09 Ağustos 2014

Ne takunya, ne postal!.. Yaşasın çıplak ayaklar!

"Yarın Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Kendinize, ülkenize, insanlığa, barışa, demokrasiye, çocuklarınızın geleceğine bir ‘şans’ verin"

Bugün kendinize bir ‘güzellik’ yapın ve  Charlie Chaplin’in 1940 yapımı ilk sesli filmi olan The Great Dictator (Büyük Diktatör) filmini izleyin.

Aranızda daha önce izlemiş olanlar çoktur. Olsun. Yarınki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde oturup bir kez daha izleyin. Bu vesileyle, bize son zamanlarda, neresinden bakarsak bakalım trajedi gibi görünen -aslında maalesef öyle de olan- gündelik hayatımıza küçük bir mola vererek Chaplin’in “hayat, uzaktan bakınca trajedi ama yakından bakınca komedidir” sözünü bir kez daha hatırlayın.

Onun, Hitler’i ve Hitler’e tıpatıp benzeyen bir Yahudi berberi canlandırdığı filminin sonunda, herkesin Hitler sandığı berber olarak ‘insanlığa’ seslendiği o muhteşem tiradı ile bir kez daha sarsılın:

"Üzgünüm ama bir imparator olmak istemiyorum... Bu benim işim değil. Kimseyi yönetmek veya fethetmek istemiyorum. Elimden gelse herkese, ister Yahudi, ister siyah, ister beyaz... tüm insanlara yardım etmek isterim.

Hepimiz, birbirimize yardım etmek isteriz. İnsanın doğası aslen böyledir. Birbirimizin mutluluklarıyla yaşamak isteriz, acılarıyla değil. Diğer insanlardan nefret etmek veya onları hor görmek istemeyiz. Bu dünyada hepimiz için yer var. Bu muhteşem gezegen herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar zengin.

Hayatın bize çizdiği yol, özgür ve güzel bir yoldu ama biz o yolu kaybettik. Açgözlülük insanlığın ruhunu zehirledi, dünyayı nefretle kuşattı. Bizi sefalete, acıya ve kan dökmeye sürükledi. İlerledik, hız kazandık ama kendimizi tutsak ettik.

Zenginliğimizin kaynağı olan makineleşme, bizi fakirleştirdi. Bilgilerimiz bizi kibirli, zekâmız sert ve kaba yaptı. Çok fazla düşünüyor, çok fazla konuşuyor ama çok az hissediyoruz. Makinelerden çok insanlığa, zekâdan çok inceliğe, iyiliğe ve şefkate ihtiyacımız var. Bu nitelikler olmadan, hayatımız şiddetle sarsılıyor ve her şeyi kaybediyoruz.

Uçak ve radyo bizi birbirimize yakınlaştırdı. Bu icatlar, doğaları gereği insanlardaki iyiliği açığa çıkarmak, evrensel kardeşliği yaymak için çalışıyor ve hepimizi birlik olmaya çağırıyorlar. Şu anda bile sesim, dünya üzerinde milyonlara ulaşıyor; milyonlarca umutsuz adam, kadın ve küçük çocuğa... Masum insanlara işkence eden ve onları cezalandıran bir sistemin kurbanlarına...

Beni duyabilenlere söylüyorum: Umutsuzluğa kapılmayın!..

Bugün üzerimize çöken bela, tepemizde dolaşan bu kara bulutlar, vahşi bir hırsın, açgözlülüğün ve insanlığın gelişmesinden korkan adamların öfkesinden başka bir şey değil. Ama bu öfke ve nefret de geçecek, diktatörler -bir gün- ölecek, halkların ellerinden aldıkları güç, yeniden halklara dönecek.

İnsanlar özgürlük için ölümüne mücadele ettikleri sürece, özgürlük asla yok olmayacak...

İnsanlar! Sizleri aldatan, hor gören, köleleştiren; ne yapacağınızı, nasıl düşüneceğinizi, ne hissedeceğinizi ve nasıl ölmeniz gerektiğini söyleyen bu zalimlere boyun eğmeyin. Sizleri hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp, canlı kalkan olarak kullanmak isteyen; size istediğini yaptırabileceğini düşünen bu adamlara boyun eğmeyin...

Kalpleri ve kafaları makineleşmiş bu adamlara asla boyun eğmeyin!..

Sizler birer makine değilsiniz. Sizler insansınız! Kalbinizde insanlık sevgisiyle doğdunuz. Nefretle değil. Nefret etmek doğal değildir! Sadece sevilmeyenler ve korkaklar nefret eder.

İnsanlar! Kölelik uğruna savaşmayın! Özgürlük için savaşın!..

Tanrı'nın cenneti insanın içindedir. Tek bir insanın ya da bir grup insanın içinde değil; tüm insanlığın, her birinizin! Sizlerin! Bizlerin! Hepimizin!

Siz insanlar, güçlüsünüz! Makineleri yaratabilecek güce sahipsiniz. Mutluluk yaratabilecek güç de sizde var'! Siz insanlar, bu hayatı özgür ve güzel kılabilecek, muhteşem bir maceraya dönüştürebilecek güce sahipsiniz.

Öyleyse demokrasi adına, gelin bu gücü kullanalım! Gelin birleşelim! Yeni bir dünya için mücadele edelim...

İnsanlara bir arada var olma şansı; gençlere özgür ve güzel bir gelecek, yaşlılara sağlık ve güvence verebilecek bir dünya için mücadele edelim.

Bu zalimler, bu vaatlerle iktidara geldiler ama bize yalan söylediler! Söylemeye de devam ediyorlar. Sözlerini tutmuyorlar ve tutmayacaklar. Diktatörler kendilerini özgürleştirirken, halkları köleleştiriyorlar! Gelin şimdi biz, o sözleri yerine getirmek için birlikte mücadele edelim!

Gelin, dünyayı özgürleştirmek için, bizi ayıran tüm sınırları kaldırmak için, açgözlülüğü, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü yok etmek için mücadele edelim!

Gelin, sağ duyulu bir dünya için, bilimin ve ilerlemenin insanı mutluluğa götürebileceği bir dünya hayali için, mücadele edelim!

İnsanlar! Demokrasi adına birleşelim..."

Chaplin, tiradında ‘Askerler!’ diye hitap ediyordu çünkü iki dünya savaşı arasına sıkışmış insanlığı, faşizmin ve militarizmin zulmüne-yıkıcılığına karşı uyarmaya çalışıyordu.

Bugün bulunduğumuz noktada ben ‘İnsanlar!’ diye aktarmayı tercih ettim.

Ülkemizde -ve aslında tüm dünyada- birbirleri hakkında önyargılarından başka fikirleri olmayan, hayatları kin ve yalan duvarlarıyla bölünmüş, milyonlarca insan yaşıyor.

Bizler, bu coğrafyanın halkları, devletin elinde zaman zaman çığırından çıkmış militarizmden de; etnik kimliklerimizin ve dini inançlarımızın iktidar sahiplerinin çıkarlarına alet edilmesinden de; bir insanı diğeri karşısında ezen, değersizleştiren, ötekileştiren ataerkil gelenek ve kültürümüzden de çok çektik...

Bu ülkenin ırkçı, faşist, yıkıcı, ayrıştırıcı, ezici, yozlaştırıcı politikalarından yorulduk. Nefes alamaz olduk... Tüm bunları hepimiz yaşadık. Bedelini ödedik. Biliyoruz...

Oysa, şu ‘ölümlü’ dünyada tek yapmamız gereken, doğarken seçemediğimiz ama sonradan üstümüze yapışan tüm kimliklerimiz ve aidiyetlerimizin ötesinde akıl sağlığımızı ve yaşama sevincimizi koruyarak insanlığın mirasını sürdürebilmekti.

Bugün geldiğimiz -ya da getirildiğimiz- yerde; asker-sivil, üniformalı-üniformasız, siyasetçi, öğretmen, öğrenci, gazeteci, hekim, hakim, mühendis, bilim insanı, işçi, Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Ermeni, Ezidi, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Alevi, Sünni, kadın, erkek, eşcinsel.... ve dahi üstümüze yapışan diğer tüm kimliklerden arınarak en çok ve bir tek ‘insan’ olmaya ihtiyacımız var.

Çırılçıplak soyunup, sadece ‘insan’ kalmaya...

Ayaklarımıza zorla giydirilen, bizi sakat bırakan, kötürüm eden; el ele, dostça, neşe içinde yürümemize engel olan tüm o postalları, takunyaları -bizi sınıflandırmak için kullandıkları bütün o diğer klişeleri- çıkarıp atmaya, zincirleri, prangaları söküp, kurtulmaya ihtiyacımız var.

Bizim el ele, kol kola, çırılçıplak ayaklarla dans etmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var.

O yüzden ‘Ne takunya, ne postal... Yaşasın çıplak ayaklar!’ demenin vakti çoktan geldi.

Yarın Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Kendinize, ülkenize, insanlığa, barışa, demokrasiye, çocuklarınızın geleceğine bir ‘şans’ verin.

Her kim ki bizi, bu kadim coğrafyanın, bu güzelim insanlarını, el ele, kol kola, çıplak ayaklarla dans etmeye çağırıyorsa ona bir şans verin.

Bu güzelim coğrafyada ‘normalleşmeye’ bir şans verin. Bizi kucaklayan doğaya; ağaca, dereye, kuşa, sokaktaki kediye, köpeğe bir şans verin.

Hep birlikte bir sabah, bambaşka bir hayata, aydınlık, sıcacık, pırıl pırıl bir umuda uyanma şansımız olsun.

Çünkü bugün -farkında olsanız da olmasanız da; sesini duyuyor olsanız da olmasanız da- sahip olduğunuz tek sahici umut, o!

Şöyle sesleniyor filmin sonunda Chaplin, sevgilisine:

“Hannah beni duyuyor musun? Neredeysen gözlerini aç, başını kaldırıp bak! Bak, Hannah, bulutlar dağılıyor! Güneş çıkıyor! Karanlıktan aydınlığa çıkıyoruz! Yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. Dost bir dünyanın! İnsanların nefretten ve gaddarlıktan arındığı, yepyeni bir dünyaya yaklaşıyoruz. Başını kaldırıp bak. Hannah! İnsan ruhu kanatlandı ve uçmaya öğrendi... Gökkuşağına doğru uçuyor, umut ışığına doğru uçuyor. Artık aydınlık yarınlar hepimizin olacak...”

Başını kaldırıp bir bak Hannah! Bir bak!..

@SibelYerdeniz

Not: Bu köşedeki yazılara tatil nedeniyle bir süreliğine ara vereceğim. Sağlıcakla kalın.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne anlatayım ben sana?

Ey ilk insan, ey ilk yürek, ilk nefes, ilk adım, ilk gözyaşı, ilk kahkaha... bu mu mirasın torunlarına?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?