim kaynağı da bu filmde Tony Montana'nın “fuck” kelimesini yüz seksen iki defa kullanmasından ileri geliyor.

İlk iki filmi dokuz Oscar kazanan The Godfather'da Don Carleone'nin oğlu Michael Corleone karakterini oynadığı rolde gösterdiği sürükleyici performans ve filmin fon müziği olan hüzünlü kemanların sesi ile hala insanların hafızasındaki ebedi ve unutulmaz yerini koruyor. The Godfather I'de Al Pacino'nun seyirciye geçirdiği kendini feda etme, çaresizlik duyguları adeta bütün bir filmin içine dolduruyor. İç dünyası yok edilmiş mafyaya karışmayı aklından bile geçirmeyen iyi niyetli bir adamı kimya bozucu bir gerçeklikte oynayarak filmin sonunda karısı Kay'in gözlerinin içine bakıp, kardeşinin kocasının ölümüne dahil olmadığı yalanını söylemesiyle dönüştüğü yeni zıt karakteri yansıtıyor. The Godfather 2'de ise yok edici, acımasız bir mafya lideri oluşu ile bütün gücü üzerine alırken yaşadığı sinsi değişimin ifadesi olan filim son sahnesinde tek başına kardeşi Fedo'yu öldürttüğü göle bakarak bitiyor. 16 sene sonra gelen The Godfather 3 filmi ise yaşlı, pişman ve halen değişmekte olan, günahlarından arınmaya çalışan ve yasal sınırlara kendisini ve ailesini çekmeye çalışan Michael Carleone'yi oynuyor. Bu konum seyirci üzerinde ilk iki filmde karakterin alışılmış gücünü örtük bir şekilde yapılamadığı için tesirini eksiltse de Al Pacino büyülü performansını  ile seyirciyi etkisi altında tutmayı biliyor. Üç film boyunca Al Pacino iyi ile kötü arasındaki bir alaca karanlık bölgede kalan çelişkili ve yaralı ruhu oynadığı rollere öyle bir üflüyor ki izleyici olarak benzer  duyguları hissetmeye başlamakla kalmayıp defalarca izleseniz bile her izlemede film boyunca filmin içinde kalıyor hatta kıpırdayamıyorsunuz bile.

The Devil's Advocate'de mafya rollerinden komik ve bilge şeytan Lucifer'a geçiş yaptığı John Milton rolü ise bir kaç yazıma konu olacak kadar beni derinden etkileyen sözleri ile ruhuma kazınan muhteşem bir oyunculuk gösterisi. Al Pacino alaycı, büyüleyici, şirin, seksi, baştan çıkarıcı bir şeytan ama sadece dekoru kurup, cazibeyi sunup, seçimi filmdeki ve koltuktaki izleyicilere bırakıyor. Hiç bir güç kullanmadan şeytanın gücünü hissettiren inanılmaz bir oyun gücü. Filmde Al Pacino'nun filme kendini kaptırıp Frank Sinatra'nın “It Happened in Monterey” şarkısını söyleyip doğaçlama dans etmesi ve yönetmenin de Pacino'nun sette sergilediği bu yaratıcı profesyonelliği takdir ederek sahneyi  filme dahil etmesi de son derece etkileyici.

Sekiz kez Oscar'a aday gösterilen ve  en sonunda Scent of a Woman'da kör Yarbay Frank Slade karakterine üflediği ruh ile Al Pacino 1992 yılında En iyi erkek oyuncu Oscar'ını havaya kaldırıyor.  Bu filmin kahramanının ruhuna girmek için altı ay boyunca körler okuluna giderek gözlem yapması onun işini nasıl aşkla yaptığını gösteriyor. Aynı noktaya sabit bakarak filmin diğer yıldızı ile yaptığı tango sahnesini youtube'dan indirerek onun teatral ve duygusal performansına tekrar tekrar seyredip büyülenmeniz mümkün. Hukuk fakültesinde yaptığı çarpıcı konuşma da filmin ateşini yükselterek, düşündüren ve bir daha sıra dışı gerçekleri yüzümüze haykıran cümlelerle dolu muhteşem bir oyun gücü olarak karsınıza çıkıyor.

Bu altı altın filmini tekrar izledikten sonra film sektörünün gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerinden biri olan Al Pacino'yu bir HR'cı gözüyle ruhların içine bu kadar rahat girmesinde işine gösterdiği profesyonel ilgi ve aşk kadar küçük yaşlardan itibaren yaptığı postacılık, temizlikçilik, ayakkabı satıcılığı, manav, eczane ve süper markette, apartmanda kapıcı olarak  çalışırken tanışmış olduğu binlerce insan üzerinde yaptığı gözlem ve sentezlerin; rol esnekliği yaratmasında muazzam bir etkisi olduğunu hissediyorsunuz. Hayatı boyunca hep şehirde yaşamayı tercih etmesindeki temel duygunun ise; insanları izlemek, gözlemlemek ve sokakları bir insanat müzesi olarak ziyaret etmek duygusu olsa gerek diye düşünmemek elde değil.

Belki de 1940 yılında Harlem'de doğan Sicilya kökenli ailesinin tek çocuğu olan Al Pacino'nun iki yaşında ailesinin boşanmasıyla annesi ile dedesinin evine taşınması ve sokaklardan beslenen  mücadeleci bir ruh oluşturmasında ve derin yaralarını sanatla yoğurmasında oyunculuğun onun için iyileştirici bir araç olduğu da düşünülebilir. Bir röportajında “Para için gençliğinden itibaren bir çok iş yapmasına rağmen, para için oyunculuk yapmadığını” belki de bu dip duygu ile söylemiş olabileceğini de hissedebilirsiniz.

Şu da diğer bir kesin gerçek ki;  içine girdiği rollerin ruhunu zirvelere taşıyarak hissettirdiği kadar tam hissetmediği rollerin de ticari getirisine de bakmayarak  kabul etmeyen bir aktör Al Pacino. Kramer Kramer'e karşı'da Dustin Hoffman'ın rolü, Doğum günü 4 temmuz'da Tom Cruise'un, Pretty Woman'da Richard Gere'in rolü ve en ilginci Star Wars'da Han Solo rolü oynamayı ret ettiği roller. Geriye dönüp baktığında o rollerin hakkını onlar kadar veremezdim diyebilecek kadar da mütevazi.

Aynı zamanda bir Shakespeare hayranı olan ve gönlünde sinema kadar uzun yıllar yaptığı tiyatro da yatan usta oyuncu ikisi arasındaki farkı; “İp cambazıysanız telin üzerinde yürürsünüz. Düşerseniz bu tiyatrodur. Filmler de ise tel vardır. Ama yerdedir, havada değil. Yukarıda sahnedeyken vücudunuzun kimyası değişir. Aşağıda değil!” diye tanımlıyor.

Büyük oyunca karakterleri son derece insanı karakterlerdir. Sahici, karakterlerdir. Soğuk olmak istediğinde buza, sıcak olmak istediğinde ise ateşe dönüşen Al Pacino'nun gizeminin merkezinde muhakkak “rollere ruh üfleyen adam” olması, içine girdiği karakterleri hissetmesi ve hissettirmesi yatıyor ne dersiniz?

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kuş uçuşuyla Succession

Dizide finale yaklaşırken "Sence Succession'ı kim kazanacak?" sorusunun cevabı kuş dizisi repliklerinde ifade edildiği gibi ''en iyi saklanan'' oluyor

Eski dünyadan yeni dünyaya

Yeni dünyada hepimize mutlu bir yıl dileğiyle!

Yaşlarım ve bitimsiz farkındalıklarım

Hepimiz ikinci bir zihinsel-psikolojik doğuma ruhsal bir rönesansa ihtiyaç duyarız…