02 Mayıs 2016

Cumhuriyet'in 'dokunduğu' kadın milletvekilleri

Kilis’e düşen roketleri boş ver, bugün Türkiye’nin en acil (!) işi dokunulmazlıkları kaldırmak üzere Anayasa Komisyonu yeniden toplanacakmış

Kilis’e düşen roketleri boş ver, bugün Türkiye’nin en acil (!) işi dokunulmazlıkları kaldırmak üzere Anayasa Komisyonu yeniden toplanacakmış.

Dokunulmazlıkları kaldırılmak istenen milletvekilleri arasında  epey kadın da var; - benim sayabildiğim 19 tane- ama bu, tam doğru/kesin sayı olmayabilir. Bulabildiğim en güncel verilere göre dokunulmazlığı kaldırılacak kadınların partilere dağılımını da aşağıdaki tabloda gösterdim. TBMM sitesinde bunlar yayınlanmıyor, çeşitli yayın organlarındaki istatistikler de hem her gün değişiyor, hem de birinden öbürüne farklılık gösteriyor.

TBMM’de fezlekeli kadın milletvekilleri listesi şöyle: 

Parti

Kadın mv sayısı

Fezl. kadın

 

%

Top

mv

AKP

34

1

3

317

CHP

20

0

-

133

HDP

23

17

74

59

MHP

3

0

0

40

Bğsz

1

1

100

1

Toplam

81

19

23

550

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cumhuriyet tarihinde, 1928-2015 arası dokunulmazlığı kaldırılan 44 milletvekilinden buna karşılık sadece üçü kadın. 

İlginç: Cumhuriyet döneminde eşit vatandaş olarak görülen kadınlardan ikisinin de dokunulmazlığı ülkenin temellerinin sembolü sayılan saygın kişisi Ecevit döneminde!!!

Sayının “azlığında” şaşılacak bir şey yok, çünkü bilindiği gibi TBMM esasen seçilmiş bir “erkekler meclisi”; hatta adı TEBMM- Türkiye Erkekler Büyük Millet Meclisi bile olabilirmiş. Atatürk’ün talebi üzerine 1935’te 17 kadın mebus olmuştu ama Meclis’e seçimle gelen kadın oranı ancak 21. yüzyılda yüzde 10'lara çıkabildi şükür.

Bugün dokunulmazlığı kaldırılan üç kadına ilişkin kendimi ve okuyanı bilgilendirip niye Meclis’ten atıldıklarını anlamaya çalışacağım. Vardığım sonucu şimdiden yazayım: Merve Kavakçı, Sema Pişkinsüt ve Leyla Zana; üçü de müthiş kişilikli, sıra dışı, dirençli, istisnai irade sahibi ve güçlü kadınlar olmalı. Üstelik kişisel özelliklerinin ötesinde, her biri farklı bir alanda toplumsal-siyasi akıntıya, genel geçer düzene, kabul edilmiş, yaygın ve baskın ideolojiye karşı kürek çekiyordu ve tam da bu nedenle TBMM’den atılmaları “gerekti”.

 

Zamansal olarak dokunulmazlığı en son kaldırılandan başlarsam, sırasıyla Fazilet Partisi İstanbul milletvekili Merve Kavakçı (1999), Demokratik Sol Parti Aydın milletvekili Sema Pişkinsüt (1998) ve Demokrasi Partisi Diyarbakır milletvekili Leyla Zana (1994).

Önce gerekçeler:

Merve Kavakçı: Fazilet Partisi İstanbul milletvekili Ağustos 1999:

“Suçu”: Başörtüsü ile TBMM’ye girmek ve yemin etmeye çalışmak.

Sema Pişkinsüt: DSP (DSP iktidarda iken), Aydın milletvekili 21 Temmuz 1998:

“Suçu”: “Adli soruşturma konusundaki bilgi ve belgeyi soruşturma makamına vermediği, işkence görenlerin isimlerini saklayarak, kötü muamele yapan polislere dolaylı olarak yardım etmesi".

Leyla Zana: Demokrasi Partisi (DEP), Diyarbakır milletvekili 2-3 Mart 1994:

“Suçu”: TCK 125: Devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmak veya devletin hakimiyeti altındaki toprakların bir kısmını ayırmak. TCK, 125/1

Cezası: 15 yıl hapis.

Kadınlardan ikisi Türkiye ortalamasının çok üstünde bir eğitim görmüş:

1968 Sakarya doğumlu Merve Kavakçı, Ankara Tıp Fakültesi’nde okurken başörtüsü yasağı nedeniyle bırakmış. Ailesi ile ABD’ye gitmiş. Orada Texas Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği okumuş. Harvard Üniversitesi’nden kamu yönetimi yüksek lisansı, Howard Üniversitesi’nde de siyasal bilimlerden doktora yapmış.

Kavakçı’nın anne babası da yüksek eğitimli: Babası Gürcü kökenli İslam Hukuk profesörü, annesi ise Alman dili ve edebiyatı uzmanı imiş.

1952 İstanbul doğumlu Sema Pişkinsüt  Hacettepe Tıp Fakültesi mezunu ve yine orada, İç Hastalıkları ana bilim dalında uzman olmuş.  Sonra Aydın Devlet Hastanesi’nde İç hastalıkları uzmanı olarak çalışmış ve başhekimliği yapmış. Ve… derken politikaya merak sarmış. Evli ve üç çocuğu var.

Meclis’te dokunulmazlığını kaldırıldıktan sonraki yıllarda da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden mv adayı olmuş.

Buna karşılık DEP milletvekili (şimdi HDP mv) 1961 Silvan doğumlu Leyla Zana ise okuma-yazmayı ve hatta Türkçeyi ancak, çok geç bir yaşta Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana ile evlendikten sonra, 12 Eylül askeri darbesini izleyen günlerde Mehdi Zana hapse girdiğinde öğrenmiş. Diyarbakır-Afyon-Aydın Akşehir derken Mehdi Zana’nın 14 yıl kaldığı, kısmen de cezaevi kapılarında öğrenmiş. Kendi 1994’te hapse girdikten sonra yazdığı mektuplar ise, önce bir gazetede sonra da kitap olarak yayınlandı.

Yıllar önce, sanırım 1990’larda bir ara Diyarbakır’da onunla tanıştığımda, Mehdi Zana, “Leyla’yı ben büyüttüm” demişti o her zamanki sempatik, sevimli ve güleç hali ile. Şimdilerde Paris’te bir yerde olmalı. Leyla Zana’yı ise, umarım yine ve yeni bir cezaevi kapısı beklemiyordur.

1991, 6 Kasım’da  milletvekili seçildiğine  TBMM 19. Yasama Dönemi için yapılan yemin töreninde, başında sarı-yeşil-kırmızı Kürt ulusal renkleri olan bir bantla, yemini "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" cümlesiyle tamamlaması nedeniyle Meclis salonunda müthiş olumsuz bir tepkiyle karşılaştı.

1994’te dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra diğer DEP milletvekilleri ile beraber 15 yıl hapse mahkum edildi. Tüm DEP milletvekilleri ile beraber 10 yıl sonra 2004’te cezaevinden çıktı.

Bu sefer 2015, 1 Kasım seçiminde de Ağrı milletvekili olarak seçildi. Ama ilk açıldığı gün Meclis’in “en yaşlısı” olarak başkanlık yapan Deniz Bey yeminini beğenmediği için resmi statüsü tam nedir bilemiyorum. Tek öğrenebildiğim şimdi de hakkında 7 fezleke olduğu doğrultusunda. 

Bugün sözünü etmekte (bir açıdan anmakta) olduğum üç kadından sadece Leyla Zana tekrar milletvekili seçildi. Kendisine sorsam “halkım için” diyecektir kuşkusuz.

Kavakçı

Merve Kavakçı ise tekrar Meclis’e girmedi veya girmek istemedi; ama bu sefer kız kardeşi Ravza Kavakçı, Kasım 2015’te AKP’den milletvekili olmuş ve diğer başörtülü vekiller gibi rahatça yemin edip, milletvekili oldular. 

Oysa Merve Kavakçı milletvekili olduğu gün, laiklik elden gidiyor hezeyanı epey yüksek bir boyutta idi. Başörtülü vekil tartışmaları sürerken Kavakçı, yemin töreninden önce kalabalık bir destekçi grubuyla birlikte TBMM'ye gitti.

3 Mayıs 1999'da TBMM'deki yemin töreninde, yemin sırası Kavakçı'dan önce olan MHP'li başörtülü milletvekili Nesrin Ünal, başını açarak yemin etti ve Genel Kurul'dan büyük alkış aldı.

Kavakçı ise, yemin töreninin ortasında Meclis Genel Kurul Salonu'na başörtüsüyle girince Genel Kurul karıştı. Fazilet Partisi sıralarından Kavakçı'nın salona girişi sırasında alkış koparken, DSP'li vekiller ellerini sıra kapaklarına vurarak protesto etti. MHP, ANAP ve DYP'liler ise olaya seyirci kalmayı tercih etti. Kavakçı, Fazilet Partisi milletvekili, gazeteci Nazlı Ilıcak'la birlikte FP'ye ayrılan milletvekili sırasına oturdu.

DSP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit, Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu ve Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk duruma bizzat müdahale etti. Üçlü, kürsüye giderek oturumu yöneten geçici başkan Ali Rıza Septioğlu'ndan Kavakçı'yı dışarı çıkarmasını istediler. Ancak Septioğlu, Bakan Türk'ün, “Laik cumhuriyete yakışmıyor” uyarısına 'Laikliğin cumhuriyetle ne alakası var' diyerek Kavakçı'yı dışarı çıkartmadı

Başbakan Ecevit "usül” konuşması" yapma talebinde bulundu. Kürsüye yürüdü ve elinde daha önce hazırladığı bir metinden şunları okudu:

“Türkiye de hanımların giyim-kuşamına-başörtüsüne özel yaşamlarına hiç kimse karışmıyor. Ancak burası hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Makamıdır. Burada görev yapanlar devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz.”

Ecevit'in konuşmasının ardından DSP'li kadın milletvekilleri el ele tutuşarak kürsüyü çevrelediler. Bazı milletvekilleri Kavakçı'nın yanına giderek dışarı çıkması ricasında bulundu. Ancak Kavakçı'yı salona beraberinde getiren ve yanına oturtan Ilıcak, “Hayır çıkmayacak. Oturacak. Yemin de edecek” diyerek gelen tepki gösterdi.

DSP'liler de kürsü etrafında toplanarak, elleri havada ve yukarı doğru “Dışarı” diye tempo tutmaya başladı. Kavakçı da Genel Kurul salonunu terk etti ama resmen milletvekili statüsü de devam etti. Ancak bu arada, Kavakçı'nın 5 Mart 1999 tarihinde yemin ederek ABD vatandaşı olduğu, vatandaşlık konusundaki bu yeni durumunu da resmen Türkiye Cumhuriyeti'ne bildirmediği ortaya çıktı.

Bunun üzerine Ağustos 1999'da dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, Kavakçı'nın milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması için fezlekeyi TBMM Adalet Bakanlığı’na gönderdi.

Fezleke sonucunda Kavakçı'nın dokunulmazlığı kaldırıldı ve Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı. Böylece milletvekilliği de resmen düşmüş oldu.

Sema Pişkinsüt

Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Partisi’nden Aydın milletvekili seçilen Sema Pişkinsüt TBMM’de 20. ve 21. Dönemlerde 1998-2000 yılları arasında İnsan Hakları Komisyonu başkanı olarak kapsamlı bir  insan hakları ihlalleri çalışması yaptı. TBMM tarihinde belki de ilk defa devlet eliyle uygulanan “işkence ve şiddetin” üzerine gitti.

Yaklaşık 4 bin 200 mahkumla yapılan görüşmeler, 980 mağdurun tanıklığı ve suç duyurusu ile sonuçlanan 9 ciltlik bir araştırma Meclis’te gündeme kabul için gelemedi ama Bilgi Yayınevi tarafından kitap olarak basıldı. Sema Pişkinsüt, Filistin Askısından Fezlekeye İşkencenin Kitabı. Baskısı tükenmiş maalesef!

Sema Pişkinsüt raporda işkence gördükleri ve kötü muameleye maruz kaldıkları konusunda ayrıntılı ifade veren mağdurların isimlerini açıklamadı. “Komisyon aracılığı ile ve komisyona güven duyarak gördükleri kötü muamele ve işkencelerle ilgili yer, zaman, eşkal tanımlamaları yaparak suç duyurusunda bulunmuşlardır, bu bilgi soruşturma açılması için yeterlidir” dedi.

"Hapse girerim ama işkenceciler konusunda bilgi verenlerin isimlerini açıklamam" diyen Pişkinsüt'e Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise, “Komisyon Başkanı’nın sözünü ettiği hükümlü ve tutukluların kimliğinin saklı tutulacağı yolundaki taahhüdün hiçbir hukuki geçerliliği yoktur” demiş ve eklemişti:

“Sayın Pişkinsüt’ün, yasadışı örgütler ve onların sözcüleri ile aynı doğrultuda görüş açıklaması son derece ilginçtir. Kendisi  terör örgütlerinin ağzıyla konuşmakta ve şov yapmaktadır.”

Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Pişkinsüt hakkında “adli soruşturma konusundaki bilgi ve belgeyi soruşturma makamına vermediği, işkence görenlerin isimlerini saklayarak, kötü muamele yapan polislere dolaylı olarak yardım etmesi"  gerekçesiyle, dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle fezleke hazırlamıştı.

Nihayetinde haklarında suç duyurusunda bulunulan ‘devlet görevlileri’ hakkında  ‘takipsizlik, delil yetersizliği, zaman aşımı, ceza tayinine mahal yoktur” gerekçeleriyle  herhangi bir ceza uygulamasına gidilmemişti. Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümeti de bu raporları Genel Kurul’a taşımadı, DSP de görevinden azledilen Pişkinsüt’ e sahip çıkmadı.

Pişkinsüt, kendisine karşı başlatılan cadı avı devam ederken DSP genel başkanlığına aday, Bülent Ecevit’e rakip oldu.

Bir “devrimci” ya da “yıkıcı” eylemi daha var Pişkinsüt’ün, bakış açınıza bağlı olarak birincisi veya ikincisi veya her ikisi birden, çünkü genellikle değişim dönemlerinde ikisi birden oluyor.

Milliyet’ten Hasan Pulur’un “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde yazdığı cümleler ile: “Neydi Pişkinsüt’ün suçu? DSP Genel Başkanlığı’na adaylığını koymak. ‘İlah’ bunu affedemezdi, kendi partisinin milletvekiline ‘hain’ diye bağırtır, tartaklatır, oğlunu tokatlatır ve olanları da gizli bir keyifle seyrederdi… Sema Pişkinsüt’e gösterilen şiddetin kaynağı belli.”  (2 May 2001).

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olarak dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile “inatlaşarak” işkencecilerin isimlerini asla vermeyeceğini söylüyor. Yetmiyor,  kısa süre sonra milletvekili olduğu partinin başkanı Bülent Ecevit ile yarışa girmeyi talep ederek hem Patriyarkaya, hem Pulur’un dediği gibi ilahlara, hem de, hem de tüm toplumsal normlara karşı çıkmış oluyor.

Partisindeki “lider sultasına” karşı çıkıyor, sosyal demokrat kesimin kafalarında epey yücelttiği, dürüstlüğü, şairliği, güvenirliği, ahlakı ile orta sınıf okumuş kesimlerin, hatta bir kısım solcunun “Karaoğlan” olarak epey benimsediği bir kişiye karşı çıkarak  29 Nisan 2001’deki DSP 5. Olağan Parti Kurultayı’nda kendini “başkan adayı” ilan edip Ecevit’e rakip oluyor. Ama konuşturulmuyor. Üstü aranıyor, kendi  ve oğlu tartaklanıyor. Salondaki partililer tarafından yuhalanıyor ve "Hain dışarı" şeklinde sloganlar atılıyor. Sonuçta 1084 delegeden 86’sının oyunu alıyor.

 

Sonuç

 

Dokunulmazlığı kaldırılarak vekilliği sona erdirilen 3 kadının yaşadıklarından şöyle bir yorum yapmak bana doğru geliyor: 

Üç tane güçlü iradesi, duruşu ile sıradan insanlardan epey farklı üç kadın. Üçü de Erkekler Meclisi’nde dalgalara karşı kürek çekiyor, her biri, farklı bir ilahı yıkıyor ve sanırım yıktığının da farkında. Her biri çarpıcı bir şekilde ülkedeki genel geçer anlayışlara, üstelik ezici çoğunluğun erkek olduğu bir ortamda, alışılmış sağduyulara, inançlara karşı çıkıyor.

Cumhuriyetin kuruluş temellerini, genel geçer eğitim ve devlet anlayışını farklı bir yerden ve boyutta sorguluyor. Çok sevdiğim fizikçi ve bilim tarihçisi Thomas Kuhn’un ama bilimsel devrimlere ilişkin olarak kullandığı kavram, 776 bin km kare üzerinde geçerli paradigmayı sorguluyor, hatta hiçe sayıyor.

Biri Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı, devlet/cumhuriyet ideolojisinin çok kritik, çok temel bir özüne saldırıyor ve o TBMM’deki çoğunluk vekilin laik devlet elden gidiyor, din Meclis’e giriyor korkusuna meydan okuyor.

DSP’den Aydın vekili Sema Pişkinsüt’ün durumu aynı derece açık değil belki. Benim yorumum şöyle: O da bir kadın olarak patriyarkayı hiçe sayıyor, direniyor, erkek sözü dinlemiyor, kendi doğru bildiğini okuyor. Kendisi ile aynı partiden “koca” Adalet Bakanı’nın “emirlerine riayet” etmiyor. Bir de yetmiyormuş gibi DSP genel başkanı olmak isteyerek ilah Ecevit’e rakip çıkıyor.

DEP milletvekili Leyla Zana’nın davranışı ve konuşması ise başka bir kulvarda mevcut paradigmaya bir başkaldırı. Meclis’teki yemin töreninde saçlarına bağladığı yeşil-sarı-kırmızılı renkli kurdele ülkede, üniter devletin temellerini sorgulamak, ülkeyi bölmek olarak görüldü, üstelik yemininde her ne kadar Türk ve Kürtlerin kardeşliğinden söz etti ise de, o yıllarda, 1991de, Türkiye çoğunluğu için Kürtler hala “Kart-kurtlardan” ibaretti ve Kürtçe diye bir dünya dili ve ayrı bir etnik grup yoktu”.

Çoğunluğun “Burada yaşayan herkes Türk’tür, Türk kalacaktır” temel inancına/bilgisine/yıllardır öğrendiklerine, “Türk ordusu”nun dayanaklarına ters düştü, diğer Kürt vekiller ile birlikte hapse atıldı.

Üç kadın vekil de çoğunluğun, kalp krizi değil belki, ama akıl krizi geçirmesine neden oldu. 

Benim kendi adıma çıkardığım ders: İlla milletvekili olacaksan, sıradan ol, genel geçer kuralları, anlayışı, paradigmayı benimse; farklı ve sivri isen ve Meclis’te kendi sıra dışı ve devrimci düşüncelerini sürdürmeyi tasarlıyorsan Meclis’ten uzak dur, seni orada yaşatmazlar!!! 

Hele kadınları asla!!!

[email protected]

Yazarın Diğer Yazıları

Açıkkkk

Herkese ama özellikle tüm Açık Radyo çalışanlarına bol sevgi, çok çok çok saygı ve çooook teşekkürlerimle

İnananların affına, umursamazların aklına, inanmayanların bağrına sığınarak...

Şimdilerde ise inançlı kişileri ve inançlarını korumaya almam, bunu üstüme vazife edinmem eş-dosta da biraz tuhaf geliyor olabilir.

Feleğin sillesinden geçmiş solcular, dinci sağcılara çektirilen acıları göremez iken

Dolayısı ile 21. yüzyılda ülkedeki “Kötülük Özneleri” sayısı bir arttı. Kürtler, ama artık özellikle silahlı PKK, solcular ve Alevilere, Fetullah Gülen'in silahsız hareketi “yoldaş” edildi.