20 Kasım 2014

İstenmeyen ve ev diasporası

Parçalanmış dağılmış ilişkiler, evler, eşyalar üçünü de içinde oldukları mekan ve zamandan kopartır

İstenmeyen geçen yıl tiyatro festivali kapsamında gördüğü ilgiden sonra bu sezon farklı salonlarda sahnelenmeye devam etmekte ve temelde üç farklı karakter üzerinden bireylerin kendilerini diğeri üzerinden tanımlamasına, konumlandırmasına ancak daha çok tanımsızlığın ve konumsuzluğun savunmacı saldırganlığına ayna tutmaktadır. Aynı aile bireylerinin varoluş değerlerinin bile ‘öteki’ yaratma garabeti üzerinden geliştirildiği çaresiz psikoloji ‘ev’ adresiyle kazılıyor. Bu öylesine metaforlu, çok katmanlı, ironik ve yansımalı bir kuyu ki sahnedekilerin birbiriyle çatışmasında seyircide sık sık kendisiyle karşılaşır. Zaten karşılaştırmalı, karşılaşmalı ve yüzleşmeli insanlık halleri türlü boyutlarıyla oyun boyunca sınav gibi verilir.

İki kardeş ve bir eşin kopuk ancak girift ilişkisi koskoca dünya coğrafyasında Doğulu ve yine de modern olma iddiasındaki bireyleri birbirine kilitler. Bahar, Mısırlı pilot kocası Khaled ve Bahar’ın Amerika’dan eğitimden dönen kardeşi Barış’ın bir daireyi paylaşma zorunluluğu koca dünyaya sığmayan insanoğlunu ve sığamama psikolojisinin arkasında yatan ‘ötekileştirme’ hastalığını detaylarıyla sergiler. Barış için damadın Mısırlı olması ne dediğinden daha çok önem kazanır. Kopmak için bağlılıklarını kırmaya çalışan iki kardeş ve Khaled, Edward Said’in tanımıyla ‘köksüz insan’ olmamak adına bir yandan da uyumlu uyumsuz ideolojik damarlara tutunmaya çalışırlar. Tam bir Batılı olmak köksüzlük tam bir Doğulu olmak gericilik çağrışımları yaptığından karakterleri, karı/koca ve kardeşlik ilişkilerinde yabancılaştırmaya götürecek kadar ciddi ve dengesiz tartışmalar doğurur.

Amerika’dan başarısız olarak dönen Barış baba evindeki odasını kız kardeşinin kocasına kaptırdığını görünce zihin dünyasındaki coğrafi takıntısını yer yer açıkça ifşa eder. Gayet gündelik yaşam aktiviteleri üzerinden yaşanan kimlik meselesi siyasi, etnik, çığırtkan milliyetçilik ve narsist benlik çatışmalarını kaçınılmaz kılar. Bahar’ın kocasını ve kendisini müdafaa da kullandığı dil ise iç karartıcı bir aydın tavrından daha ileri gidemez. İdeolojik anlamda ‘aydın’, ‘eşit’, ‘cumhuriyetçi’ olmanın erdemleri üzerinde ısrar ederken giderek söylemlerinden uzağa düşen bir tutum sergiler. Yani karakterlerin iç ve dış çelişkileri, karşılıklı çatışmalar ve dışarıdaki meydanlarda yaşanan kalkışmalarla hem daralır hem de dalga dalga dağılır, bütünleşir.  Üç karakter ve iki meydan (Tahrir ve Gezi) üzerinden büyüyen çatışma oyunu çok katmanlı geniş bir yapıyla güçlendirirken bireylerin çıkmazları somutlaşır. Bu çıkmazı sürgüne çeviren mekan ise evdir. Doğup büyüdüğü evden bir şekilde gitmek zorunda kalan ya da hisseden iki kardeşin yine aynı anne/baba evine sığınması yaşadıkları travmaya hakiki kederler katar. Asıl sürgünün asıl evlerinde olması ironisi güçlü, hüznü tarifsiz tanıdık bir acı lezzet yaratır. Barış’ın evi yıkıp dağıtıp bir türlü bulamadığı bir nesne aslında kardeşlerin onulmaz, tamamlanamaz, doldurulamaz eksik paylaşımlarını, benliklerindeki boşlukları ve kapanmayan hendeklerini temsil ediyor olabilir. Evdeki sürgün iki kardeşin yurtdışında kaldıkları süreçten daha sancılı bir yabancılaşmayla her birinin diğerini baltalamasına neden olur. Her darbeyle sakatlıkları ilerleyen ilişkiler yumağı giderek kötürümleşir, kötüleşir. Dönüp geldikleri aile evinde sığınmacı gibi hisseder, gurbete düşer, öksüzleşirler. Gelenekten ve baskıdan kaçmışken veya kişisel ihtiraslarla kendini ispat için gitmişken geri döndüklerinde kamufle etmek zorunda kaldıkları yenilgi öfkesiyle gerçek anlamda kendi ülkelerinde ve aile evlerinde sığınmacı aciz mültecilere dönüşürler.

Parçalanmış dağılmış ilişkiler, evler, eşyalar üçünü de içinde oldukları mekan ve zamandan kopartır. Genellikle geçmişi yaşarlar ve beraberinde hemen geleceğin kaygısıyla sancılanırlar. Asıl vatanları kendi vatanları değildir artık ve zaten meydanlarda süregelen kalkışmalar değişimi hem müjdelemekte hem de ikaz etmektedir. Aidiyet duyguları zedeleneli çok olmuştur ve en istikrarlı bağlılık eşyalara gösterilendir.

Bu kaygan zemin ve zamana uygun işlevsel dekor metne ayrıcalık, inandırıcılık ve dinamizm katmıştır. Mekan ev olarak seçildiği için kullanılacak nesneler, imgeler çok farklı kanaatler uyandıracaktı elbette ve yapım bu fırsatı vermeyerek metnini güçlendirmeyi seçmiştir. İşlevsel dekorun imkan sunduğu kurguyla aktarılan devinim özneyi hâkim ve odakta tutar, evin karakterlerle ilgili hiçbir şey söylememesi evrensel norm ve merkezde bir mekan da olunduğu hissiyatını da sağlamlaştırır. Ev metaforundan hareketle terör, savaş ve başkaldırı ekseninde hiçleştirilen ‘yuva’ diyaloglara ekstra ses değerleri (sıcaklık/soğukluk) kazandırarak gerçeği soyup çıplak bırakır.

Oyun 2013 yazında İstanbul’da geçse de karakterler İstanbul’un içinde oldukları kadar İstanbul’a uzaklar. Gülce Uğurlu ve Ceren Ercan’ın kalemi içindeyken ait olamamayı dışındayken kopamamayı anlatırken gizliden ve açıktan hep ‘ev’i adres gösteriyor. Evin içine yerleşemeyen karakterlerin içine yerleşen evi soruyorlar.  Çok zor bir soru ve daha pek çoğu birbirini kovalıyor. Bedir Bedir, Deniz Celiloğlu ve Gülce Uğurlu dengeli, uyumlu ve ölçülü oyunculuklarıyla ön plana geçmeden kıvamlı bir tiyatro seyir zevki sunuyorlar gerçekten. Metnin yönetmenliğini de yapan Ceren Ercan oyunda akademisyen kimliğiyle sanatçı dünyasını birleştirirken dayatmacı mesajlar vermeyip kapıları aralayan tatlı bir mesafeyi tercih ediyor. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür ve "Uzun Yol"

"Yüzleşmek suçun gerçekliğini kanıtlamaya mı gerekçelerini anlamaya mı yaklaştırır?", "Yoksa yüzleşmek intikam ve misilleme tuzaklarından uzaklaştırarak dengeyi mi sağlar?", "Yüzleşmek suçluyu aşağılamanın medeniyet maskesiyle saldırısı mıdır?", "Bağışlama, insanın önce kendisini sonra çevresindekilerle ilişkilerini onaran bir erdem midir?" … Ya da "Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür?"

"Tarihte Yaşanmamış Olaylar" yaşıyor!

-Oyun büyük cümleler, çarpıcı sloganlar, ağır mesajlar ya da çiğ esprilerle seyirciyi etkilemek yerine transparan ilmeklerle birbirine bağlanarak Ülkü Tamer duygu ve düşünce dünyasına hizmet ediyor

Galataperform, 20. yılında kayıp sahnelere saygı duruşunda bulundu

Naum Tiyatrosu olmadan kudurur musunuz? E kudurmuşlar bunlar yahu! Buraya çiçek gibi bir ‘Çiçek AVM’ ne güzel olur mesela! Olmaz mı? Olur olur! Çıtınız çıkmaz!